07 Eylül 2011 08:22

Daha fazla geç kalmayalım

Son günlerde ülkemizde yeniden yoğunlaşan çatışmalarda onlarca evladımız yaşamını kaybetmeye devam ediyor. Ülke sınırları içinde ve sınır ötesinde devam eden operasyonlar sivilleri, kadın ve çocukları da hedef alıyor. Gerek hükümet adına yapılan açıklamalar, gerekse ana akım medyanın çatışmaları

Daha fazla geç kalmayalım
Paylaş
Döndü Taka Çınar

Gerek hükümet adına yapılan açıklamalar, gerekse ana akım medyanın çatışmaları ve asker cenazelerini konu alan haber ve yorumları, evlatlarımızın geleceğine ilişkin kaygılarımızı büyütüyor. Tam “bitti” derken, “barış için umut var” derken, Kürt sorununun demokratik barışçıl çözümü için siyasi adım atılması beklenirken, kara bir el yeniden savaş tamtamlarını yüksek perdeden çalmaya başladı.

Dün, “ileri demokrasiden” söz eden Başbakan, şimdi “sözün bittiği”ni söyleyerek Kürt sorununun demokratik, halkçı, eşit haklar temelinde çözümü yerine, kin ve intikam duygularıyla askeri operasyonlara yöneliyor. Sınır operasyonlarının artması, bölgeye özel yetkili valiliklerin atanması, özel ordu kurulması çalışmaları 90’lı yıllardaki Çiller dönemini çağrıştırıyor.

Başbakan iftar sofralarında bile, “bir ölür bin doğarız” diyecek kadar savaşı körükleyen eril, militarist söylemlerine her gün bir yenisini ekliyor. Her fırsatta “anaların gözyaşlarını dindireceğini” söyleyen Erdoğan’a sormak istiyoruz, annelerin gözyaşlarını savaş ısrarıyla, şiddet ve baskı politikalarına geri dönerek mi dindireceksiniz? Asker ya da gerilla, ölüm haberleri peşi sıra gelirken, her geçen gün daha çok anne feryat ederken, “anaların gözyaşlarını dindirme” hamasetini nasıl sürdüreceksiniz?

Kendi ülkesinde, “sivil Milli Güvenlik Kurulu’nun”, “militarist sözcüsü” edasında konuşan Başbakan, Somali halkına şefkat, Suriye halkına demokrasi ve özgürlükten bahsederken yüzü bile kızarmıyor. Kendi ülkesinde insan hakları ihlallerini, açlık ve yoksulluğu derinleştiren savaş politikalarında ısrar eden Başbakan, “anaların ahını almak”tan korkmaz mı?

Ağıt yakmaktan bıktık

Hiçbir anne, dokuz ay karnında taşıyıp, bin bir güçlükle, büyük emekle, ezayla yetiştirdiği oğullarını, kızlarını ölüme gönül rızasıyla gönderemez. Göndermiyor da. Oğlu askerde olan bütün annelerin yüreği avucunda değil mi, bütün anneler devletin bu inkârcı, milliyetçi politikalarına oğullarını kurban vermekten korkmuyor mu? Her fırsatta barışa dair umut ışıklarımızı karartan açıklamalar duymaktan, yitirdiğimiz gençlerimizin ardından ağıtlar yakmaktan, karalar bağlamaktan bıkmadık mı?

Silvan’daki çatışmada yaralı kurtulan askerin annesi Ayşe Özdemir’in sözleri aslında tüm annelere bir çağrı niteliğinde: “Kimse çocuğunu askere göndermesin diyorum, başka da bir şey demiyorum. Benim çocuğumun suçu neydi? Ne zorluklarla getirdim ben O’nu 20 yaşına. (…) Devlet ne verirse versin çocuğumun sağlığı yerine gelmeyecek.”

Artık Yeter! Edi Bese!

Otuz senedir devam eden savaşta yitirdiğimiz insan sayısı, kimi büyük savaşların bilânçosunu geride bırakacak büyüklüğe ulaşmakta. Binlerce yoksul Türk ve Kürt gencini, yaşamlarının baharında kara toprağa gömerek öğrendik ki, ölenler yoksulların, emekçilerin, ezilenlerin çocukları. Savaş naraları atanların, Başbakanın, bakanların, sermaye sahiplerinin, zenginlerin çocukları savaşa gönderilmiyor zaten.

Bu savaşta, 30 bin evladını yitiren Kürt kadınları aylardır, asit kuyularında, askeri bölgelerde çöplüklerdeki toplu mezarlarda çocuklarının kemiklerini arıyor. Çoğu, başında yasını tutacağı evladının “mezar hakkı” için uğraş veriyor. Kürt kadınları derin acılarını bağrına basıp, Çukurca’da askerlerin yaşamını yitirdiği yerde “keşke onların yerine biz ölseydik” diyerek, beyaz tülbentlerini barış için attılar. Şimdi sıra asker analarında, bu savaşta yaklaşık 10 bin civarında oğlunu toprağa veren Türk ve diğer milliyetlerden analarda. Ellerimizi barış için ellerini uzatan Kürt analarının ve kız kardeşlerimizin elleriyle birleştirmekten gayrı çare kalmadı. Artık yeter, “edi bese” demek için kolları sıvamak gerek. Kadınların sabırla, kararlılıkla ortaya koyacakları çaba, barış seçeneğini güçlendirecek. Barışın kazanılması için kadınların ayağa kalkması, her milliyetten kadın emekçilerin işyerlerinden, mahallelerden kent meydanlarına akması, barış çığlıklarını birleştirmesi için daha fazla geç kalmamak gerek.

Barış için ayağa kalkalım

Kadınlar ve elbette çocuklar hep ilk kaybedenler, gözden ilk çıkarılanlar, ilk mağdurlar oluyor. Savaşın bütün kötülüklerini, acılarını, tüm çıplaklığıyla yaşayan kadınlar savaşı iyi biliyor. Kadınların “barış” çağrısı, barışın kazanılması için en çok bu nedenle anlam kazanıyor. Barışın kazanması, insanlığının geleceğinin kazanılmasıdır. İnsanlık için kadınlar olarak hep birlikte ayağa kalkalım.

ÖNCEKİ HABER

19 Eylül ‘Dayanışma Günü’ olarak kutlanacak

SONRAKİ HABER

Batman’da Hey Tekstil işçileri eylemde

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...