7 Şubat 2002 22:00

Doğa yeniden şekilleniyor

Ekrem Öztürk'ün heykel sergisi, geçtiğimiz günlerde Devlet Güzel Sanatlar Galerisi'nde açıldı. Sergiye ilk kez görenler, parmakları sigaradan sararmış, başında kasketi, salonun içinde sürekli parkesi ile dolaşan kişinin 'hayranlıkla' baktıkları eserleri yapan kişi olacağını belki da akıllarından bile geçirmiyorlardı.

Ağaca şekil vermek Ekrem Öztürk'e 'köylü' 'çoban' yakıştırması yapılması pek de yanlış değildi. Uzun yıllar köyden dışarıya çıkmayan Ekrem Öztürk koyunları, inekleri otlatıp, buğdayı biçti. Tüm bunlar, birer üretimdi. Aynı kişinin resim, heykel ya da tiyatro yapamayacağını kim söyleyebilir? Üretim sadece bir fabrikada ya da tarlada olmamalıydı. Yaşamı her gün yeniden kuran emekçiler, sanatı da en iyi şekilde yapabilecek yeteneğe sahipti. Ekrem Öztürk'ün, ağaçtan ve taştan yaptığı yapıtlar, özünde doğaya yeniden yaşam vermekten başka bir şey değildi. Kartallar, geyikler, taş, toprak ve insanlar hepsi doğanın bir parçası. Bir kayayı görünce aklımıza çoğu zaman bir kartal, bir ağacı görünce geyikler, gelebilir. Ekrem Öztürk'ün ürün vermeye başlayalı henüz 5 yıl olmuş. Yıllarını Sivrihisar'ın Karadat köyünde çiftçilik ve çobanlık yaparak geçiren Ekrem Öztürk, 5 yıl önce kendi deyimiyle 'dağda gezerken' güzel kokulu bir ağaç buluyor. Öztürk'ün aklından o zaman şunlar geçiyor: "Yontayım da evde koksun" Öztürk ağaca şekil verirken karşısına ince uzun bir kadın siluetinin çıktığını fark ediyor. Böylelikle yeni ağaçlar, aramaya ve onlara yeniden hayat vermeye başlıyor.

Ağacı çok iyi tanıyor Ağacı çok iyi tanıdığını söyleyen Ekrem Öztürk "Her ağaçtan heykel yapabiliyorum. Hiçbir ağacı kesmiyorum. Onların canlı olduğuna inanıyorum. Heykelleri yaptığım ağaçların çoğunu kırdan topluyorum. Çam, İğde, Alıç, Ardıç, Söğüt, Çakırga, Akasya aklınıza gelen her ağacı yontabiliyorum. Okullarda reçineli ağaçların yontulmayacağı anlatılıyor. Okullarda Ceviz, Armut ve Abanoz ağacının işlenebileceği öğretiliyor. Ağaçları işlerken, çoğu zaman doğanın kendi oluşturduğu estetiğe de dokunmamaya çalışıyorum. Kimi zaman sadece ağacın kabasını alıyorum. Doğal yerlerini bırakıyorum. Her şeyi kendimin yapmadığını göstermek istiyorum. Heykelleri çalışmaya başladığımda kafamda kesin bir şekil yok. Kafamdaki şekli yapmak için uygun ağaç arıyorum. Ya da ağacın formatına uygun heykeller yapıyorum. Böylelikle israfı da önlemiş oluyorum. Çoğu heykeltraş, ağaçtan yaptıkları heykellere kendisi renk verebiliyor. Ben ağacın iç odununun kırmızı, dış odununun beyaz olduğunu biliyorum. Bu şekilde işlediğimde heykeller kendiliğinden renklenmiş oluyor. Tıpkı insanda olduğu gibi ağaçların da dokusu var. Zaman zaman bu dokuları da kullanarak, ağacın sadece dış yüzeyine değil, iç yüzeyine de şekil vermiş oluyorum. Ağacın kabuklarını, budaklarını ya da yanmış bölümlerini olduğu gibi bırakabiliyorum" diye anlatıyor.

Taşla tanışma Ağaca yeniden yaşam veren Ekrem Öztürk'ün taştan heykellerin yapması da bir tesadüfle gerçekleşiyor. Üç yıl önce, Sivrihisar'ın Karadat köyüne ilk kez asfalt gelir. Asfalt ile birlikte mozaik parçaları da vardır. Öztürk, bu parçalardan birini alarak işlemeye başlar. Mozaik bir insan şeklini alır. Ekrem Öztürk, bunun üzerine yeni taşlar aramaya başlar: "Taşın merkezinin Afyon'un İşçehisar merkezi olduğunu biliyordum. 13 değişik mermer ve taşı yontmaya başladım. Ancak taşları işlemek oldukça zordu. İlk insanların bu taşları nasıl işlediğini düşünmeye başladım. Traktörlerde kullanılan aletlerden kendime çelik keskiler yaptık. Ama bu keskiler tüm taşları işlemiyordu. Bunun üzerine taşa göre kesici alet yaptım. 14 aydır taş yontuyorum. Önce işleyeceğim taşı görüyorum. Daha sonra taşa göre aletimi yapıyorum. Her taş aynı malzeme ile işlenmiyor. Üniversiteler de taşları tanıyan, malzemeyi bilen çok insan yok. Taş işlemeyi aktarabilmek istiyorum. Türkiye'deki tüm taşlardan birer örnek yonttum."

Yaşayarak öğrenmek Doğadan öğrendiklerini, insanlığın beğenisine sunduğunu söyleyen Ekrem Öztürk, heykelleri ilk yapmaya başladığında köylülerinin kendisini yadırgadığını, ama zaman geçtikçe, kendisini izlediklerini anlatıyor. Hiçbir eğitim almadığını söyleyen Ekrem Öztürk, yapıtları arasında yer alan atların, geyiklerin, kartalların doğada özgürlüğü simgelediğini, kadınların ise analığı anlattığını söylüyor. Tüm yapıtlarını yaşadıklarından öğrendiğini söyleyen Ekrem Öztürk, "Daha öğreneceğimiz çok şey var" diyor. Odunda ya da taşta çıplak kadın heykellerini sorduğumuzda Ekrem Öztürk'ün yanıtı oldukça ilginç oluyor: "Kadınların hepsi çıplak değil. Ama herkesin çıplak olarak düşündüğü şu kadın heykeli. Herkes onun çıplaklığına bakıyor. Oysa onun arkası hep kapalı. Çıplaklık 'moda'yı simgeliyor. Yani tüketimi. Modayı takip ettikçe, tükettikçe aslında biz çıplak kalıyoruz. Moda uğruna, yapılan tüketim bizleri çıplak bırakıyor."

Tıpkısı olmuş Ekrem Öztürk söyleşimizi bir anısını anlatarak bitiriyor: "Elime volkanik bir taş geçti. Taş eski olduğu için tarihi bir insanı canlandırmak istedim. Çalışmaya başladığım sırada, köydeki arkadaşlarımdan birisi yaklaştı ve 'Bu kim?' diye sordu. Ben, 'Osmangazi' diye cevapladım. Köylü arkadaşımın cevabı şöyle olmuştu: 'Aynısı olmuş. Gözlerinin maviliği bile belli' Aslında, ben kimi yaptığımı bilmiyordum. Ama bu yapıtımın ismi Osmangazi olarak kaldı."

Evrensel'i Takip Et