31 Ocak 2002 22:00

DGM'nin bilirkişisi polis!

DGM'nin bilirkişisi polis! Hacer Yücel İstanbul 6 No'lu DGM, ölüm orucunda bulunan kişilerin cezalarının altı ay ertelenmesi isteminde Adli Tıp Kurumu'nu değil İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nü bilirkişi olarak seçti. Adli Tıp Kurumu'nun "cezaevinde yaşamaları münkün değil" raporu ile İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nün "kaçma riski bulunuyor" yazısı arasında bir seçim yapan mahkeme heyeti, yaşamdan değil ölümden yana bir tavır aldı. Mahkeme, Adli Tıp Kurumu raporunun doğruluğundan da Emniyet Müdürlüğü'nün yazısı nedeniyle tereddüt duyduğunu açıkladı. Öte yandan İstanbul 3 No'lu DGM ise benzer durumda bulunan bir tutuklu için 6 No'lu DGM'nin tam tersi bir karar vererek yaşama hakkının her şeyin önünde olduğu söyledi. Kocaeli F Tipi Cezaevi'nde ölüm orucunda bulunan Celal Keleş ile Erkut Cebeci sağlık durumlarının kötüleşmesi üzerine Kocaeli Devlet Hastanesi'ne kaldırıldı. Durumlarının kötü olması nedeniyle Adli Tıp Kurumu Başkanlığı 3. İhtisas Dairesi'nde muayene edilmelerine karar verildi. Yapılan muayene sonucu Keleş'in 179 gündür ölüm orucunda olduğu, vücut ağırlığının 61 kilodan 44 kiloya düştüğü, beslenme yetersizliğine bağlı genel durum bozukluğu ve Wernicke-Korsakoff Sendromu'na yakalandığı tespit edildi. Heyet, Keleş'in cezaevi şartlarında yaşamasının da mümkün olmadığını kaydetti. Erkut Cebeci'nin ise 120 gündür ölüm orucunda olduğu, vücut ağırlığının 70 kilodan 53 kiloya indiği, görme duyusunda kayıp olduğu, beslenme yetersizliğine bağlı genel durum bozukluğu ve wernicke-korsakoff görüldüğü belirtildi. Heyet, Cebeci'nin de cezaevinde yaşamasının münkün olmadığına karar verdi.

Adli Tıp'ı suçladılar İstanbul 6 No'lu DGM'ye Keleş ve Cebeci'nin raporları 24 Ocak 2002 tarihinde ulaştı. Aynı tarihte İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nün gönderdiği üç yazı da mahkemeye ulaştı. Emniyet Müdürlüğü yazılarında ölüm orucunda bulunan ve sağlık durumları kötüleştiği için tahliye edilen kişilerin eylemlere karıştıklarını, adreslerini terk ettiklerini ve yurtdışına çıktıklarını ileri sürdü. Mahkeme, emniyetin yazısı yönünde oyunu kullandı. Yaşamdan değil ölümden yana karar veren mahkeme heyetinin kararında dikkat çeken diğer bir nokta ise Adli Tıp Kurumu'nun bu kişilerin dışarı çıkmasını amaçladığı ve bu nedenle doğru rapor vermediği iddiası. Mahkeme, cezaların 6 ay ertelenmesi istemini reddederken Adli Tıp Kurumu'nun bu kişiler hakkında tekrar rapor düzenlemesini istedi. Önünde böyle yüzlerce dosya bulunan Adli Tıp Kurumu'nun Keleş ve Cebeci'yi tekrar muayene edecek zamanı nasıl yaratacakları ise merak konusu. Merak edilen diğer bir konu ise cezaevi şartlarında yaşaması mümkün olmayan Cebeci ve Keleş'in geçecek zaman sonunda ölüm ve yaşamın hangi kıyısında olacakları.

İki zıt karar Diğer taraftan İstanbul 3 No'lu DGM, İstanbul 6 No'lu DGM'nin tam tersine bir karar verdi. Mahkeme, ölüm orucunda bulunan Muzaffer Acunbay'ın Wernicke-Korsakoff teşhisi konması nedeniyle tahliyesini kararlaştırdı. Mahkeme heyeti, Acunbay'ın işlediği varsayılan suçun ağırlığından, mevcut hali ve delil durumundan söz ederek, "Her ne kadar tutukluluk halinin devamı şartları mevcut ise de yaşam hakkının her şeyin önünde bulunduğu kuşkusuzdur, tutukluma bir tedbirdir, mevcut haliyle tehlikeli kişiliği kalkmamıştır, şartların düzelmesi halinde yeniden tutuklama olanaklıdır, sağlığına kavuşturulması bakımından tahliyesinde şüphesiz yarar ve dolayısıyla zorunluluk görülmüştür" şeklinde bir karar verdi.

Mahkemeler çelişiyor Öte yandan ölüm orucunda bulunan ve cezaevi şartlarında yaşayamayacak arazlara sahip olan tutuklu ve hükümlülerin tahliyesi noktasında mahkemelerin ortak bir tutum belirleyememesi dikkat çekiyor. Mahkemeler ceza ertelemesini öngören CMUK 399/2. maddesini uygulamak için "maddenin hükümlülere uygulanmak üzere düzenlendiğini bu nedenle tutuklulara uygulanamayacağı, tutuklunun sorgusunun yapılmamış olması, suçun ağır olması" gibi nedenler kullanıyorlar. Hatta kimi mahkemeler kendi kararları arasında çelişiyorlar. Buna en güzel örnek İstanbul 2 No'lu DGM'nin, Adli Tıp Kurumu tarafından Wernicke-Korsakoff teşhisi konan Tamer Tuncer'in hükümlü değil tutuklu olması nedeniyle tahliye isteminin reddedilmesi. Çünkü aynı mahkeme tutuklu olan ve aynı hastalığın görüldüğü Veysel Çınar'ın cezasını altı ay erteledi. src=/resim/b1.gif width=5>
Başa dön


Rant değil hastane İstanbul Tabip Odası, Haydarpaşa Numune Hastanesi'ne bağlı olması gereken araziye benzinlik, eczane ve büfelerin kurulmasına tepki gösterdi. Kaçak yapılaşmanın olduğu arazi önünde dün düzenlenen basın açıklamasında, bu arazinin kanunsuz olarak satışının yapıldığı belirtilerek, araziye depreme dayanıklı hastane yapısının kurulması istendi. Ayrıca Numune Hastanesi çalışanları bu arazinin hastaneye bağlanması için imza kampanyası başlattı. Basın açıklamasında ilk söz alan Türkiye Tabipler Birliği MYK Üyesi Kürşat Yıldız, arazinin tarihi hakkında bilgi verdi. Bu arazinin Numune Hastanesi'ne bağlı ve SİT alanı içinde olduğunu belirten Yıldız, benzin istasyonunun kaçak olduğunun belediye tarafından belirlendiğini, mühürlenmesine karşın işletilmeye devam edildiğini söyledi.

Kamu görevlisi aranıyor Daha sonra söz alan İstanbul Tabip Odası Basın Sözcüsü Rıfat Yücel, bu arazinin Numune Hastanesi'ne bağlı olduğunun mahkeme kararı ile belirlendiğini belirterek, bu araziye depreme dayanıklı hastane binası kurulmasını istedi. Yücel arazinin çok değerli olduğunu ve bu yüzden devletin üst kademelerinde bulunan kişiler arasında dahi arazi için çatışma bulunduğunu dile getirdi. Yücel, "Kamu arazisine sahip çıkacak kamu görevlisi arıyoruz" dedi. Basın açıklaması sırasında konuşmacılara bağıran ve "İşiniz bitti" diyerek tehdit eden biri gözaltına alındı. Bu kişi, basın mensuplarına da saldırdı. Basın açıklamasının bu olayla kesilmesi üzerine, araziye ilişkin bilgiler yazılı olarak dağıtıldı.

Arazinin geçmişi Numune Hastanesi bitişiğinde bulunan ve sağlık hizmeti için tahsis edilen arazinin bir kısmı kamu kurumlarına tahsis edilirken, bazı parseller sahte vakıf aracılığı ile hileli yöntemlerle satıldı. 1969 yılında yapılan satışla Petrol Ofisi Genel Müdürlüğü'ne mülkiyetine geçen parsel üzerine ruhsatsız olarak inşa edilen benzin istasyonuna ve 19 işyerine İmar Affı gerekçe gösterilerek ruhsat verildi. 1994 yılında ise arazinin geri alınması için hastane yönetiminin ısrarı ile Hazine, gerçekdışı evrak ile suistimal yapılarak satış yapıldığı gerekçesiyle dava sürecini başlattı. 5 yıl süren dava sonucunda Üsküdar 3. Asliye Hukuk Mahkemesi satış işleminin iptali, tapunun Hazine adına tescil edilmesi ve yapıların yıkılması kararını verdi. Petrol Ofisi'nin itirazı da Yargıtay 1. Hukuk Dairesi tarafından reddedildiği için, karar yılında kesinleşmiş oldu. Bu kararlar sonunda parsel için gerçekdışı tapu düzenleyen tapu memuru Hayri Akarsu mahkûm oldu.

SİT alanı Kültür Bakanlığı da, parselin eski eser koruma alanı içinde olduğunu belirterek, arazinin hastaneyle birleştirilmesini istedi. Büyükşehir Belediyesi Gayri Sıhhi Müesseseler İnceleme Kurulu da benzinliğin ruhsatsız çalıştığını belirleyerek, mühürledi. Ama mühürler sökülünce, karar ocak ayı içinde tekrar uygulandı. Buna yapılan itirazı da Danıştay reddetti. Bu arada, arazide inşaatlar devam ediyordu. Üsküdar Belediyesi araziyi hastaneden ayıran bir duvar ördürdü ve yeni dükkanlar kuruldu. Şimdi Yargıtay kararının uygulanmamasına gerekçe olarak, Milli Emlak Müdürlüğü'nden geldiği belirtilen bir yazı gösteriliyor.