11 Ocak 2002 22:00

İtalyanların Woody Allen'ı

"Oğul Odası" isimli filmi sinemalarda gösterilen İtalyan yönetmen Nanni Moretti, son yılların önde gelen sinema adamları arasında gösteriliyor.

Paylaş
İtalyanların Woody Allen'ı "Oğul Odası" isimli filmi sinemalarda gösterilen İtalyan yönetmen Nanni Moretti, son yılların önde gelen sinema adamları arasında gösteriliyor. Cannes Film Festivali'nde Altın Palmiye kazanan "Oğul Odası", bir ailenin dramatik öyküsünü anlatıyor. İtalyanları Woody Allen'ı olarak adlandırılan Moretti'nin çeşitli İtalyan gazetelerinde yer alan söyleşilerinden bir derleme sunuyoruruz. Bu filminizle birlikte çok dramatik bir öykü geliştirme amacıyla 'komedi' ve 'mizah'ı terk ettiğiniz ve kulvar değiştirdiğiniz söylenebilir mi?Bu filmde çok sevilen birisinin ölümünden kaynaklanan acıyla bağlantı kurma ihtiyacını hissettim. Ölüm olayının kurbanı olan insanla çok yakın olan insanların verdiği tepkileri vermeyi hedefledim. Bu öyküyü filmleştirmeye gerçekten çok ihtiyacım vardı. Bir filmin beraberinde getirdiği birtakım duygulara hiç bu kadar yakın olmamıştım. Böyle bir şey daha önce hiç olmamıştı. Bağlantı kurmak istediğiniz bu acı, kaynağını nereden alıyor?"Sevgili Günlük"ten sonra bu filmin tredmanını zaten yazmıştım. Acı nereden mi geliyor? Bu biraz da zamanın geçmesine bağlı bir olgu… İnsanlar yaşadıkça ölümü daha çok düşünmeye başlıyorlar. Bunun, benim kanser hastası olmamla bir ilgisi yok. Çünkü o dönemde ölümden korkmuyordum. Sadece şimdiye kadar bu filmi yapmaya zaman bulamadım. Bu film, başkalarının ölümüyle ilgili. İnsan sevdiği birisinin ölümüne nasıl tepki gösterir? Sevilen birisinin ölümünden sanra yaşam nasıldır? İnsan yaşlandıkça ölüm üzerine daha çok düşünmeye başlıyor. Dolayısıyla böyle bir konuyu ele alan filmi yönetirken ben de aynı duyguyla yüzleşmeye çalıştım.Bir psikanalisti oynamak için neden bu kadar çok istek duydunuz? Psikanaliz konusunda çok kitap okudunuz mu? Evet, bu filmi yapmadan önce psikanaliz üzerine kitaplar okudum. Ancak onları okurken tek amacım film için birtakım ipuçları elde etmek değildi. Senaryoyu bazı psikanalistlere okutarak onların da önerilerini aldım. Ayrıca filmdeki hastaların bazıları da psikiyatri ve psikanaliz dergilerinde bulduğumuz klinik vakalardı. Senaryoyu yazarken bunları kendi anlayışımız doğrultusunda yeniden geliştirdik.Bu karakteri canlandırmak hiç de kolay olmamıştır… Eğer bu filmi 15 yıl önce yazmış ve oynamış olsaydım her şeyin daha farklı olacağına kuşku yok. Ayrıca bu filmde ilişkiye girdiğim karakterlerin kendi özel yaşamımdaki insanlarla ilgisi yoktu. Bu filmde karım Paola, oğlum ve kızım var. Üçü de kendi doğruları ve derinlikleri olan karakterler. Örneğin filmde anneyle oğlun göründüğü ve benim yer almadığım bir sahne var. Dahası, önceden de söylediğim gibi ilk kez kendimi filmin atmosferine ve duygusal yapısına bıraktım. "Sevgili Günlük"ün üçüncü kısmını çektiğim günlerde -kansere yakalandığımı keşfettiğim sıralarda- herhangi bir endişe, acı ya da panik duygusu hissetmemiştim. Dert ettiğim tek konu o filmdeki yönetimim ve oyunculuğumdu. "Oğul Odası"nda ise tam tersi oldu ve iletmek istediğim acı duygusuna absorbe oldum. Bu daha önce hiç yapmadığım bir şeydi.Ailenin oğlunun öldüğü ana gelelim. O sahnede onun öldüğünü görenlerin hiçbiri 'Öldü' sözcüğünü asla kullanmıyor…Daha sonraki sahnede sadece bir kez kullanılıyor. Ölen çocuğun kız arkadaşının telefonla aradığı ve Paola'nın ağlayarak söylediği sahnede…Filmde sporun oldukça yaygın olduğunu görüyoruz. Baba jogging yapıyor. Oğulları tennis oynuyor ve dalgıçlık yapıyor. Kızları da basketbol oynuyor. Filmin ilk tredmanında çok daha fazla spor türü vardı. Ancak olay çok dağılıp parçalanacağı için bu kadarıyla yetindim. Sonuçta Giovanni için sadece joggingi bıraktım. Her gün başka insanların acılarıyla bağlantı kuran bir psikanalistin de biraz olsun sessizlik ve dinginliğe ihtiyaç duyacağına inanıyorum. Filmin başındaki koşularını, oldukça neşeli biçimde limandaki rıhtım boyunca yapıyorlar ve bu koşularına Piovani'nin keyifli müziği eşlik ediyor. Daha sonra günbatımında yaptığı bir başka koşuyu görüyoruz. Ancak bu kez oğlunun okulundaki kaza nedeniyle daha sıkıntılı. Gece yaptığı üçüncü koşusunda ise adeta kendisini tüketmek istercesine hızlı koşuyor. Babanın kuşkuları giderek çoğalıyor ve Andrea'nın odasına gidip ondan geriye kalan eşyaları karıştırma ihtiyacı duyuyor. Bu noktada seyirci ilk kez olarak oğul odası üzerinde düşünmeye başlıyor. Ancak Giovanni'nin bunu yapmadığını görüyoruz… Senaryoyu yazarken, sıralarda bu öykünün sonunu nasıl bağlayacağınız konusunda kuşkularınız var mıydı? Evet. Tredmanı yazarken sonu bu şekilde değildi. Bunu Linda ve Heidrun ile birlikte bulduk ve hiç de kolay olmadı. Önceleri bu genç kız ve ailenin ondan aldığı mektup düşüncesi vardı. Sonra iki şeyi anlatmamızı sağlayacak bir şeyler bulmak istedik. Aradığımız o iki şeyden birincisi, Giovanni ile Paola arasındaki sorunları çözmeye yeterli olmayan, ama onların ayrılığını bir ölçüde durdurabilecek bir şey olmalıydı. İkincisine gelince… Ailenin oğlunun ölümüyle birlikte çıkılan bu yolculuğun sonunda aile bireylerinin yeniden birleşip birbirlerine bağlandığını görüyoruz. Bunu acı duygusunun gücüyle yapıyorlar. O ana kadar hepsi farklı yöntemler kullanarak ölümün getirdiği bu acı duygusuyla baş etmeye çalışıyor. Ancak o atmosferde acı duygusunun getirdiği bağlılık olgusu kırılmaya ve kendi kendisini yeni bir biçimde inşa etmeye başlıyor. Hatta deniz kıyısındaki o final sahnesinde bile, aile bireylerinin birbirine bağlılığının çok güçlü olmasına rağmen herkesin kendi yoluna gittiğini görüyoruz. Çünkü artık hiçbir şeyle baş edemeyecek durumdalar. Asla üstesinden gelemeyecekleri bir sorun var karşılarında… Yaşamları da asla eskisi gibi olmayacak. Çünkü bir şeyler engellenemeyecek biçimde kendi kendine çözülmeye başlamış artık… Ailende akademik kariyere sahip olan insanlar var, fakat sen onların izlerinden gitmedin ve bir film yapımcısı oldun. Eminiz insanlar senin sinemaya nasıl başladığını merak ediyorlar…Okulu 29 yıl önce bitirdim ve özellikle de 1972 yılındaki tatilimi hatırlıyorum. Bir arkadaşımla konuşuyordum, bana ne olacağımı sormuştu, ben de film yapmak istediğimi söyledim. O da bana "aktör olarak mı, yönetmen olarak mı?" diye bir soru sordu. Bense ona hepsi dedim. Biraz utanmıştım, çünkü yanlış bir etki yarattığımı düşündüm, kararsız biri gibi davranmıştım.
ÖNCEKİ HABER

Tahliyeye jandarma engeli

SONRAKİ HABER

"GATS'a uyum yasası"

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa