28 Aralık 2001 22:00

Bir Sunullah Arısoy vardı...

Bir Sunullah Arısoy vardı... "O güzel insanlar o güzel atlara bindiler, gittiler..."se de meydan sanıldığı kadar boş değil.

Paylaş
Bir Sunullah Arısoy vardı...Burhan GünelAradan yirmi iki yıl geçmiş. Adıma ilk imzaladığı kitabın adı "Sabrın Gülü", tarih 11 Şubat 1980, yer: Ankara. İkinci kitaptaki (Yanlış Yaşadık adındaki şiir kitabı) tarih 13 Şubat 1980. Yani iki gün sonra yine görüşmüşüz. Sonra da "Karapürçek" adındaki romanını imzalamış 12 Ocak 1989 tarihinde...M. Sunullah Arısoy'u anımsıyorum. Dingin görünüşlü bir beyefendi. Az konuşan. Konuşunca dinlemeden edilemeyen. Gözlük camlarının ardındaki gözleri uzaklara, derinlere, kimi zaman uzun uzun kendi içine bakan. Biraz mesafeli duran ama tanıdıkça açılan, pencerelerini aralayan bir kimlik... Arı dil savaşımcısı. Özgürlükçü. Toplumcu. İçten ve hesapsız. İnsana saygılı, insancıl. Sonuna kadar yurtsever...Bu saydıklarım, 1980 sonrasında yozlaşan toplumsal yapımızda, bencilleşen bireysel kimliksizleşme oluşumunda artık pek rastlayamadığımız, rastlansa bile çoğu "entel"lerin "dinozorlukla" bağlantılı olarak tanımladığı, giderek alay ettiği ya da suçladığı nitelikler. Küreselleşmenin kirlettiği dünyada, Yeni Dünya Düzeni denilen çürüme sürecinde edebiyatımızın uğradığı kirlenme, kimliksizleşme gerçekliğinde, en başta yurtseverlik bakışıyla oluşturulan edebiyat ürünü yoksulluğunda, kendi kuşağıyla birlikte (doğumu 1925) yurtsever ve toplumcu bakışıyla hâlâ ayakta duran, onurlu bir ad M. Sunullah Arısoy. Özellikle dil bilinciyle kotardığı ürünlerinin ve onlara kaynaklık eden yaşamının son gününe kadar dirençle sürdürdüğü aydınlanmacı savaşımcılığının dışında, ötesinde değil, tam da içinde, onurla yaşayan ve böyle bir yaşam anlayışına karşın özeleştiri yapabilen ve "Yanlış yaşadık" diyebilme yürekliliğini gösteren bir aydın; yineliyorum, bir yurtsever... Emekçi halkın her kesimini, özellikle küçük insanları kucaklayan geniş bakışlı bir insan sevgisiyle donanmış bir yürek, bir bilinç...İlk basımı 1958'de yapılmış olan "Karapürçek" adlı romanında şunları söyler: "Bu kasabanın uyanışını her zaman sevmişimdir. Leblebiciler dükkânlarını açtılar mıydı, mesele yoktu. Kasaba uyanmış demekti. Kavrulmuş nohut kokusu, bir çalkantı sesi çarşı içine doğru yayılırdı. Nalbantlar, demirciler... Sonra okul çocukları... Çocukların sabahları okula gidişlerini seyrederken, ama her zaman, içim titrer benim. Nasıl yaşama sevinci dolu, bir ses çığlığıdır çıkardıkları... Nasıl koşuşurlar, gülüşürler... Kasvetsiz yaşamanın ta kendisi!"Bunlar, günümüzün küreselci, postmodernist edebiyat anlayışında basit, gereksiz, anlatılmaya değmez, sıradan, giderek ayıp şeyler! Çünkü günümüzdeki renkli medyanın ve çirkinliğin görüntülü kanallarının arsızlıkla öne çıkardığı yaşam tarzı ve anlayışı Arısoy'un önemsediği ilişkileri ve insan sevgisini, yaşama sevincini çoktan tüketti; bunların üzerine kanlı, çamurlu, kirli süngerini çekti. Şimdi insani ve doğal güzelliklerden ve toplumsal gerçeklerden kaçış zamanı. Şimdi arabesk, şimdi dünya vatandaşlığı, yurtsuzluk, kimliksizlik, ilkesizlik, onursuzluk, paraya ve güce tapınma ve daha bin türlü yozluk geçerli."Karapürçek"teki genç öğretmen, kimsenin isteyerek gidip görev yapmadığı, zorla gönderilenlerin de kısa bir süre sonra kaçarak kurtulduğu bir dağ köyüne atanır. Köy, kömür havzalarından birindedir. Köye ulaşılmadan önce, bir kasabadan geçiliyor: "İşçi treni akşamdan kalma ter kokusu, ayak kokusu, kömür kokusu içindeydi. Sigara dumanı bir koyu yağmur bulutu gibi vagonları kapladı. İşçiler hep bir ağızdan konuşuyorlardı. Sürme çekilmiş gibiydi gözleri. (...)- Hani o üç numaranın ayağı var ya, bokun boku bir yer dinine yandığımın. Hava yok yavu, namussuz kömür bir de damarlı. Boğulacağız yavu havasızlıktan. Sekiz saat be. Sekiz saat bu! Boru mu? Herif, it oğlu it, elini kıçına koymuş, gelmiş, neymiş, on vagon kömür çıkacakmış. Dalga geçiyormuşuz. Ulan Allahsız, bir halimize bak be! (...)

Dişlerinin arasından tükürdü:- Namussuzum, dedi, beynini deleceğim bir gün..."Şimdi bunlar, postmodernist yazarların yazacağı şeyler değil. Yaşam, bu alıntıdakinden daha zor koşullarıyla ve acımasızlığıyla dayatılıyor yerli sermayenin kapılandığı siyasal güçler tarafından, bu koşullardaki bir işi bulmak bile zor artık günümüzde ama, bunları yazmak olmaz. Şimdi pornografi, şimdi kaçış, şimdi eğlence zamanı. Pek ünlü pornografi yazarlarımız, dil cambazlığıyla vakit geçiren, birbirlerini alkışlayıp duran entel şairlerimiz, cinselliğin bayağılaştırıldığı ortak çamurda debelenen televolecilerimiz, ulusal ve yerel olan ne kadar değer varsa hepsini karalayan küreselleşmeci, ikinci cumhuriyetçi köşe yazarlarımız bu konularla ilgilenmezler; çünkü onlar başka bir dünyada, başka bir ülkede yaşadıklarını sanırlar. Maden ocakları, işçi sınıfı, köyler, köylüler, işsizler, sürünenler, "Karapürçek" benzeri yurt köşeleri onların umurunda değildir. Şimdi yeniden "gül ile bülbül", cin-peri masalları, yıldız falları, küresel yolculuklar zamanı... İnançsızlık, bilinçle yaygınlaştırılan bilinçsizlik ve kimliksizlik genel geçer ve giderek "yükselen" değerlerdir! Oysa ne diyordu, ta 1958'de Sunullah Arısoy, sürdürelim ve görelim:"İnançlarım, ülküm, düşlerim, cesaretim, çalışma gücüm gerilemedi, paniğe uğramadı, çözülüp dağılmadı. Bakıyorum sağlam, taze, canlı. Madem ki hâlâ Karapürçek yolundayım; madem ki her adımda daha çok güven duymaya, kendimi bulmaya başlıyorum, o halde değişmemişim. İç savaş da, dış etki de yenilmiştir, zafer benim demektir."Romanın sonunda, bu anlayıştaki genç öğretmenin köyden ayrılmak zorunda bırakıldığını okuruz ama, içindeki köz söneceğine daha da canlanmıştır. İnançlı aydınlanma savaşımını sürdürecektir. Yine günümüze dönersek, küreselleşmenin edebiyat ve sanat anlayışını içi boş hayatlarına meze yapanların zaferi yurtdışında kotarılıyor artık. Sunullah Arısoy'un roman kahramanında olduğu gibi, bilinçte, beyinde ve yürekte değil. Bu süreçte, içimizdeki yabancılar (daha çok yerli Amerikalılar) tarafından pompalanıyor, pazarlanıyor, üne ve paraya dönüştürülüyor gelip geçici sanat edebiyat uğraşları ve bir okuyuşta tüketilen romanlar, öyküler, şiirler...

Evet, bir Sunullah Arısoy vardı..."O güzel insanlar o güzel atlara bindiler, gittiler..."se de meydan sanıldığı kadar boş değil. Toplum olarak belki çok değerimizi yitirdik ama hâlâ onurunu yaşamına ölçüt sayan, başını dik tutan, gelecek için umutlar taşıyan, bu umutları hayata geçirmek için namuslu çabalarda bulunan yazarlarımız, şairlerimiz var. Sunullah Arısoy örneğinde olduğu gibi, bu yurtsever yazarlar, şairler soyundan gelenleri, hiç ölmemişler gibi geleceğe taşıyan değerbilir aydın yurttaşlar da var. Bu gerçeklik, düş kurmamıza ve geleceğin güzelliklerini tasarlamamıza, kendimize olan güven duygumuzu tazelememize aracı oluyor. "Kişinin düş kurma gücü de olmasa yaşaması çok zorlaşacak. Bize yaşama gücü, geleceğimize umut bağlama gücü veren, o bitmez tükenmez düşlerimiz olsa gerek." diyen (*) Sunullah Arısoy'u içinden geçmekte olduğumuz bu kirlenme çağında çok özlüyorum.Kuşadası Eğitim Ve Geliştirme Vakfı'nın (KEGEV) düzenlediği "M. Sunullah Arısoy Şiir Ödülü"nü bu yıl genç şairlerden Haydar Ünal (Gelseydin O Gün adlı dosyasıyla) ve Mustafa Yıldız (Fotoğraflardaki Ölü Kuşlar başlıklı dosyasıyla) kazandılar. Yurtsever ve aydınlanmacı şairlerin şiir damarı geleneksel çizgisini gençlerle sürdürüyor. Aynı yarışmada "Sunullah Arısoy Şiir Emeği Ödülü"nü kazanan Asım Öztürk de (doğumu 1950) hem emeğe saygılı ve emeğin yanındaki duruşuyla seçikleşen savaşımı, hem aydınlanmacı tavrının somut karşılığı olan şiirlerindeki bilinciyle bu çizginin gelişmesine katkıda bulunanlardan birisi. Bu durumda umutsuzluğa kapılmanın haklı bir gerekçesinin olamayacağını düşünüyorum. İnsanlığın geçmişinde, hiçbir dönemde aydınlık güçlerin karanlıkçı güçlere göre sayısının daha fazla olmadığının bilinciyle, geleceğe inanıyorum. Her şeye karşın, insanlık kendini geliştirecek ve güzelliği yaratacaktır. Öyleyse düş kurabiliriz; umutlarımızı yeşertmek ve geleceğin güzelliklerini yaratmak için çabalarda bulunmak koşuluyla... M. Sunullah Arısoy, ürünleriyle olduğu kadar onurlu yaşamıyla da bu konuda bana güç veriyor. Saygıyla anıyorum.

(*) Karapürçek, roman, M. Sunullah Arısoy, 2. baskı, 280 sf., Varlık Yayınları, 1972 İstanbul.

ÖNCEKİ HABER

Cendereliler yağmur duasında

SONRAKİ HABER

Direnen Aktif işçilerinin öğrettikleri

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...