14 Aralık 2001 22:00

NATO-AGSP çatışmasında Türkiye

Kasım sonunda yapılan görüşmelerde Türkiye'nin AGSP ile ilgili kaygıları bazı "taahhütlerle" giderildi. Türkiye'nin "ulusal kaygıları" hangi gerçek çelişkileri gizliyor?

Paylaş
NATO-AGSP çatışmasında TürkiyeHazırlayan: Nuray SancarTürkiye, ulusal çıkarlarını ilgilendiren bir sorunla daha karşı karşıya kalmış gibi görünüyor. Avrupa ordusunun kurulması projesini içeren Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası (AGSP)'nın Kıbrıs, Ege, Kafkaslar gibi kadim milli meselelerle iç politika gündemimize girmesi sorunun böyle görünmesinin nedeni. Bu yüzden, görüşmeler sonucunda AB'den alınan güdük taahhütler, "AGSP'nin kilidinin bize rağmen açılamayacağı" söylenerek deklare edildi. Şu zamana kadar Türkiye'nin, kendisini eşikte oyalayan Avrupa Birliği (AB)'ne, ordusunu kurarken pürüzler çıkartabilecek kadar güçlü olduğuna dair yapılan imâlar, mesele çözmek kadar ulusal özgüven körüklemekle de meşgul olan politika erbabıyla medyanın, bu süreçten kazandığı bir başka sonuç oldu. Bu ulusal özgüven duygusu, AB kapılarında örselendiği varsayılan Türklük gururunun bir nebze onarılmasına düşük dozlu da olsa, ilaç gibi gelmişti.Ayın başında, ABD, Türkiye ve AB ülkelerinden çok ABD'nin politik çıkarlarının sözcüsü ve sadık müttefiki İngiltere arasında yapılan görüşmelerde, sorun şimdilik esnek ara formüllere sıkıştı. Dün Laeken'de başlayan zirve ise bu formüllerin ameliyat masasına yeniden yatırılacağı bir platform.Laeken yolunda, Türkiye, üyesi olmadığı AB'nin ordusunun herhangi bir operasyonda NATO'nun olanaklarını kullanma isteğine Kıbrıs ve Ege sorununu ileri sürerek karşı çıkıyordu. NATO üyesi bir ülke olarak kendi "ulusal güvenliğini ilgilendiren" bu bölgelere yönelik herhangi bir müdahalede, eğer AGSP ile ilgili karar alma süreçlerine dahil edilmezse veto hakkını kullanacağını ileri sürdü. Çünkü NATO prosedürü, kararların oybirliğiyle alınmasını öngörüyor. Ve Türkiye de AGSP sürecine, NATO'da sahip olduğu bu oy hakkıyla dikleniyor. Oy hakkı şu bakımdan da önemli; formüllerin Laeken'de kabul edilmesi yeterli olmayacak, daha sonra NATO'nun da onayına sunulacak.Türkiye, NATO oy kartıyla Avrupa'ya efelenmesinin nedenini, AGSP'den gelen ulusal tehdidi bertaraf etme kaygısıyla ifade etse de; hem AB ülkeleri, hem ABD, hem Türkiye, sorunun bütün tarafları pazarlıkların gerçekte ne için yapıldığının farkında. Fırtına bu yüzden bir bardak suda çıkmıyor. Onca lakırdının satır aralarında gizlenen gerçek, meselenin Avrupa ile ilişkilerini 11 Eylül konsepti olarak adlandırılan dönemde yeniden düzenlemeye çalışan ABD'nin, AGSP sürecinde Türkiye üzerinden "emsal kararlar" aldırma çabasından ibaret olduğunu gösteriyor. Bu yüzden pazarlıklar, "Kızım sana söylüyorum gelinim sen anla" mesajıyla sürüyor. Çünkü, sorun Türkiye'nin AB ile ilişkilerinden daha çok, ABD ile AB arasındaki çelişkilerin ve ilişkinin geleceğini ilgilendiriyor. Daha doğrusu dünya yüzündeki hegemonik mücadelenin hangi hukuki çerçeveye sığdırılmaya çalışılacağını ve bu kavganın galibinin kim olacağını.

"EN İYİ AGSP, NATO'DA ERİYEN BİR AGSP!"AGSP, Avrupa'nın eski bir düşü. Gerçekleştirme olanağını bulabilmek için soğuk savaşın bitiş tarihini beklemek zorunda kaldı. Sovyetler Birliği'nin yıkılmasıyla ortaya çıkan hegemonik boşluk, bu süreçte gitgide gelişen Avrupa kaynaklı tekellerin de iştahını kabartmıştı. Dünyanın paylaşılmasıyla ilgili ortak çıkarları doğrultusunda, aralarındaki anlaşmazlıkları sonraki süreçlere devrederek birleşik bir Avrupa yaratmak için kolları sıvayan Batı Avrupa ülkeleri, önlerinde açılan Doğu yolunu zorlamak için konjonktürün çok uygun olduğunu düşünüyorlardı. ABD ile ancak hep birlikte baş edebilirlerdi.Engelleyemediği eğilimle uzlaşmak zorunda kalan ABD için ise, AB'nin varlığı hegemonik statüsünü baki kılmak için yeni manevralar geliştirme zorunluluğu anlamına geliyordu. AGSP de NATO'nun gücünün sınanacağı yeni mevzilerden biriydi.ABD emperyalizmi, dünyayı ekonomik, siyasi, kültürel ve askeri bakımlardan sil baştan ele alıyor. Her şey yeniden düzenleniyor. Bu süreç, NATO için de yeni egzersiz olanakları sunmakta. AGSP işte bu olanaklardan biri. Çünkü Afganistan saldırısında NATO'nun hâlâ işlevli olduğunu ve bu örgüt vasıtasıyla öteki ülkeler üzerindeki liderliğinin sürdüğünü kanıtlamaya çalışan ABD, AGSP'yi de NATO'ya sığdırabileceği formülleri arıyor, buna ilişkin manevralar yapıyor.Türkiye'ye, "iki NATO üyesi ülkeyi ilgilendiren soruna AGSP'nin müdahale edemeyeceği" ya da "bir NATO ülkesinin müdahale ettiği soruna AGSP'nin karışamayacağı" yolunda verilen güvenceler, gerçekte AB ile ABD'nin dolaylı müzakeresine verilmiş bir yanıt olmaktan öte bir anlam taşımıyor. Zira, Türkiye ile yaşanan şimdiki somut sorun bir kenara bırakıldığında, güvencelerin daha geniş bir imayı gizlediği de anlaşılıyor. İfadelerdeki "NATO üyesi" tanımıyla, aslında, ABD'nin müdahalelerine karışamayacak, karşı çıkamayacak bir AGSP çerçevesi çizildi. En azından bunun girişimi yapıldı. ABD'nin arkadan iterek AB'ye "hot zot çektirttiği" Türkiye, bu yüzden Kıbrıs, Ege, Kafkaslar gibi sınırlarına yakın bölgelere olası harekatlara dair ileri sürdüğü endişeleriyle ulusal bir kaygı gütmüş olmuyor, ABD'nin NATO ve Avrupa'nın yeniden düzenlenmesine ilişkin beklentilerinin sözcülüğünü yapıyor. Bu durum ABD'nin AGSP'ye dolaylı şantajlarının postacısı pozisyonuna soyunmak anlamına geliyor. Türkiye yine AB'nin kapısından içeri alınmayan bir ABD velvelecisi, bir Truva atı olmaya devam ediyor.
TARİHÇELİ AGSK SORUNUYrd. Doç. Dr. Mensur Akgün (İstanbul Kültür Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi)AB-Türkiye ilişkileri benim akademik ilgi alanımın dışında. Ancak yaklaşık yedi yıldır yazdığım köşe yazıları nedeniyle Avrupa'da olan biteni ister istemez izliyorum. Türkiye'nin AB üyeliğini, Kopenhag kriterlerine uyum sağlamasını destekliyorum. AGSK tartışmaları Türkiye'nin gündemine girdiğinden bu yana da AGSK'nın ne olduğunu, ne istediğimizi, neden istediğimizi anlamaya çalışıyorum.Sanıyorum okuduklarımla, yaptığım görüşmelerle ilk iki sorunun cevabını buldum. Aslında son sorunun yani "neden AGSK konusunda taleplerde bulunduğumuzun" cevabını da bildiğimi sanıyordum. Ama Yunanistan'ın, İngiltere, Amerika ve Türkiye'nin vardığı uzlaşmaya hafta başında AB Dışişleri Bakanları toplantısında itiraz etmesi yanıldığımı ortaya çıkardı. Demek ki AGSK konusu sadece üyelik için kullanılan bir manivela değilmiş. Pazarlığın kendi başına siyasi değeri de varmış.Başka bir deyişle kurulacak olan AB gücü gerçekten de Türkiye'nin çıkarlarını yakından ilgilendiren yerlere "müdahale" edecekmiş. Benim orada-burada önerdiğim "kayıtsızlık" politikasının benimsenmesi doğru olmazmış. Türkiye coğrafyasına, askeri potansiyeline, NATO'nun problemli dediği 16 bölgenin 13'ünün bizim yakınlarımızda olmasına bakarak politika yapılamazmış. Uslu çocuk oyunu oynanamazmış.Ama neyse ki size hâlâ anlatacak şeylerim var. Çünkü AGSK meselesi dünya politikası ve bizim geleceğimiz açısından ziyadesiyle önemli. Bir askeri mekanizma olarak geleceğinden giderek ümit kesilen NATO yerine Avrupa'nın güvenliğini sağlayacak bir kimliğe bürünmesi olasılığı çok güçlü. Her ne kadar şimdilik AB, NATO'yu taklit etmemeye, ABD'yi üzmemeye dikkat etmekteyse de, 2003 yılından sonra müdahale yeteneği kazanıldığında siyasetin farklılaşmayacağını, AB'nin nükleer caydırıcılığı da ODGP içine katmayacağını kimse garanti edemez.Bu yüzden terminolojisini ve tarihçesini bilmekte fayda var. Her şeyden önce AGSK, Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği anlamına gelen, NATO içi bir kısaltma. Bunun AB içindeki yansıması ise ODGP, yani Ortak Dış ve Güvenlik Politikası. Tarihi epeyce eskilere dayanıyor. Fakat hayata geçebilmesini Soğuk Savaş'ın bitmesine borçlu. Şimdilerde, ODGP bir başka kısaltmayla birlikte kullanılıyor. O da 1998'de tedavüle giren AGSP, yani Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası.ODGP'nin tarihçesi genellikle 1950'li yıllara dayandırılır. Kore Savaşı'nın yarattığı konjonktürde Almanya'nın silahlandırılması gündeme geldiğinde bunun kaş yaparken göz çıkartmaya dönüşmemesi için, Avrupa Savunma Topluluğu (EDC) projesi ortaya atılır. 1953'de bu projeye siyasal kimlik de kazandırılmaya çalışılır. Fakat 30 Ağustos 1954'de Fransız Parlamentosu'nun projeye hayır demesi bütün hayalleri suya düşürür.İkinci deneme 1960'lı yılların başında gerçekleşir. Fouchet Planı olarak bilinen Fransız inisiyatifi, AET üyesi ülkeler tarafından NATO'yu zayıflatacağı endişesiyle reddedilir. 1969'daki Lahey Zirvesi'nde AET üyesi 6 ülke siyasi işbirliğinin gerekli olduğunu söyler ve bir yıl sonra da Lüksemburg'da Davignon Raporu'nu kabul ederek Avrupa Siyasi İşbirliği (EPC)'nin temellerini atarlar. Zaman içinde EPC üyeleri tatmin etmez hale gelince, ortak dış ve güvenlik politikası geliştirmek için siyasi işbirliğinin yolları aranır.ODGP, 1992'de Maastricht Antlaşması ile kurulur ve 1997'de imzalanan Amsterdam Antlaşması ile güçlendirilir. Ancak tüm bu "kurumsal" gelişmenin ötesinde bir başka değişim de Britanya'da yaşanır ve iktidara gelen İşçi Partisi hükümetinin Başbakanı Tony Blair, ülkesinin yıllardır karşı çıktığı AB'nin güvenlik ve savunma alanında rol oynamasına yeşil ışık yakar. Haziran 1999 Köln Zirvesi'nde AB ülkelerinin liderleri örgütlerine güvenlik ve savunma alanında ortak politika geliştirebilmesi için gerekli imkan ve araçları temin edeceklerini dünyaya ilan ederler.Bu arada AB üyesi ülkeler Batı Avrupa Birliği (BAB)'nin de ipini çekmeye karar verirler. BAB'ı kuran antlaşmanın beşinci maddesindeki ortak savunma yükümlüğü dışında, Petersberg görevleri olarak bilinen krizlere müdahale etmeyi kendilerine iş edinirler. Bu amaçla sınırlarının 4 bin kilometre uzağındaki bir krize müdahale edip en az bir yıl orada kalacak şekilde hazırlanacak, 60 bin kişilik bir gücün oluşturulması için adımlar atmaya başlarlar. Geçtiğimiz yıl 20 Kasım'da bu güç 400 uçak ve 100 savaş gemisinin desteği de dahil olmak üzere kağıt üstünde oluşturulur. Türkiye de, bu güce istedikleri yerine getirilirse 6 bin kişilik bir katkıda bulunacağını taahhüt eder.Ancak hepimizin bildiği gibi Türkiye'nin istekleri yerine getirilmez. Müzakereler çok yakın zamana kadar devam eder. Türkiye AB'nin otonom operasyonlarında söz hakkı talep eder. Ulusal çıkarını yakından ilgilendiren bölgelerde asker göndermeden önce de işin içinde olmak ister. Geçtiğimiz günlerde İngiltere ve Amerika ile varılan mutabakat ile istediklerinin bir kısmını elde eder. Fakat Yunanistan sanki müzakerelerden haberi yokmuş gibi mızıkır. Bu yazı kaleme alındığı saatlerde Yunanistan ikna edilememiş, AGSK sorunu çözülememişti...
TÜRKİYE'NİN AGSP'SİErtuğrul Kürkçü (Gazeteci - Yazar):Ecevit'e inanırsak; Türkiye, ABD ve İngiltere arasındaki müzakerelerden sonra Ankara'nın bütün "kaygıları" giderildi ve Türkiye, NATO bağlamında Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası (AGSP)'na -özcesi AB ordusuna- ilişkin çekincelerini kaldırdı... Artık Avrupa ordusu Türkiye'nin de NATO'ya sağladığı imkanlardan yararlanarak faaliyet gösterebilecek. Türkiye'nin kaygılarının temelindeyse Kıbrıs ve Ege sorunları dolayısıyla Yunanistan ile çıkması muhtemel bir çatışmada Avrupa Ordusu'nun bir AB üyesi olan Yunanistan'ın yanında yer almasının yattığı açıklandı. Ancak, bu uzlaşma öncesinde kopartılan gürültüyle, uzlaşmanın gerekçesi arasında bir asimetri, bir uyarsızlık olduğunu ilk bakışta görmek mümkün. Çünkü Türkiye'nin uzlaşma öncesi ileri sürdüğü çekince gerekçeleri arasında Kıbrıs ve Ege sorunları ve Yunanistan ile olası bir çatışma, hiç değilse kamuoyu önünde, telaffuz edilmiyordu. AGSP tartışması Ankara'yı, bu yeni askeri düzenlemenin dışında kalma olasılığı bakımından kaygılandırıyordu. Örneğin, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu, Cumhuriyet Bayramı dolayısıyla verdiği resepsiyonda şöyle söylüyordu: ''Türkiye'nin çıkarı, Avrupa'nın yeni güvenlik mimarisinin içinde yer almaktır."Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt da, ''Ya içindesindir çemberin ya dışında. Bunun ortası olmaz,'' diyordu.

Sorun Neydi? Genelkurmay Başkanı "sorun"u da şöyle özetliyordu: ''Şimdi yeni bir yapılanma söz konusu. ABD, Avrupa'ya 'NATO imkânlarını da kullanarak kendi güvenlik mimarini kur' diyor. AB de bunu adım adım gerçekleştirme sürecinde. Burada bize yer vermek istemiyorlar. Hem NATO'nun imkân ve kabiliyetlerini kullanacaklar hem bizi devreye sokmayacaklar. Bu olmaz. NATO'nun sorunlu bölge kabul ettiği 16 alan var. Bunlardan 13'ü bizim etrafımızda. Buraları AB'nin de ilgi alanı içinde. Bizi devreye sokmadan orada ne yapabilirler?'' Kıvrıkoğlu, AB'nin tutumunu da şöyle özetliyordu: "Biz sorunu ABD ile çözeriz, diyorlar. Bir bakıma, 'ABD sizi ikna eder' demeye getiriyorlar. Tabii konu henüz masada. Çözüm için Türkiye'nin güvenlik mimarisinin dışında olmayacağı öneriler getirmeleri gerekir. Henüz onlar yok.''''Plana göre AB, NATO şemsiyesinden yararlanacak. Böylece ABD de kritik durumlarda devreye girme ortamını bulacak. ABD, AB'nin tamamen bağımsız bir güvenlik yapısı oluşturmasını istemiyor.''

Ne Oldu? Genelkurmay'ın AGSP'ye yönelik çekinceleri arasında Kıbrıs ve Ege sorunları bundan sadece bir ay öncesine kadar hiç telaffuz edilmezken şimdi, çekinceler kaldırılırken "Kıbrıs" konusunda alınan "güvenceler"den söz edilmesi nasıl açıklanabilir? Bu uyarsızlığın açıklaması, Genelkurmay İkinci Başkanı Yaşar Büyükanıt'ın veciz ifadesinde aranabilir: "Ya içindesindir çemberin ya da dışında." Besbelli, müzakereler sonunda Ankara'nın çemberin içinde olacağı taraflarca kabul edilmiştir. Çekincelerin kaldırılış gerekçesi olarak ileri sürülen "AB ordusunun Kıbrıs konusunda tarafsız kalacağı" konusu ise bu alışveriş sırasında değiştokuş edilen kozlarla ilgilidir: Türkiye, AGSP sürecinde askeri vazgeçilmezliğini dayatmış; buna karşılık, Kıbrıs'ın AB üyeliğine "evet" demiş; ancak, Kıbrıs sorununa Ankara'nın güvenlik kaygılarını giderecek bir çözüm bulmayı da bütün taraflar ortaklaşa üstlenmişlerdir. Bu sürecin orta yerinde Denktaş-Klerides görüşmelerinin durup dururken beklenmedik bir muhabbetle, "ekmek kadayıfı" eşliğinde başlaması, bu pazarlık sürecinin seyri bakımından bir gösterge olarak kabul edilebilir.

AGSP neyi hedefliyor? AGSP'nin en önemli ilkesi önce Saint-Malo Deklarasyonu'nda dile getirilen, daha sonra Köln, Helsinki, Feira ve Nice Zirveleri'nde de tekrarlanan "AB'nin Karar Verme Özerkliği ve Örgütsel Çerçevesinin Korunması" ilkesi. Bu, AGSP bağlamında AB'nin kararlarını NATO'dan bağımsız olarak alacağı ve uygulayacağı anlamına geliyor. Dolayısıyla AB, daha önce Avrupa Konseyi çerçevesinde Türkiye'nin de dahil olduğu Batı Avrupa Birliği'nin NATO karşısındaki durumundan farklı bir statü ihdas ediyor. Buna göre AB, NATO'nun bir bütün olarak angaje olmadığı durumlarda, askeri faaliyetlerde bulunmak üzere özerk karar yetkisine sahip olacak. Bu durum, AB'nin NATO olanak ve yeteneklerini kullanmak istemesi halinde sorun yaratıyor. NATO üyesi olup AB üyesi olmayan Avrupa Konseyi üyeleri (Macaristan, Çek Cumhuriyeti, Polonya, İzlanda, Norveç ve Türkiye), bu bağlamda AB karar mekanizmalarından dışlanıyor. AB bu ülkelere sadece danışma aıırlıklı bir katılım öngörüyor. Türkiye'nin bugüne kadar AB'nin NATO olanak ve yeteneklerine otomatik erişimine izin vermeyeceğini açıklamasının nedeni buydu.

"Acil Müdahale Gücü" Türkiye'nin AB aday üyeliğinin karar bağlandığı, Helsinki Zirvesi'nde AB'nin, 2003'de faaliyete geçecek bir acil müdahale gücü kurması da kararlaştırıldı. Bu, 50-60 bin kişilik gücün hava ve deniz kuvvetleri ile de tamamlanması öngörülüyor. Bu güç 60 gün içinde toplanabilecek ve en az bir yıl operasyon bölgesinde faaliyet gösterecek şekilde hazırlanacak. Ancak, "acil müdahale gücü" bir "Avrupa ordusu" değil; sadece operasyon zamanında toplanması söz konusu. Brüksel'de geçen yıl yapılan "Askeri Taahhüt Konferansı"nda da 100 bin kişilik bir ihtiyat gücü oluşturulması kararlaştırıldı. Türkiye bu güce karar alma mekanizmalarına tam katılım koşuluyla kuvvet tahsis edebileceğini bildirdi.

Türkiye'nin rolü ve hevesleri AB üyesi ülkelerin NATO dışındaki askeri kapasiteleri sınırlı. Ancak, siyasi ve ekonomik egemenlik alanlarını genişletme ihtirasları kabarık. Özellikle, Soğuk Savaş ve 11 Eylül sonrası daha önce inisiyatif göstermedikleri Ortadoğu ve Orta Asya ile Kafkaslar ve Balkanlar'da hareket kabiliyeti kazanmak AB'nin başlıca öncelikleri arasında. Bu hedefler Türkiye'yi yönetenlerin yeni bölgesel ihtiraslarıyla hem örtüşüyor, hem çelişiyor. Ancak, bütün askeri kapasitesini NATO'dan ve özellikle ABD'den edinen AB adayı Ankara, AB tarafından Washington'ın AGSP içindeki "Truva atı" olarak görülmeye devam edildiği sürece, bir yandan Türkiye'yi yönetenlerin lafta "Avrupa düşmanlığı" ile bu tafralarla ilk bakışta uyuşmayan hızlı "uzlaşmalar"ına bir arada tanık olmaya devam edeceğiz gibi görünüyor. Ancak kesin olan bir şey var gene de: Türkiye artık askeri yöneticilerinin de rızasıyla "çemberin içinde." Çemberin dışında ise Ortadoğu ve Asya'nın yoksul ve ezilen halklarıyla, onların yeni bir "küresel talan" dalgasına hedef olacak zenginlikleri var... Türkiye'nin Brüksel'e giden yolu Orta Asya ve Ortadoğu'dan geçiyor...
ABD İÇİN DENETLENEBİLİR OLMALIErgin Yıldızoğlu (Gazeteci - Yazar)Avrupa Birliği (AB) sürecinin birkaç yönü var. Bunlardan biri ortak para sistemine geçmekti; ikincisi de ekonomiler benzeşmesi süreciydi. AB ülkeleri, gittikçe tek ekonomiye dönüşmek istiyor. Üçüncü boyut ise siyasi boyuttur; burada da ortak bir anayasa çerçevesinde ilerleme esası söz konusudur. Tüm bunların arka planında ise Avrupa tekellerinin 1950'lerden bu yana uluslararası rekabet gücünü artırma ve ABD, Japon, Uzakdoğu sermayesine karşı konumlanabilme kaygısı yer alıyor. AB'nin gelişme sürecini 1980'lerden bu yana bu tekellerin belirlediğini görüyoruz. AB'nin askeri girişimleri de bu gerçekle bağıntılı, çünkü uluslararası bir güç odağı olabilmek için aynı zamanda askeri bir güce de ihtiyaçları var. AB ortak savunma gücü bu yüzden gündemdedir ve bunun için inşa edilmeye çalışılıyor. Ama şu anda dünyadaki hegemonik güç ile geri kalanlar arasında olağanüstü bir asimetri var. Dolayısıyla yeni oluşan güç, var olan gücü dikkate almak zorunda. Onu fazla karşısına almadan, onunla birlikte yürüyerek yapması gerekiyor bunu. ABD de bu yeni oluşan gücü mutlaka kendi kontrolünde tutmak istiyor, bu yüzden NATO komutası altında birleştirmeye çalışıyor. Bu yüzden bölgede atılacak adımlarda karar hakkının, tercih hakkının NATO'ya ait olması gerektiğini düşünüyor. Çünkü NATO tamamen ABD'nin denetiminde bir aygıt. Dolayısıyla ABD'nin yaklaşımı da: "Madem istiyorlar, böyle bir şey var olsun, ama benim komutam altında olsun, benim tercihlerimin içinde kalsın. Otonomisi ya da bağımsızlığı alıp başını gitmesin" doğrultusunda.
ÖNCEKİ HABER

Huzursuz seyirlerin yönetmeni

SONRAKİ HABER

Yereller nasıl güçlenecek!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...