03 Kasım 2001 22:00

Hozat'ın mahpus arıları

Doğal ortamın bozulması yetmezmiş gibi arıları yaylaya çıkarıp yayılmalarına izin vermeyen yayla yasağı da ayrı bir sorun oluşturuyor.

Paylaş
Hozat'ın mahpus arılarıAYAK İZLERİ / Adnan Özyalçıner1870 yılında Dersim'e vali olarak gönderilen Fikri Paşa'nın isteğiyle hükümet konağı, okul, kışla ve cami yapılarak ilk yerleşim yerlerinden biri olarak kurulan Hozat, uzun yıllar Dersim'e merkezlik etmiş. Gelişmiş. 1937-1938 kırımında köyleri, insanlarıyla birlikte kendi de yanmış, yakılmış, sürgüne uğramış. Haritadan silinmemiş, ama içine kapanmış.İşte bu içine kapanmış görünümüyle karşıladı bizi. Gece, Hozat'a yüksekçe bir tepeden bakan bir dost evinde kaldık. Oraya yarı asfalt, yarı toprak bir yolun sonunda kuru bir dere yatağını aştıktan sonra varmıştık.Burada üç ev bulunuyordu. Köyden göçtürülen bir aileydi bu. Bir inekleri, bahçeleri, biraz da toprakları vardı. Görmedim ama belki de birkaç keçileri olmalıydı. Hozat'a tepeden bakan güzel bir balkonu var kaldığımız evin. Yanı başında ahırın damı görünüyor. Toprak damın üstüne beton çekilmiş. Loğ taşı bir köşeye atılmış. İplere dizili bir avuç biber, patlıcan asılı balkonun demirlerine. Ahırın damında da bir çul üstünde kurutulmaya bırakılmış erik taneleri göze çarpıyor. Varları yokları akşam yediğimiz çökelek, yoğurt, peynir, kurufasulye bir de bunlar olmalı. Uygarlıktan yararlandıkları tek şeyse ahırın beton damı.Kente indiğimizde Endercan'ın dükkânına uğradık. Dükkanın camında kovan kredilerinin üçüncü taksidinin ödenme ilanı asılıydı. Endercan, ben sormadan anlattı. Arıcılık, Hozat'ın geçim kaynaklarından biri. Ormanların yakılması, yörede barajların açılmasıyla iklimin yumuşaması, kimsayal silahların da etkisiyle arıcılık ölmek üzereymiş. Arıların bal kaynağı dağlarda, yaylalarda açan bin bir çiçek ve güneş. İklim yumuşadığı için açan çiçeklerin ardından gelen yağmurlu günler arıların bal yapmasını engelliyor.Doğal ortamın bozulması yetmezmiş gibi arıları yaylaya çıkarıp yayılmalarına izin vermeyen yayla yasağı da ayrı bir sorun oluşturuyor. Arının adım adım çiçeğe, dağa yaklaştırılması gerekirmiş. Otlaklar kapatılıp oralara gidip gelmek yasaklanınca arılara da yer değiştirilemiyormuş. Arı, 5 kilometreden fazla uzağa gidemezmiş. Sınır daraltılınca arı otlaklara götürülemiyor, dolayısıyla dağlar, dağlarda açan bin bir çiçeğe ulaşması olanaksızlaşıyor. Yağmur yağmayıp güneşli günler sürse de çiçekler dağlarda, içlerindeki bal özüyle ölüp giderken arılar oldukları yerde, kovanlarında hapis kalıyor. Hozat'ta arıların durumu hiç de iyi değil.Oysa eskiden Karadeniz'den 400-500 kovanla arıcılar gelir, arılarını burdaki dağların, otlakların bin bir çiçeğiyle beslermiş.Boşaltılmış köylerden birinde davarıyla köyünde kalan bir köylüyü asker otlakta basmış. Otlak davarlarla birlikte ateşe verilmiş. Davarın sahibi de öldürülmüş. Bu arada otlağın yanındaki tepeye yayılmış olan arı kovanlarını da, yayla yasağı uyarınca, yakmışlar.Arılar hep yanmış. 400-500 kovandan süzülen ballar dereye boşalmış. Dere, günlerce bal akmış.Endercan, burada durup soluklandı. Üzüntüyle:- Her kovanda 10 kilogram bal olduğunu düşünün, demek ki dere boşa dört beş ton bal akıtmış.Donup kalmıştık. Sessizliği Sennur bozdu:- O pınarın başında şu reklamlardaki girişimci dede yok muymuş acaba? Diyerek güldü. Bizi de güldürdü.Endercan, anlattığı olayın etkisinden kendini kurtaramamıştı. İçin çekerek konuştu:- Günlerce sonra yakılan hayvanlardan kaçabilenlerin kimileri köylerde bulundu. Yazık ki, köylünün cesediyle öteki yanan hayvanlar bulunamadı. Kavrulan otlar, yanan çiçeklerle birlikte kül olup toprağa karıştılar.Ardından Hozat'ın şu anda 2000 kovanlık bir kapasitesinin olduğunu söyledi. Anlattığı nedenlerden ötürü üretimin iyice verimsizleştiğini de sözlerine ekledi. Buna bir de pazarlama eksikliğini katarsak arıların ekonomiye pek katkıları olmadığını belirtti.Biz bunları konuşurken dükkâna heyecanla iki kişi girdi. İri yarı olanı soluklanmadan:- Haberiniz var mı, akşam bizim kovanları ayı basmış, dedi. Devirip bırakmış. Her yer bal olmuş.Kısa, tıknaz olanıysa:- Gitti bizim üçüncü taksidin parası, diye hayıflandı.Dükkânda bulunanlar, gülmeden edemedi. Endercan, bir yandan gülerken:- Şimdi de ayılar ha, demekten kendini alamadı.Berikiler bir şey anlamamıştı:- Biz akşam ayıları bekleyeceğiz. Sizi de uyaralım dedik, diye söylenerek dükkândan aceleyle çıktılar.Buradan köylere gidecektik. Dağların, tepelerin ardındaki köylerin hepsi, köyler boşaltıldığından, Hozat çevresine göçüp yerleşmiş. Bunlardan biri Akören. Tarlası, otlağı, her şeyi var. Ama ne ekilebiliyor, ne de otlağı izinsiz biçilebiliyor. Köyün, yamacın kurulu olduğu dağın tepesinde Sarısaltık Türbesi bulunuyor. Burası yöredekiler için kutsal bir yer. Türbeye çıkılması için güzel bir yol da var. Ne var ki türbeyi ziyaret etmek de izne bağlı. Her yer, her şey kuşatma altında.Hozat'ın minibüsüyle Sennur, Mazlum, Celal ve Alaettin'le birlikte Alancık (Puğami) köyüne, Hıdır Doğan'ı görmeye gittik. Acılı bir baba Hıdır Doğan. Ölüm orucundan hastanede yatan oğlu Ali Ekber Doğan'la gelini Havva Doğan 6 aylığına köyleri Alancık'a gönderilmiş. Gençlerin ikisi de 6-7 yaş zekâsına dönmüşler. İkisi de yatak hastası. Ankara'da hastanedelerken de ailenin bakımındaymışlar zaten.Başlangıçta Malatya'daki açlık grevinden alınıp Sincan'a getirilirler. Burada kötüleşince Ankara'da hastaneye yatırılırlar. Aile refakatçi olarak çağırılır. Oğluyla gelininin durumunu gören baba Hıdır Doğan felç geçirir.Köye gönderilişleri aile için bir kurtuluş olacaktı belki de. Ama öyle olmaz. Çocuklar köye getirilir getirilmez emniyet güçleri köyü de evi de göz hapsine almışlar. Çevrede pusu kurup gelen gideni izlemeye başlamışlar. Bu arada ihbarcılar da boş durmamış. Ailenin, çocuklarını köylerde gezdirip propaganda yaptıklarını yaymışlar. Fırat'ın dediğine göre, bu konuda hemen minibüsçüler sorguya alınıp sıkıştırılmış: "Sen bunları ne zaman, nereye götürüp getirdin?" diye. Bütün bunlardan sonuç alınamayınca liseyi bitirmiş olan kızkardeşlerinin işe girmesi de engellenmiş.Baskılardan bunalan Ali Ekber'in ayağı şiştiğinden yeniden Ankara'ya hastaneye göndermişler. Köydeyken ağabeyiyle yengesine göz kulak olan kız kardeş, şimdi de orada onlara bakıyormuş.Eve vardığımızda baba Hıdır Doğan yoktu. Bizi anne Zincan Doğan karşıladı. Olan biteni ağlamaklı bir sesle o anlattı. Şu anda bütün aile yarı felçli Hıdır Doğan'ın emekli aylığına bakıyor. Hem köydekiler, hem Ankara'dakiler.Denecek bir şey yoktu. Acılarını paylaştığımızı söyleyerek ayrıldık.Dönerken köyün girişinde bulunan okul, ilgimi çekti. Tertemiz badanalanmıştı. Pencerelerinde perdeler vardı. Ötekiler gibi yıkık dökük, camları kırık, pencere pervazları dışarı uğramış değildi. Şaşkınlıkla:- Bu okul açık mı yoksa? diye sordum hemen.- Yoo, dediler.Köyleri boşaltılan bir ailenin yerleştiğini söylediler. İçimden: "Hiç değilse bu işe yaramış" dedim.Minibüs uzaklaşırken arkama dönüp bir daha baktım okula. Atatürk büstünün yanındaki bayrak direğinin üstüne çanak anten bağlanmış. Gülümsemekten kendimi alamadım. Ötekiler de kendi kendime niçin güldüğümü anlamadı.
ÖNCEKİ HABER

Açlık ve savaşa karşı

SONRAKİ HABER

'Şok saldırı' iddiası

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...