26 Ekim 2001 21:00

Küreselleşmeye karşı, ne için?

Doğu'da ve Batı'da, farklı dillerde ve farklı gerekçelerle, "küresel dünyanın efendileri" lanetleniyor. Batı'daki "küreselleşme karşıtları" ve Doğu'daki "İslami cemaatler", bu tepkinin organizatörleri olarak öne çıktı.

Paylaş
Küreselleşmeye karşı, ne için?Nuray SancarIMF ve Dünya Bankası yaptırımları yüzünden hoşnutsuz kitleler çoktan beri hareket halinde. Emperyalist küreselleşme politikalarının dikişlerini Batı'daki "küreselleşme karşıtı hareketler" ve Müslüman halkların anti-Amerikan protestoları zorluyor. Ama bu yeter mi?Batı'da ABD emperyalizminin Afganistan bombardımanından önce başlayan küreselleşme karşıtı hareketler, Müslüman halkın yaşadığı ülkelerdeki protesto eylemleri ve yine Batı'daki savaş karşıtı gösteriler küreselleşme politikalarının dünya nüfusunun büyük bir çoğunluğu tarafından nefretle karşılandığını gösteriyor. Tüm dünyaya barış ve yumuşamanın hakim olacağı iddiasıyla ilan edilen globalizm çok kısa sürede iflas etti.Azgelişmiş ülkeler IMF ve DB gibi finans merkezlerinin yaptırımları altında yoğun işsizlik, açlık ve yoksulluktan kırılıp gitgide bağımlılaşır, gelişmiş kapitalist ülke emekçileri kazanılmış haklarını birer birer yitirirken, böyle bir barış vaadi kof bir iddia olarak kalmaya mahkumdu. Nitekim, artık çok kutuplu olduğu iddia edilen dünya, temellerinden sökülmeye başladı.Çünkü 20. yüzyıl boyunca uzun antiemperyalist mücedelelerle bağımsızlıklarını kazanmış yoksul ülkeler, çok uluslu tekellerin "küreselleşme" çılgınlığı tatmin olsun diye eskisi gibi yeniden sömürgeleştirildiler. Emekçilerinin, güçlü bir mücadele geleneğine sahip olduğu Batı'da ise işsizlik sigortası, eğitim ve sağlıkta fırsat eşitliği, sosyal güvenlik ve iş güvencesinin yıllarca korunup kurumsallaştırıldığı sosyal devlet aygıtının temellerine dinamit konuluyor.Bütün bunlar olurken özelleştirmeye, işsizleştirmeye, bağımlılaştırmaya yönelik politikalardan mağdur olanlarla, dünyanın başına çorap örenler arasında çatışmasız bir dünyanın kurulabileceği fikrinin hayat bulması elbette mümkün olamayacaktı. Ki, küreselleşme karşıtı hareketler Batı'da bu gelişmelere tepki olarak ortaya çıktı.Dünyanın bugünkü sefil duruma düşürülmesinden birinci dereceden sorumlu görülen finans kurumlarına yönelik protesto gösterileri, bu kurumların toplantı yaptıkları her yere gitmeye hazır küreselleşme karşıtı gruplar tarafından düzenlendi. Küreselleşme politikacıları, sistemin politik odağı olan devletlere yönelmeyen, iktidar talep etmeyen ve emekçi inisiyatifinden yoksun karakterleri nedeniyle bu eylemleri desteklediler. Çünkü, eylemlerin, bir emekçi iktidarını gündeme almadıkları sürece sistemi tehdit etmeyeceği, üstelik birikmiş tepkinin boşalmasını sağlayarak küreselleşme politikalarının hayata geçirilmesinde yararlı bile olabileceği umuluyordu.Öte yandan 11 Eylül sonrasında halkının büyük çoğunluğu Müslüman olan Asya ve Afrika'da başlayan savaş karşıtı, anti-Amerikan eylemler de, sadece, ABD yöneticilerinin savaşı "medeniyetler çatışması", "haçlı seferi" olarak adlandırmasıyla kışkırtılan, gelip geçici, "İslami" tepkiler olarak değerlendirilemez. Şu anda ideolojik söylemini İslam dinine dayandıran yoksul Müslüman ülkelerin halkları hiç kuşkusuz kendi yoksulluklarının, -ekonomik ve siyasi ilişkilerini iyi kuramadıkları- nedenlerine karşı da isyan ediyorlar.Savaş, sadece, yıllardır mayalanan bu birikimi açığa çıkardı. Nitekim böyle bir birikime yol açacak politikaların mimarı ABD emperyalizmi bunun nasıl bir birikim olduğunu herkesten daha iyi biliyor.

ANTİEMPERYALİZM İDEOLOJİSİNİ ARIYOR 20. yüzyıl boyunca süren ulusal kurtuluş mücadeleleri, antiemperyalist eylemler, ilhamlarını önemli ölçüde sosyalist Sovyetler Birliği'nden alıyor ve işçi sınıfı politikalarından şu veya bu ölçüde etkileniyordu. Ama sosyalist ülkelerin çökmesi, emekçi örgütlerinin bu süreçte yaşadığı moral bozukluğu ve zafiyet, hoşnutsuz kitlelerin antiemperyalist tepkilerinin farklı ideolojik görünümlere bürünmesini kolaylaştırdı. Ulusal bir politika üretmeye elvermeyecek bir ideolojik parçalanmışlığı olan küreselleşme karşıtı hareketlerin, karşı olduğu globalizmin "ulus devletler çağı kapandı" referansını yeniden üreterek gelişmesi; ve yoksul Asya haklarının yıllardır gericiliği ve emperyalizmi besleyen İslam ideolojisine sarılması bu boşluğun göstergesidir. Ellen Meiksins Wood'un da Forum'umuzda yer alan yazısında bu gerçeğin altını çizdikten sonra, "yeni anti-kapitalist hareketlerin bu krizden öğreneceği şey şudur: Devlet hâlâ başroldedir" diyerek, IMF ya da WTO toplantılarını protesto etmenin, politik örgütlenmelerin yerini alamayacağını vurgulaması, bu açıdan önemlidir.Emekçi inisiyatifi içermeyen, işçi sınıfının dünya görüşünü içselleştirmemiş antiemperyalist hareketlerin, bu bakımdan, karşı oldukları şeyi başka bir düzlemde yeniden üretmekten başka şansı olduğu söylenemez. Bütün bunlara karşın, hareket ve tepki iyidir; zira, bildik bir deyimle "gün doğmadan neler doğar."

KAPİTALİZME KARŞI DİNAMİKLER /Gaye Yılmaz (MAI Karşıtı Çalışma Grubu Sözcüsü ve Birleşik Metal-İş Uzmanı)Sosyalistler yıllardan beri hep "Savaşa hayır", "Barış istiyoruz", "Şiddeti ve savaşı kapitalizm var eder", "Kapitalizm kendi krizini savaşlarla aşmaya çalışır" dediler. Karşıtları da sürekli olarak sosyalistlerin bir ütopya peşinde olduğunu söyleyerek, dünya halklarını kendi ideolojileriyle kuşatmaya çalıştılar ve büyük ölçüde de bunu başardılar. Bugün 2001 yılının Ekim ayında yaşadıklarımıza kısaca bir göz gezdirdiğimizde, kapitalist sistem içinde dillerden düşürülmeyen barış, demokrasi, insan hakları vb.'nin aslında hiçbir zaman var olmadığını görüyoruz: Borsacılar, portföy düzenlemelerini savaş varsayımlarına göre yapıyor ve aldıkları pozisyona göre güçlü tarafın katlettiği insan sayısı arttıkça, portföy değerlerinin de buna paralel olarak artacağını biliyor.Silah ve "savunma sanayii" şirketleri tüm dünyada artan silahlanma eğilimleri sayesinde ellerini ovuşturuyor.Şarbon, Çiçek, AIDS benzeri bulaşıcı hastalık vakaları biyolojik savaş ihtimalini güçlendiriyor ve bu durum, Alman Bayer ilaç şirketiyle, bu şirketin üretim lisansını milyarlarca dolar karşılığında satmış olduğu diğer üretici şirketlere yarıyor. Savaş bölgesinde tahrip edilen altyapı tesisleri, enerji nakil hatları ve diğer bina, köprü vb.'nin yeniden inşaasında ihale kapmanın hesapları daha şimdiden yapılıyor. Bu savaş bezirganlığının ardındaki "tamamen duygusal" kapitalist gerekçeleri çoğaltmak mümkün.
***
Dünyanın her yerinde savaş karşıtı gösteriler artarak devam ediyor. Fakat bu gösterileri sağlıklı bir analize tabi tutabilmek için -en azından bugün- öncelikle coğrafi olarak ele almamız gerekiyor. Herkesin takip ettiği gibi en şiddetli protesto eylemleri başta Pakistan ve Hindistan olmak üzere savaş bölgesine en yakın ülkelerde ve Endonezya, Malezya gibi halkı Müslüman ülkelerde yaşanıyor. Asya'daki protesto gösterilerinde ağırlığın dini gruplarda olduğu son derece açıktır. Fakat Müslüman olmayan Batı dünyasında ve bilhassa Amerika ve Kanada'daki savaş karşıtı eylemler içersinde dini grupların olmadığı kesindir. Bu gruplar, ABD ve Kanada'daki küreselleşme karşıtı eylem gruplarının ta kendisidir.Diğer yandan, Pakistan'da hayli ilginç gelişmeler olduğunu Pakistan Emek Partisi Genel Sekreteri Farooq Tariq'den öğreniyoruz:Pakistan'ın savaşa nasıl hazırlandığını görmek bile tek başına kapitalizm ve savaş ilişkisini gözler önüne sermeye yetiyor. 24 Eylül 2001: Bush yönetimi Pakistan'a karşı uygulanmakta olan ambargoların kaldırılmasına karar verdi. Söz konusu ambargolar 1998 yılında Pakistan'ın nükleer denemeleri yüzünden uygulanmaya başlanmıştı. Japonya ve Avustralya da Pakistan'a uyguladıkları ambargoları kaldırma sözü verdiler. ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell, ABD'nin Pakistan'ın nükleer programlarıyla ilgili hiçbir endişesinin olmadığını ve Müşerref hükümetinin kalacağını garanti ettiklerini duyurdu. 26 Eylül 2001: 13 ülke, Pakistan'ın kendilerine olan dış borçları için yeni takvim hazırlanacağını bildirdi. Japonya ise, Pakistan'a 40 milyon dolarlık bir bağışta bulunacağını açıkladı. 27 Eylül 2001: IMF, beklenmedik bir şekilde Pakistan'a vereceği kredinin üçüncü dilimini serbest bıraktığını duyurdu. 28 Eylül 2001: ABD, Pakistan'a 50 milyon dolar bağış kararı aldı. Bu ödüllendirmelerin hepsinin gerisinde aynı hedef yatıyordu: Pakistan'ın desteğini kazanmak. Pakistan'daki emekçi yığınlar gayet iyi biliyorlardı ki, Müşerref ve generalleri bu olayda ABD'yi desteklemek için ellerinden gelenin en iyisini yapacaklardı...Pakistan Emek Partisi 15 Ekim günü Lahor kentinde savaş karşıtı kitlesel bir yürüyüş düzenlemiş. Egemen medyanın topluma seçerek izlettirdiklerinin ötesindeki gerçekleri yakından görebilmek ve bu mücadele dinamikleriyle ortaklaşabilmek, küreselleşme ve kapitalizm karşıtı mücadelelerin, kaynağı kapitalist sistem olan tüm karşıtlıklarla kucaklaşabilmesinin de olanaklarını hazırlayacaktır.

BARIŞI MİLİTANLAŞTIRMAK / Süreyyya Evren(Yazar)Dünya, son iki yılda, Aralık 1999 Seattle eylemlerinden Ağustos 2001 Cenova protestolarına kadar gelen, güçlü bir küreselleşme karşıtı hareketler geleneği yarattı. Bu hareketler küresel kapitalizmi doğrudan hedef alan eylemlilikler geliştirdiler; enerji, yaratıcılık, radikal vizyon ve örgütlenme paradigmalarında değişimler getirdiler.11 Eylül'ün doğurduğu muhafazakâr dalganın ilk günlerde bu ivmenin önünü keseceği düşünüldü. Fakat, gerçekten artık çok hızlı hale gelmiş yeni örgütlenmeler, birkaç gün içinde eylemlerin gövdesine savaş karşıtlarını ve barış hareketlerini de dahil ederek kendilerini oluşan politik çatışmalara hazırladılar. Hatta daha da ötesine geçerek büyüdüler, bugüne dek yakaladıkları en büyük kitleselliğe ve eylem yoğunluğuna eriştiler. Daha önce politize olmamış bölgeler ve insanlar politize oldular.11 Eylül'den sonra Asya'da düzenlenen gösterileriyse ikiye ayırmak gerekiyor. Birinci kolu ABD karşıtı, savaşta bir taraf olan, İslamcı tonları ağır basan fundamentalist gösteriler oluşturuyor. Bu açıdan bakıldığında Türkiye de bu Asya'nın bir parçası. Türkiye'deki protesto eylemleriyle ilgili bir haber geçildiğinde bu genellikle Beyazıt'ta cuma namazı çıkışında düzenlenen gösteriler oluyor ve Endonezya, Bangladeş, Türkiye, İran ve Pakistan'da esen İslamcı rüzgar, diye anılıyor. Bu ülkelerdeki -varsa- milliyetçi sol söylemler de aynı rüzgara eklemleniyor.İkincisi, Asya'da sınırlı da olsa yapılan savaş karşıtı gösteriler ve açıklamalar var. Türkiye'de de gerçekten oldukça sınırlı etkileri olan bu ikinci kol, genelde küreselleşme karşıtı hareketlerle öyle ya da böyle bağlantı halindeki gruplar ve bireyler tarafından yürütülüyor ve savaşta taraf olmadığı gibi dünya kapitalizmini ve Negri'nin deyimiyle "İmparatorluğu" karşısına alıyor.Bugün "aşağıdan küreselleşme"yle küresel bir barış hareketi zinciri kurmuş olan küreselleşme karşıtı hareketler hemen her gösterilerinde nefret ideolojileriyle mesafeyi korudular ve örneğin İtalya'daki büyük Assusi-Perugia yürüyüşünde itfaiyeciler sendikası New York'taki yoldaşlarıyla dayanışmasını açıkça ifade etti. Eylül ayının son günlerinde Bolivya'da düzenlenen Halkların Küresel Eylemi (People's Global Action) 3. toplantısında yaygın Amerikan terörüyle beraber İslam fundamentalistlerinin terörü de kınandı.ABD'nin kendi ellerinden çıkmış Usame bin Ladin ve Taliban birer sistem hatasıdır bugün, ve sistem kendini onarmaya çalışırken sistem karşıtı hareketler de barışı radikalleştiriyorlar, barışı militanlaştırıyorlar.

ULUS-DEVLETLER HÂLÂ AYAKTA / Ellen Meiksins Wood(Profesör, Yazar)Osmanlı İmparatorluğu'nun parçalanmasıyla birlikte, başta İngiltere ve Fransa olmak üzere Batı emperyalizmi Ortadoğu'yu paylaşarak bölge halkının değil, emperyalist devletlerin çıkarları doğrultusunda bölgeyi yönetmek için yapay devletler yarattı. O tarihten bu yana Batılı güçler, ve giderek artan oranda ABD, esas olarak petrol ihtiyacını garantiye almak için bölgedeki birçok baskıcı rejimi destekledi.Eğer bugünkü anti-Amerikan hareketler laik ulusalcılık ya da devrimci anti-emperyalizm biçiminde değil de genelde kökten dinci bir tarzda ortaya çıkıyorsa, bunun esas nedeni bu rejimlerin emperyalist devletlerin desteğiyle laik ve devrimci hareketleri yerlerinden etmesi sonucu yaratılan politik boşluktur.Hakim devletler ile baskıcı bölgesel rejimler arasında ortaklık kuran bu emperyalizm, günümüz 'globalleşmesinin' yeni emperyalizmine oldukça uzakmış gibi görünebilir. Ulus-devletlerin öldüğü söyleniyor. Sermayenin gücü çokuluslu şirketlerde ve IMF, Dünya Ticaret Örgütü (WTO) gibi global kurumlarda yatıyor. Bu nedenle Batı'da yeni ortaya çıkan küreselleşme karşıtı hareketler, enerjilerini devlete karşı değil, bu tür kurumlara karşı durmaya yöneltiyorlar.Ancak, son olaylar bize bir şey öğrettiyse eğer; bu, yeni emperyalizmin hâlâ ulus-devlete her zamankinden fazla ihtiyaç duymasıdır. Globalleşme, global sermayeye en uygun koşulları yaratmak için itaatkâr bir devletler ağına ihtiyaç duyuyor. Savaşları hala ulus-devletler yürütüyor. Emperyalist devletler hâlâ diğer ülkelerdeki siyasi ortamı global sermayenin çıkarları doğrultusunda şekillendirmeye çalışıyor. ABD Başkan Yardımcısı Cheney'in "Sonsuza kadar sürebilir" dediği "terörizme karşı savaş", toprak ya da terörist ele geçirmek için yürütülen bir savaş değildir. Bu, bir devletin kendisinin ve müttefiklerinin petrol ve gaz ihtiyacını garantiye almak için başka devletleri şekillendirme girişimidir. (Ve muhtemelen felaketle sonuçlanacaktır.)Sol, Usame Bin Ladin'in anti-emperyalizmine sempati duymamalıdır. Sadece kullandığı yöntemlerin değil, anti-demokratik ve baskıcı hedeflerinin de arzuladığımız dünya ile bir ilgisi yoktur; onunki gibi örgütler sola sadece zarar verir. Ancak, yeni anti-kapitalist hareketlerin bu krizden öğreneceği şey şudur: Devlet hâlâ başroldedir. IMF ya da WTO'nun toplantı yerleri önünde gösteri yapmak, politik örgütlenmenin yerini alacak bir şey değildir. Çünkü devlet iktidarına karşı ciddi bir tehdit teşkil eden, bu politik örgütlenmedir.

TAŞLANACAK ŞEYTAN KİM? / Metin Çulhaoğlu (Yazar)Daha öncesini bırakıp son bir iki yılı ele aldığımızda, dünya ve Türkiye solunun, uluslararası gelişmeler bağlamında ilginç bir kırılma yaşadığını görmek gerekiyor. 11 Eylül'den önce, kimi kentler solun dilinden düşmezdi: Seattle, Prag ve Cenova. Bu kentlerde onbinlerce insan toplanıyor ve küreselleşmeyi protesto ediyordu. Kimileri, bu protestoları "küreselleşen" kapitalizme karşı tepkilerin de küreselleşmesi olarak yorumluyor ve selamlıyordu. Devrimci mücadele artık bir ölçek değişimine uğramıştı. Ulus devletler, devrimci mücadelenin ölçeği olarak önem ve anlamını yitirmişti. Direniş olacaksa, bu ancak küresel ölçekte olabilirdi. Aynı yönelime, daha arka planda kimi "ideolojik" saptamalar da eşlik ediyordu. Örneğin, uluslararası kapitalizm artık kendi emperyalist mirasını aşıp "emperyal" bir döneme girmişti. Yakın dönemin ayrı emperyalist ülkeleri, şimdi aralarındaki hiyerarşik eklemlenmeyi aşıp yekpare, anonimleşmiş bir sistem oluşturmuşlardı ve bu sistem artık dünyanın her mekanına içkinleşmişti...Sonra 11 Eylül geldi çattı. 11 Eylül'de New York ve Washington'u vuran tepki Seattle, Prag ve Cenova'daki tepkilere pek benzemiyordu. İşin içine bu kez "terörizm" ve "terörist devletler" girmişlerdi. Sonra ABD'nin pervasız saldırıları başladı. Sol için bu kez gündeme oturan, savaş ve emperyalizm karşıtlığı idi.Pek çok solcu, "küreselleşme karşıtı" gösterilerle bugünkü savaş ve ABD karşıtı tepkiler arasında bir bağ ve tutarlılık olduğunu düşünecektir. Bu düşünce hiç de yanlış değildir. Ne var ki, aradaki bağın bilinçlerde net biçimde yer etmesi her şeye karşın o kadar kolay değildir ve kimi ek açıklamaları gerektirmektedir. Açık konuşacak olursak, gerek "küreselleşme karşıtı" gösterilerin, gerekse günümüzün anti-Amerikan tepkilerinin, kendi özsel, doğal dinamikleri sonucu devrimci bir konuma ulaşabileceklerini düşünmek fazla iyimserlik olacaktır. Örneğin, işlenmemiş ve kendi doğal dinamiklerine bırakılmış bir "küreselleşme karşıtlığının" bir yanıyla yarı anarşizan, yarı Proudhoncu, yani sosyalizmle ilişkisiz bir anti-kapitalizmle, diğer yanıyla da -ki bu daha güçlü bir eğilimdir- küreselleşme reformizmiyle sonuçlanması kaçınılmaz görünmektedir. Günümüzde özellikle üçüncü dünya ülkelerinde görülen anti-Amerikan tepkilerin de, şu an için gerici, arkaik düşüncelerin damgasını taşıdığını görmek gerekir.İnsanlar günümüz dünyasındaki sömürünün, adaletsizliklerin, eşitsizliklerin, baskıların ve kıyımların nedenini bir "şeytan"da ya da "kötü"de arıyorlarsa, bu "şeytanı" IMF'de mi, DTÖ'de mi, Bush'ta mı, Bin Ladin'de mi, ABD'de mi yoksa radikal İslam'da mı bulduklarının bir yerden sonra fazla önemi yoktur. Şeytan IMF ise, kapatılmış ya da "demokratikleştirilmiş" bir IMF ile sorunlar çözülecektir. Şeytan ABD ise, daha "demokratik" Avrupa ülkeleri ile Rusya ve Çin tarafından frenlenen bir ABD pek çok kişiye çözüm gibi görünecektir. Yok eğer şeytan bir süreç olarak "küreselleşmede" bulunursa, milliyetçi temalar eşliğinde '30'ların otarşisine ve "ulusal burjuvazi" yaratma çabalarına özlem duyulacaktır. Diyelim "şeytan" bunların hiçbiri değil, fanatik İslamcılar; o zaman da budalaca bir modernizm ve aydınlanma hayranlığı için bütün kapılar açılacaktır.Kimse taşlamak için şeytan aramamalı. En doğrusu bu. Ama ille de bir şeytan gerekiyorsa, bunu kapitalizmde ve emperyalizmde bulmak o kadar güç mü?
ÖNCEKİ HABER

Tersten okunacak bir film yaptık

SONRAKİ HABER

Pazarlıkçı ve inkârcı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...