12 Ekim 2001 21:00

'Böyle bir projeye itildim'

'Böyle bir projeye itildim' Şenay Aydemir 1994 yılında çektiği "Babam Askerde" isimli filmiyle dikkatleri üzerine çeken Handan İpekçi, kendi değimiyle "oyuncular ve yönetmen tanınmış olmayınca" filmini seyirciye ulaştırmakta zorluklar yaşadı. İpekçi, 5 Ekim'de sona eren Antalya Altın Porkatal Film Festivali'nde En İyi Film, En İyi Senaryo, En İyi Yardımcı Kadın , En İyi Yardımcı Erkek oyuncu ödüllerini ve küçük oyuncusu Dilan Erçetin ile Jüri Özel Ödülü kazanan filmi "Büyük Adam Küçük Aşk" ile yeniden gündemde. 19 Ekim'de on sinemada gösterime girecek olan film, Kürt sorununun bugün geldiği aşama açısından dikkatle incelenmesi gereken bir yapım. Film gösterime girdikten sonra üzerine tartışmalar yapılacak kuşkusuz. Handan İpekçi ile filmin oluşum süreci ve Kürt sorununa bakışı hakkında görüştük. Denilebirlir ki, Altın Portakal'a Kürt sorunu damgasını vurdu. Sizin filminiz, "Fotoğraf", "Dava" doğrudan, bir kısmı da dolaylı bir biçimde bu konu üzerinde geziniyordu. Sinemanın Kürt sorununa ve Kürt çoğrafyasına ilgisini nasıl yorumluyorsunuz. O çoğrafyanın plato haline gelmesi yeni bir şey değil. Türkiye'de yılda üçyüz filmin çekildiği dönemler vardı. O dönemlerde oralarda filmler çekildi. Ama belki ara verildi diyebiliriz. Bir kesintiye uğramıştı, belki yeniden keşfedilme durumu sözkonusu olabilir. Kendi adıma konuşursam yaşadığınız ülkenin, yaşadığınız çoğrafyanın sorunlarına ilgisiz kalmam mümkün değil. Bu ülkede yaşıyoruz. Televizyonu açtığınız zaman karşılaştığımız haberler iç açıcı değildi, benim senaryoyu yazdığım dönemde. Şimdi göreceli bir yumuşama dönemi geçiriyoruz. Ama bunu üç yıl önceden görmemiz mümkün değildi. O anda böyle bir proje çıktı. Ben bakış açımın çok doğru olduğunu düşünüyordum. Kafam çok netti. Bir film yapmalıyım ama nasıl yapmalıyım, hangi karakterlerle yola çıkarak, insana dokunan bir film yapabilirim diye düşündüm. Ve bu öykü çıktı. Ben bu filmlerin arkası gelmeli diye düşünüyorum. Daha da çok film yapılmalı. Sinemanın Kürt sorununa ilgisini olumlu bir gelişme olarak değerlendiriyorum. Kürt sorununa ilişkin daha önce de filmler yapıldı. Ancak hemen hepsi, ya çatışma atmosferini, ya da bölge halkının durumlarına ilişkindi. Ama sizin filminizde sorun hem bölgeden çıkartılarak Batı'ya taşınıyor, hemde bir gerilimden çok karşılıklı anlama, kavrama ve gelişme üzerine kurulu. Kürt sorununun, batıdaki aydın tarafından anlaşılmasında ve kavranmasında bir sorun olduğunu düşünüyor musunuz? Çünkü filmde bu seziliyordu? Karakterlere baktığınızda bunu açıkta görebilirsiniz. Ana karakter 75 yaşında bir yargıç emeklisi. Aynı dönemde Cumhuriyet'in 75. yıl kutlamaları var. Karşısında da Türkçe bilmeyen, Anadili Kürtçe olan bir çocuk var. Karakterlerden zaten bu belli. Şehirde geçen bir film, ama sorunu da can noktasından yakalayan bir film. Çok fazla filmi açmak istemiyorum. Karakterler nerelere gider, nerelere gönderme yapılır, ben bunu biraz seyirciye bırakmak istiyorum. Belki film vizyona girdikten sonra daha detaylı bunlar konuşulabilir. Ama karakterler tesadüfen seçilmiş karakterler değil. Film ilk yirmi dakikanın ardından, düşük bir tempoyla devam ediyor ve daha çok emekli yargıç ile küçük kız arasındaki, anlama, anlatma gerilimine dönüşüyor. Kürt sorununun bir 'dil sorunu'na indirgenmek istendiği bir süreçteyiz. Filminizin bu sürece yedeklenmesi gibi bir durum sözkonusu olabilir mi? Filmde birbirini anlama, birbirini kabul etme sorunu var. Filmde gördüğümüz bu dil konusu. Ama önemli olan özellikle Rıfat Bey açısından önemli olan kabul etmesi. Kabullenmediği, görmezden geldiği bir şeyi kabullenmesi diye bakıyorum. Filmin belki kaderi denilebilir. Benim üç yıl öncesinden Türkiye'de böyle bir ortamın oluşacağını görmem mümkün değildi. Çünkü ben öyküyü yazmaya başladığım zaman Türkiye kötü günler yaşıyordu. Bir an düşündüm, Türkiye kötü günler yaşıyor ve Türkiye Cumhuriyeti'nin haline bak. Bir yandan Susurluk skandalı, bir yandan her gün ölen insanların haberleri televizyonlardan izleniyor, enflasyon almış başını gidiyor. Yani iyi bir durumda olmadığını düşünüyordum. Böyle bir proje yaratmaya itildim adeta. Ve böyle bir şey çıktı. Ama sorunun şu an geldiği nokta ile çakışmasını ben kestirebilecek durumda değildim. Ben sinemacı olarak üzerime düşeni yaptığımı düşünüyorum. Filmde Rıfat Bey, değişimle birlikte bir gelişimde yaşıyor. Türkiye Cumhuriyeti'nin böyle bir değişimi yapabileceğini düşünüyor musunuz? Gönül istiyor. Bu filmimizde de yansıttık. Gönlümüz ondan yana "Babam Askerde" isimli filminizde de çocuk oyuncularla çalıştınız. "Büyük Adam Küçük Aşk"ta da yine bir çocuk oyuncu görev alıyor. Onlarla çalışmanın zorlukları nelerdir ve bir çocuğu sete hazırlama aşamaları nasıl gelişiyor? Çocuklarla çalışmak zor tabi. Ben "Babam Askerde"de şunu keşfetmiştim: Eğer çocuklarla iyi ilişki kurabilirseniz, çok iyi oyun alabiliyorsunuz. Ve hatta onların o doğal oyunculuğu karşısındaki profesyonel oyuncuya da yansıyor. Ama "Babam Askerde"de üç çocuk vardı ve onların rolleri onar günden bir ayda bitmişti. Oysa Dilan'ın rolü ağır bir roldü. En az Şükran Bey kadar karşısında oynamasını gerektiren bir roldü. Önce fiziğini çok beğendim Dilan'ın. Video kamera ile çektiğim görüntülerde çok iyi resim verdiğini gördüm ve mutlaka olması gerektiğini düşündüm. İlk önce 150 çocuk vardı. Bunu önce 10'a ardından 3'e indirdim ve bu çocuklarla senaryo çalışmaya başladım. Bu süreç üç ay sürdü. Ve Sonunda Dilan'a karar verdim. Dilan çok içine kapalı bir çocuk aslında. Tek korkum buydu. Ama baktım ki üç ayın sonunda Dilan gerçekten büyük bir gelişme gösterdi. Karakter olarak yoğrulmaya müsait bir çocuktu. Şükran Bey'le hiç tanıştırmadım. Sette tanışsınlar, birbirlerine ısınsınlar diye. Ama Füsün Demirel'le tanıştırdım. Birbirlerini çok sevdiler. Filmde de Sakine'yle sıcak bir ilişki kurduğu için filmden önce biz bu ilişkiyi kurmuştuk. Çekim sırasında da zorluklar oluyor. Tam herşeyi hazırlıyorsunuz "Gözüm yanıyor, karnım ağrıyor" diyor mesela. Onu hazırlamak da ayrı bir zorluk

Evrensel'i Takip Et