6 Ekim 2001 21:00

Londra Panayırı

Londra Panayırı AYAK İZLERİ / Adnan Özyalçıner Nemli, ıslak bir havayla başladı sabah. Gökyüzü boz renkli bir örtüyle boydan boya kapalı. En küçük bir ışık sızıntısı bile yok. Gerçek Londra havası bu olmalıydı. Boğunuk ve ıslak. Günlerden pazardı. Day-Mer'in hafta içinde paneller, konuşmalarla sürdürdüğü Londra'daki göçmen halkların, emekçilerle dayanışma programı, emekçilerin birlikteliği büyük bir şenlikle el ele, kol kola, danslar, şarkılar, türküler, oyunlarla son bulacaktı. Şenlik, Clissold Park'ta yapılıyor. Park, geniş iki çayırlık alandan oluşuyor. Çevreleri ağaçlıklı. Onun için parkın ortasını kaplayan her iki yandaki boşluk, oraların kelleşmiş olduğu duygusunu veriyor ilk anda. Gerçekte Londra'daki sayısız parkın hepsi öyle düzenlenmiş. Kazara güneş görünürse, hiçbir engele uğramadan ışınları doğrudan toprağa ulaşsın, çayırı ışıtsın diye. Bu sırada insanların da rahatça güneşlenebilmeleri için. Orada artı gölgeye yer olmamalı. Çünkü her yerde yeteri kadar gölge ve bulut var. Onun için açmışlar parkların üstünü. Bu yüzden güneş çıktı mı parklara doğru bir koşu başlıyor. İnsanlar, çarçabuk soyunup kendilerini sere serpe çimenlerin üstüne atıyor. Hiç vakit geçirmeden büyük bir çabuklukla yapıyorlar bunu. Çünkü güneş, her an, bulutların arasında yitip gidebilir. Sennur'la birlikte parka geldiğimizde yağmur yağmıyordu. Ama her an boşanabilirdi. Bu yüzden bir elimizde şemsiyeyle dolaşıyoruz. Çadırların oluşturulmasını, sahnenin kuruluşunu izliyoruz. Birçoğu da yiyecek içecek avandanlıkları getirilmiş. Bir yandan da onlar yerleştiriliyor. İnsanlar, çayırın ortasına doluşarak etkinlikleri izleyecek, bir yandan da satılan yiyecek içeceklerle karınlarını doyurup eğlenceli bir pazar geçirecek çoluk çocuğuyla. Çiseleyen yağmur altında ya da arada bir esen rüzgâra karşı kaç kişi parka gelebilecek ya da gelmeyi göze alabilecek bilmiyorum. Çocuklara sordum. - İngilizler gelir, dediler. Bizimkilerse havaya bakıp biraz daha yatak keyfi yapmak için vazgeçebilir. Gerçekten de çiseleyen yağmur altında kimi genç kimi orta yaşlı yürüyüşe çıkmış beş altı kişiyle çocuk arabasıyla bebeklerini parkta gezdiren bir çiftle karşılaştım. Onların rüzgâra da yağmura da aldırdıkları yoktu. Ben bu şaşkın İngilizlere bakarken çayırın ortasına bir kamyon yanaştı. Dört tarafı kapalı bir kamyon bu. Arka kepengi baştan başa resimli. Çayırlığın ortasında büyük bir top ağaçla parkın dışında çok katlı bir yapı resmedilmişti. Gökyüzü maviye boyanmış, kuşlar uçuşuyor. Tepede güneşi gölgeleyen tek bir bulut görünüyor. Ortalık ışıl ışıl. Kamyon, bir sirk kamyonuymuşçasına, arka kepengindeki resmin bir hokus pokusla bu parka da yansıyabileceğini düşlüyorum. Kepeng kalkınca renk renk bir sürü oyuncu boşalıyor çayıra. Sihirbaz şapkasından boşalan rengarenk kağıtlar, konfetiler gibi. Bütün oyuncaklar, oyuncakçı çadırlarına taşınıyor. Güneş rengi balonlar şişiriliyor. Renkli büyük fırıldaklar çadırların önüne dikiliyor. Pusu, nemi, arada bir çiseleyen yağmuru yavaş yavaş duymamaya başlıyorum. Şimdi balonların ışıltısıyla dönen fırıldakların rüzgârı parkı kaplıyor. Kamyon, oyuncakları boşaltmak için kaldırdığı resimli kepengi, işi bitince hızla indirdi. Bu sarsıntı tablodaki kuşları parka doğru havalandırdı. Kamyon uzaklaşır uzaklaşmaz da ağaçların arasında döne döne uçmaya başladılar. Öğleden sonra güneş, bulutların ucundan yüzünü yavaş yavaş göstermeye başladı. Göğün orta yerine küçük bir mavilik gelip oturdu. Renkli balonlar, daha doğrusu türlü hayvan biçimlerindeki plastikten yapılma renk renk büyük balonlar, öbek öbek gelip o maviliğin içine doluştu. Balonların parlak yüzeyinden yansıyan güneş, parkı, çayırı, çimenliği aydınlattı. Otçuklardan, ağaçların yapraklarından, topraktan yansıyan ışınlar da insanların yüzlerine vurmuştu. Saatler ilerledikçe ortalık iyice kalabalıklaştı. Sahnedeki müzikle çocukların koşuşturmalarıyla uçuşan balonların renkliliğiyle çayır iyice ısındı. Kalabalıktaki insanlar, birbirlerine sevinç, neşe taşıyordu. Tam bu sırada ağaçların arasından bir kuş süzülüp geldi. Açıklığın üstünde bir daire çizdikten sonra geldiği yere döndü. Hava gene kapanmıştı. Güneş görünmüyordu. Ama aydınlık vardı. İnsanların yüzleri neşeden, sevinçten ışıldıyordu. Her birinden umut fışkırıyor, sahnedeki müzikle sese, şarkıya, türküye dönüşüyordu. Güneş görünmüyordu, ama ışık her an biraz daha artıp güçleniyordu. Sahnede çalınan müzikle ortalıkta dansedip oynayanlarla birlikte. Arada bir serpeleyen yağmur bile İngiliz'i, Rum'u, Türk'ü, Hintlisi, Kürt'ü, hatta Meksikalısı ile coşkuya engel olamıyordu. Çünkü herkes yanında getirdiği renk renk, küçüklü büyüklü şemsiyeleri açarak herkesin bir arada korunduğu büyük bir çadır oluşturdu. Liverpool'lu bir dok işçisiyle Anadolulu bir tekstil işçisi kolkola bir halk dansına durdu. Bir örnek adımlar atarak aynı biçimde zıplayıp yeri döverek. Güneş, ışınları bulutları delmeğe çalıştığında, çocuğun birinin elinden kurtulan mavi bir balina biçimindeki gazlı balon gökyüzünde uçuşuyordu. Gökyüzünü de kendi rengi gibi gittikçe mavileştirip parlatarak bulutların arasında görünmez oldu. Az sonra güneş, bulutları sıyırarak ortaya çıktı. Müzik yükseldi.

Evrensel'i Takip Et