05 Ekim 2001 21:00

ABD'nin dayanağı şiddet ve baskı

Ramsey Clark, 11 Eylül'de New York ve Washington'a düzenlenen saldırıların ardından estirilen savaş ve şovenizm rüzgarlarına karşı mücadelenin ön saflarında yer alıyor.

Paylaş
ABD'nin dayanağı şiddet ve baskıABD eski Adalet Bakanı -ve aynı zamanda eski Başsavcısı- Ramsey Clark; sosyalistlerin, sendikacıların, kitle örgütlerinin, insan hakları savunucularının yakından tanıdığı bir isim. ABD'nin en büyük savaş karşıtı hareketi olan Uluslararası Eylem Merkezi'nin yöneticiliğini yapıyor ve ABD'nin uluslararası politikalarını durmaksızın teşhir ediyor. Clark, son olarak Slobodan Miloseviç'in avukatlığına talip oluşuyla kendinden bahsettirmişti. Okuyacağınız söyleşi, gazeteci Derrick Jensen tarafından geçtiğimiz kasım ayında yapıldı. Ancak 11 Eylül saldırıları, bu söyleşiyi tekrar gündeme taşıdı.- Federal hükümetin 1992 tarihli Savunma Planlama Kılavuzu'na göre, ABD dış politikasının ilk hedefi, potansiyel rakipleri, "meşru çıkarlarını savunmak için daha saldırgan bir tutuma yönelmelerinin gereksiz olduğuna" ikna etmek. Bu da, ABD'nin, diğer ülkelerin kendi çıkarlarını aktif olarak savunmasına izin vermek istemediği anlamına geliyor. Yürürlükteki politika, bu hedefi ne kadar yansıtmakta?- Dış politikamız, bu kılavuzdan çok, çok öncesinden beri bir felaket. "Bu yarıküre bizimdir" diyen Monroe Doktrini'nin küstahlığına kadar gidebiliriz. Son yüzyılın bir bölümünde, keyfi askeri hareket kapasitemiz üzerinde bazı baskılar olmuştu. Bunlara Soğuk Savaş'ın utangaçlıkları diyebiliriz. Ama SSCB'nin çökmesinin ardından, çok daha ileri gitmeye başladık.Baştan beri asıl hedef, dünya egemenliği oldu. Yani; gezegendeki diğer herkese baskı yapma kapasitesi inşa edip onu korumak: Mümkünse şiddet kullanmadan, ama gerekirse kullanarak. Ama bu egemenlik politikasının amacı sadece dünyayı çemberlerimizden atlatmak değil; asıl amaç, kaynakların sömürülmesini kolaylaştırmak. Herhangi bir halk ya da devlet bu egemenliğin önüne geçtiğinde yok edilmeli, en azından yanlış yolda gittikleri gösterilmeliydi.Sadece askeri egemenlikten bahsetmiyorum. ABD ticaret politikalarının temel güdüsü, dünyadaki yoksul halkların sömürülmesidir. Vietnam, hem askeri, hem ekonomik acımasızlığa iyi bir örnek. Sırf özgürlük istedikleri için, Vietnam devleti ve halkını amansızca cezalandırdık. Vietnam halkı, özgürlüğüne kavuşmak için otuz yıl boyunca savaştı. Üstelik, 3 milyona yakın Vietnamlının öldüğü bu savaş, 1975-95 arasında uygulanan yaptırımların yanında hiçbir şeydi. Yaptırımlar, Vietnam halkını, kendi topraklarında kuvvetle tehdit edildiğinde yenilmez olduğunu kanıtlayan bu halkı öyle bir yoksulluğa itti ki, kayıklarla fırtınalı denizlere açılıp, Hong Kong'da bir mülteci kampına gitmek uğruna boğuluyorlardı. Çünkü ülkelerinde hiçbir gelecek görmemekteydiler. 1971 yazında Kuzey Vietnam'a gittiğimde, ABD, bombardımanlarla sivil hendekleri yok etmeye çalışıyordu. Vietnam'ın sulama kapasitesini yok ettiğimizde, halkını açlık ve teslimiyete zorlayabilecektik.- Sizce Amerikan vatandaşları, ABD dış politikasının bir felaket olduğuna katılıyor mu?- Ne yazık ki, bence birçok Amerikalının, dış politikamız hakkında hiçbir fikri yok. Dahası, olan fikirler de, düşmanların şeytanlaştırılması ve şiddet kapasitemizin övülmesinden ibaret. 1991'de, Körfez Savaşı başladığında, 42 gün boyunca militarizm reklamına maruz bırakıldık. Hemen herkes CNN'e yapışmıştı; Basra Körfezi'nde bir gemiden ne zaman bir Tomahawk fırlatılsa, herkes ayağa kalkıp "Hurra, Amerika!" çığlıkları atıyordu. Ama o füze gidip Basra'da bir yerde bir pazarı vuracak, üçyüz dükkânı yerle bir edecek ve 42 yoksul insanı öldürecekti. Ve bu, bize göre iyi birşeydi.Bu ülkede askeri harcamalar hakkında tartışmak çok güç ve bu inanılmaz, çünkü askeri harcamamız kesinlikle çılgınca. Tek bir örnek vereyim: ABD'nin halen 22 adet Trident sınıfı nükleer denizaltısı bulunuyor. Bunlar, ilk vuruş silahlarıdır. Bu denizaltılardan her biri, aynı anda 24 füze fırlatabilir. Bu füzelerin herbirinde, birbirinden bağımsız hedeflenebilen, manevra edilebilir 17 adet nükleer savaş başlığı bulunur. Bu savaş başlıklarından her biri, 7000 deniz mili uzağa gidebilir ve hedefini üçyüz metre hatayla vurur. Füzeleri zıt yönlerde ateşlediğimizde, menzil 14 bin deniz mili demektir ve bu, ekvatorun yarısı demektir. Yani bir seferde 408 yerleşim merkezini, her birine Nagazaki'yi yerle bir eden bombadan 10 kat daha güçlü bir savaş başlığı isabet ettirmek üzere, vurabiliriz.- Bütün bunlar tek bir denizaltı mı?- Tek bir denizaltı. Bunlardan 22 tane var. Mantık dışı bir aygıt. Neden böyle bir şeye sahip olasınız? Nasıl bir kafa böylesi bir şey tasarlayabilir? Bunun varlığı neyle haklı gösterilebilir? Bunu kullanma cüretini göstermek ne demektir?ABD dış politikası, bir zorlayıcı olarak askeri gücün kullanılmasına dayanıyor. Teddy Roosevelt'in dediği gibi: "Yumuşak konuş ve büyük bir sopa taşı." Bu ne demek? "Ne dersem onu yap, yoksa kafanı kırarım. Fazla homurdanmam, sopayı vuruveririm."- ABD, son ikiyüz yıl içinde Latin Amerika'yı kaç kez işgal etti?- Kimin saydığına bağlı, ama sadece 20. yüzyılda, neredeyse yılda bir kez. - 19. yüzyıl da benzerdi...- Bu işe bayağı erken başladık. İngilizler ve İspanyollar bizi uzun süre korkuttu, ama burayı "bizim yarıküremiz" yapmakta kararlıydık. ABD'nin tüm dünyaya nasıl demokrasi ihraç ettiğine dair lafları hep duyarız, ama ABD'nin diğer halklar üzerindeki etkisini gerçekten anlamak istiyorsanız, herhalde en iyi başlangıç Liberya ve Filipinler, yani Asya ve Afrika'daki en seçkin iki sömürgemiz olacaktır. Liberya'ya 1843 öncesinde girdik, plana göre özgürleştirilmiş köleler buraya gönderilerek kölelik problemimiz "çözülecekti". Ülke, her anlamda bir ABD sömürgesi oldu. Adının anlamı "Özgürlük" demek. Başkent Monrovia ve büyük liman şehri Buchanan, isimlerini ABD başkanlarından alıyor. Devlet, ABD tarafından örgütlenip tesis edildi. Ulusal para birimi ABD Doları. Bu yakın ilişkilere bakıp, Liberya'nın görece iyi durumda olduğu düşünülebilir. Ama Afrika'da bile, Liberya halkı kadar acı çeken, yoksul bir halk bulmak güçtür.Filipinler'de de aynı hikâye. Burayı, Filipin-Amerikan savaşı sırasında fethetmiştik. Savaş ve deng humması nedeniyle 1 milyon Filipinli öldü. ABD birliklerinin yaygın işkence yaptığı ve Negros Adası'ndaki tüm erkekleri öldürme emri aldığı, kanıtlanmış durumda. O ada, bir zamanlar tüm Filipin yarımadasının nüfusunu besleyebiliyordu. Şimdi, 100 yıllık Amerikan yardımseverliğinin ardından durum ne? Ada 12 aileye ait ve ihraç edilen şekerin yüzde 60'ını üretiyor. Şeker kamışını kesenlerin çocukları aç, çünkü ailelerinin, sebze yetiştirecek toprağı bile yok. 10 yıl önce kişi başına milli gelir, 600 dolardı. Aynı rakam, Japonya'da 24 bin dolardan fazlaydı. Bölgenin en yoksul ülkelerinin bile milli geliri, Filipinler'in iki-üç katıydı. Sonuçta, Liberya ve Filipinler, ABD'nin fiili sömürgesi olmaktan yoksulluk, çatışma, bölünme ve diktatörlükler elde ettiler. Ferdinand Marcos, Manila'daki adamımızdı. Liberya'da birbiri ardına diktatörleri koltuğa oturttuk. - Peki, ulusal imajımızı, yani Amerika'nın Tanrı'nın dünyaya lütfu olduğunu, bu ülkenin "demokrasinin kalesi" olduğu düşüncesini nasıl koruyoruz?- ABD bir demokrasi değil, bir plutokrasidir. Yani zenginlerin devleti. ABD'deki servet yoğunlaşması ve yoksul-zengin uçurumu, başka hiçbir yerde yoktur. En çok kimlere özendiğimize bakalım: Rockefeller, Morgan, Bill Gates, Donald Trump ve diğerleri. Ahlaklı bir insan, her yıl açlıktan ölen 10 milyon bebek varken bir milyar dolara sahip olabilir mi? - ABD'nin vizyonu nedir, açıklar mısınız?- Dış politikamızın merkezinde, devletleri ve halkları, gıda üretiminde kendine yeterliliğin getirdiği bağımsızlıktan mahrum bırakmak yatıyor. İnanıyorum ki, kendi halkı için gıda üretemeyen bir ülke, asla gerçekten özgür olamaz. İran'da seçilmiş bir hükümeti devirip, yerine Şah'ı geçirdik. 25 yıl boyunca İran, Ortadoğu'da uşağımız oldu. Şah kendi halkı tarafından devrildikten sonra, CIA şefi William Colby, onun işbaşına getirilmesini CIA'nın en büyük başarısı olarak niteledi ve "Başarısız olduğunu düşünebilirsiniz, ama o 25 yıl boyunca bize iyi hizmet etti" dedi.- Aynı Şah, devrilmeden önceki yıl içinde onbinlerce İranlıyı öldürmüştü.- Sanırım sadece Kara Cuma'da, o ağustos gününde 2000 kişi vuruldu. O gün sokaklarda bir milyon kişi vardı ve birçoğu, ölmeye hazır olduğunu göstermek için kefenler giymişti. Elli metre yukarıdan, Huey helikopterleri, elli kalibrelik makinalı tüfeklerle yaylım ateş açtı.- Bunlar ABD'nin verdiği helikopterler miydi?- ABD'nin verdiği parçalarla, İsfahan'da üretiliyorlardı. Aslında bu üretim, ABD nüfuzuna dair ilginç veriler sunuyor. İsfahan, 1500 yılında dünyadaki en büyük on şehirden biriydi. Nüfusu yarım milyondu. Şah, İran'ı dünyanın en büyük beşinci sanayi gücü yapma düşüyle, İsfahan'ı sanayileşmenin merkezi yaptı. 1970'te nüfus 1.5 milyondu ve bunun içinde, bir zamanların bu muhteşem şehrinin gecekondularına göçen 800 bin köylü vardı. Yani bir kez daha, ABD dış politikasının sonucu, çoğunluk için yoksulluk, öfke ve acı oldu. Birkaç bin yıl boyunca nüfusu besleyebilecek kadar tarımı destekleyen kanal sistemleri çürürken, İran gıdasını ithal etmeye başladı. Bir yandan da silah alıyordu. Sadece 1972-77 arasında onlara 22 milyar dolarlık silah sattık - nükleer silah hariç her şey.İran, gıda ithalatına bağımlı olan tek Ortadoğu ülkesi değil. Bugün 22 Arap devleti, gıdalarının yarısından çoğunu ithal ediyor. Bu da onları, ABD ekonomik baskısına olağanüstü duyarlı kılmakta. Mısır, iyi bir örnek. İsrail'in ardından, en çok ABD yardımı alan ülke. Yaptırımların Kahire'ye neler yapabileceğini tahmin edebiliyor musunuz? Ülkenin 12 milyon nüfusu var ve 10 milyonu yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Başkent, üç ayda kıyametin eşiğine gelir. Sokaklarda isyan patlar. Aynı şey diğerleri için de geçerli. Petrolleri olduğu için zengin olduklarını düşünüyor olabilirler, ama petrol, Irak'ı kurtaramadı. Irak'ta yaptırımlar, bölgenin en iyi yaşam standartlarına sahip olan bir halka sefalet dayattı. Iraklıların ücretsiz, genel sağlık hizmeti ve iyi bir eğitim sistemi vardı. Şimdi, BM Güvenlik Konseyi adına uygulanan ABD dayatması yaptırımlar nedeniyle her ay 18 bin insan ölüyor. - Şimdilerde, Kuzey Kore'den korunmak için bir Ulusal Füze Savunma Sistemi'ne, Yıldız Savaşları Projesi'ne ihtiyacımız olduğunu söylüyorlar.- Bu tam bir çılgınlık. Son seçimlerde, her iki adayın da, daha güçlü bir savunma inşa edeceği vaatlerini izledik. Neye karşı savunma? Askeri ürünlere talebi sürekli yükseltmek için, ahlaki ve mali çılgınlık vazediyoruz. Birkaç hafta önce Güney Afrika'daydım. Bir avuç savaş gemisine bir milyar dolar harcayıvermişlerdi. - Peki ne yapmalıyız?- Sanırım çözüm, fikirlerin gücünde ve eninde sonunda, asıl gücün halkın elinde olduğuna inanmakta. ABD dış politikasının sonuçlarını tartışırken, hikâyenin sadece bir kısmını konuştuk. Diğer kısım direniş, yani halkın gücü. Bunu Filipinler'de, Marvos'un devrilmesinde, İran'da Şah'ın olağanüstü gücünün devrimle tuzla buz olmasında gördük. Bu ülkedeki insanların sadece yüzde 1'i bile görünmez zincirlerini kırdığında, şirketler tiranlığını, bu plutokrasiyi bir gecede yerle bir eder!
(The Sun Dergisi'nden kısaltılarak çevrilmiştir)
ÖNCEKİ HABER

Şaron'un Filistin telaşı

SONRAKİ HABER

Arka bahçede davetsiz misafir

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa