03 Ekim 2001 21:00

İmparatorluk mu, emperyalizm mi?

Hardt ve Nagri, bugüne kadar işçi sınıfı ve ezilen halkların bilinen bütün silahlarını ellerinden alıyor.

Paylaş
İmparatorluk mu, emperyalizm mi?İskender BayhanEvrensel Basım Yayın'ın, V. İ. Lenin'in "Kapitalizmin En Yüksek Aşaması Emperyalizm" adlı eserini yeni bir çeviri ve güncel bir önsöz ile yayınladığı günlerde Ayrıntı Yayınları da Michhael Hardt ve Antonio Negri'nin "İmparatorluk" isimli ortak çalışmalarını yayınladı. Kitapta verilen bilgilere göre M. Hardt, Duke Üniversitesi'nde edebiyat profesörü, A. Negri ise felsefe ve hukuk alanında akademik kariyer yapıp, bu alanlarda profesör olan ve halen Roma'daki Rebibbia Hapishanesi'nde tutuklu bulunan bir akademisyen. İmparatorluk isimli kitabın Türkçe baskısının yayınlanmasının ardından çeşitli çevrelerde yapılan değerlendirmeler, kitap üzerine çıkan yazılar, dikkatleri bu kitaba çekmekte etkili oldu. Genel anlamda söyleyecek olursak, iddialı bir biçimde kaleme alınmış, iddialı yorumlara neden olmuş, Yazarlarının da "alçakgönüllü" bir tutumla, dünyanın bugün içinde bulunduğu durumu anlama ve değiştirme açısından "kendi" tezlerini tartışmaya açtıkları bir çalışma. Kitabı günlük bir gazetenin sütunlarının sınırlılığı içerisinde değerlendirmek, yapılan işin, dünya emekçi sınıflarını ve ezilen halklarının kurtuluşunu nasıl belirsizleştirip "küreselleşme" karşıtlığının içerisine hapsettiğini ortaya koymak açısından yetersiz kalacaktır. Onun için daha çok, bütün dünya işçileri ve ezilenlerinin tek kurtuluşu olan sosyalizmin belli başlı bilimsel tezlerinin yerine nelerin konulduğuna dikkat çekerek, durumu biraz anlaşılır kılmaya çalışacağız. Hardt ve Negri'nin tezleri, günümüz dünyasının egemenlik ilişkilerini analiz ederken iki kavramı eksen seçiyor: "İmparatorluk ve çokluk". Neye karşı? Biraz liberallere karşı, ama asıl olarak da "emperyalizm ve sınıf mücadelesi" kavramlarına karşı. "Günümüz dünyasındaki egemenlik ilişkilerini açıklamaya emperyalizm kavramının yetmediği" iddia ediliyor ve yerine "eski" bir kavram yeniden üretilerek konuyor: "İmparatorluk". Sınıf mücadelesinin yerini de "çokluk" alıyor. Çağın temel çelişkisini emek ve sermaye değil de 'imparatorluk' ve 'çokluk' belirliyor.BM, IMF, Dünya Bankası gibi kuruluşlar, merkezsiz ve topraksız (ulusal özelliği kalmamış) bir egemenliğin kurumları olarak tanımlanırken, böyle bir egemenliğe karşı mücadelenin de merkezsiz ve topraksız (ulusal sınırları kalmamış) bir mücadele olarak verilmesi öngörülüyor. İmparatorluk, tek bir dünya rejiminin adı olurken, bu dünya rejimini yıkmak ve bir karşı-imparatorluk, alternatif bir küresel toplum inşa etmek için bütün dünyayı kucaklayan tek bir politik örgüt kurmak gerektiği iddia ediliyor. "Bize göre politik görevimiz sadece bu süreçlere (küreselleşme ve imparatorluğun oluş süreçlerine-parantez içi bize ait) direnmek değil, yeni hedeflere göre onları yeniden düzenlemek ve yönlendirmektir. İmparatorluğu ayakta tutan çokluğun yaratıcı güçleri aynı zamanda otonom olarak bir karşı-imparatorluk, yani küresel akışlara ve mübadele ilişkilerine alternatif bir politik örgüt kurma kapasitesine sahiptir. Somut bir alternatif yaratmak kadar imparatorluğa karşı koyma ve onu yıkma mücadeleleri de bu aynı emperyal arenada cereyan edecektir; aslında bu tür yeni mücadeleler daha şimdiden görünmeye başlamıştır. Çokluk, bu ve benzeri birçok mücadeleden geçerek, bir gün bizi imparatorluğun ötesine taşıyacak olan yeni demokratik biçimler ve yeni bir kurucu güç keşfetmek zorundadır." (sf 21)"İmparatorluğa karşı sınırlı ve bölgesel bir otonomluğu amaçlayan bir projeyle direnmek mümkün değildir. Daha önceki herhangi bir toplumsal biçime (sosyalizm kastediliyor-parantez içi bize ait) sırtımızı dayayamayacağımız gibi tek başımıza da ilerleyemeyiz. Yapmamız gereken, imparatorluğun içinden geçip öteki tarafından çıkmaktır. Deleuze ve Guattari'nin savunduğu gibi, sermayenin küreselleşmesine direnmek yerine, süreci hızlandırmak zorundayız: 'Ama devrimci yol hangisidir? Böyle bir yol var mıdır? Dünya piyasasının dışına çıkmak mı?.. Yoksa tam tersi yönde mi ilerlemeliyiz? Yani piyasanın kodları çözme ve toprak bağını kesip atma hareketinde daha ileri mi gitmeliyiz?' İmparatorluğa ancak kendi genellik düzeyinde ve dayattığı süreçleri mevcut sınırlarını aşacak şekilde zorlayarak etkili bir biçimde karşı durulabilir. Bu meydan okuyuşu görmek ve küresel düşünüp küresel davranmak zorundayız. Küreselleşme bir karşı küreselleşme, imparatorluk da bir karşı-imparatorlukla göğüslenmek zorundadır."Hardt ve Negri, bugüne kadar işçi sınıfı ve ezilen halkların bilinen bütün silahlarını ellerinden alıyor. Tek ülkede sosyalizmin zaferinden tutun da, bunun enternasyonal dayanışma ve mücadele içerisinde, bütün dünyada kapitalist emperyalizmin alaşağı edilmesine kadar gidecek bir sürecin vazgeçilmez halkalarından birisi olduğu gerçeğine kadar birçok doğruyu unutturup yerine koskoca bir belirsizliği koyuyor. Kalkış noktası olarak, küreselleşme karşıtı eylemleri temel alırken, onu da karşıtlık olmaktan çıkarıp, "süreci derinleştirme" yönünde bir radikal tutumla devam ettirmeyi öneriyor. Kitabın başından sonuna kadar karışık, anlaşılmaz, çelişkili bir otonomculuğu ise devrimci bir silahmış gibi elinden bırakmıyor. Asıl devrimci silah ve dayanacak gücün ise yolda giderken bulunacağını söyleyip, YDD solcularının, yüzyılın son çeyreği boyunca bir türlü yok edemediği sosyalizm birikiminden, "Daha önceki herhangi bir toplumsal biçime sırtımızı dayayamayacağımız"ı söyleyerek kurtuluyor. Günümüz dünyasına ilişkin analizleri ise, olmayan bir şeyi varmış gibi göstermekten öteye geçmiyor.Meraklıları için kitabı okumakta bir sakınca yok. Ama günümüz dünyasını anlamak ve değiştirmek için önce Lenin'in Emperyalizm eserini okumak daha isabetli olacaktır. Çünkü, "İmparatorluk"u okuyup, incelediğinizde, Hardt ve Negri'nin, Lenin'in eserini okumadıklarını ya da yüzyılın son çeyreğinde düşünce hayatına egemen olan anlayışla; Marksizm ve Leninizme, yani bilimsel sosyalizme karşı yaratılan ön yargıların kuşattığı bir anlayışla okuyup anlayamadıklarını göreceksiniz.Kitabın, Türkçe basımına önsöz bölümünün sonu sonu şu paragrafla bitiyor: "Bu kitap, Körfez Savaşı'nın hemen ardından yazılmaya başlandı ve Kosova'daki savaş başlamadan önce bitirildi. Dolayısıyla okur argümanı İmparatorluğun kuruluşundaki iki belirgin olayın orta noktasına yerleştirmelidir".Pentagon ve DTM'nin ikiz kulelerinin vurulması ve sonrasında yaşananlar kitabın neresine yerleştirilecek? Belki de, kitabın iç mantığının bozulmaması açısından kenarda kalmaları daha iyi olacak. Ülkemizin ünlü bir şairinin dizelerini anımsadığımız kadarıyla hatırlatalım: "Körfez'deki dalgın suya bir bak / Dibinde Amerikan kablolarını göreceksin".Bir başka bölgede, bir başka suyun veya toprağın altında ya da üstünde duran hegomonya zincirlerine bakın tek bir şey görürsünüz: İster sermayesi farklı ulusların tekellerine bölünmüş olsun, ister tek bir ulusun burjuvazisine ait olsun, üzerinde farklı markalar yazan bir emperyalist sömürü zinciri. Yapılacak olan ise açık; en zayıf halkalarından söküp atarak yürümek.
ÖNCEKİ HABER

Havada panik!..

SONRAKİ HABER

Genel-İş'ten savaşa karşı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...