10 Ağustos 2001 21:00

'ABD dürüst bir arabulucu değil'

"İntifada 300 günü geride bıraktı ve halkımız hâlâ savaşıyor. Çocuklarımız İsrail tanklarına taşlarla karşı koyuyor. Az sayıdaki savaşçımız, basit silahlarla kendilerini savunuyor.

Paylaş
'ABD dürüst bir arabulucu değil'Taylan Bilgiç / Sultan Özerİsrail Başbakanı Ariel Şaron'un, protestoların gölgesinde yaptığı Ankara ziyareti, gözleri yeniden Ortadoğu'ya çevirdi. Kudüs'te düzenlenen intihar saldırısı, bölgedeki gerginliği iyice artırmış durumda. Filistin'in Ankara Büyükelçisi Fuat Yasin'le, bölgedeki durumu, barışın koşullarını ve Şaron'un ziyaretini konuştuk. Evrensel: İşgal altındaki topraklarda yaşanan son İntifada'nın temelinde ne yatıyordu? İntifada'ya uzanan gelişmeleri özetler misiniz?Fuat Yasin: Oldukça uzun bir öykü. Bildiğiniz gibi bu, üçüncü Filistin İntifadası. Birincisi 1987'de, ikincisi 1996'da, yani İsrail'in başında Benjamin Netanyahu'nun olduğu dönemde, sonuncusu olan El Aksa İntifadası ise 28 Eylül 2000'de başladı.El Aksa İntifadası'nın temellerini, İkinci Camp David görüşmelerinde bulabiliriz. Bu görüşmeler, Bill Clinton'ın ABD Başkanı, Ehud Barak'ın İsrail Başbakanı olduğu bir dönemde yapıldı. Filistin ve İsrail heyetleri, Camp David'de, Clinton tarafından bir araya getirildi. Clinton, 100 yıldır süren bu sorunun artık bitmesini istiyordu. Filistin tarafına baskı yapmak için, Barak'ın dayatmalarını bize kabul ettirmek için elinden geleni yaptı. Oysa biz samimi olarak, barışa bir şans tanımak istiyorduk. İlkemiz "Tek toprak, iki halk, iki devlet" idi. Verebileceğimiz tüm tavizleri verdik; üstelik bunların bir bölümünün adaletsiz olduğunu bile bile. İsrail, şu anda Filistin topraklarının yüzde 78'ini işgal ve ilhak etmiş durumda. Geri kalan yüzde 22, yani Batı Şeria ve Gazze, 1967 savaşında işgal edildi. Biz sadece bu, yüzde 22'lik parçada kendi bağımsız devletimizi, egemenliğimizi talep ediyorduk. İsrail bunu bile kabul etmedi. Görüldüğü gibi, hiç de adil değil. Clinton'a, İsrail'in dayatmalarını asla kabul etmeyeceğimizi söyledik. BM Güvenlik Konseyi'nin 242, 338 nolu kararlarlarını, uluslararası hukukiliğimizi ve "toprak karşılığı barış, barış karşılığı toprak" ilkesini hatırlattık. Barak o sırada sürekli manevra yapıyordu. Sözde birtakım tavizler verdi, ama sadece sözde. Bizde bir deyim vardır, "Denizde balık satmak" derler. Barak'ın yaptığı, bundan da öte, okyanusta balık satmaktı. İşgal altındaki toprakların yüzde 99'unu geri vereceğini, Kudüs sorununu çözeceğini söylüyordu ama hepsi laftı. Camp David'de tek bir kelime bile kağıda geçirilmedi, tek bir harita bile çizilmedi. Arafat bu şartları asla kabul edemezdi. Kim okyanusta balık satın almayı kabul eder ki?Barak, Tel Aviv'e geri döndü ve Şaron'un Likud Partisi ile işbirliğine gitti. Birlikte, herşeyi yok etmeye karar verdiler.Yani bu tablo bilinçli bir plan sonucu mu ortaya çıktı?Evet. 25 Eylül'de Arafat, Barak'ın evinde onunla görüştü. Ona, Ariel Şaron'un Haremüşşerif'e gitmeye karar verdiğini öğrendiklerini söyledi ve İsrail'den, Şaron'a bu şansı tanımamasını istedi. Çünkü bu ziyaret gerçekleşirse Şaron herşeyi mahvedecek, kimsenin kontrol edemeyeceği bir patlama yaşanacaktı.İki gün sonra Barak; Şaron'a 3000 asker ve polis verdi. Şaron bu koruma altında Haremüşşerif'e gitti. Kudüs'ün Filistinliler, Müslümanlar ve Hıristiyanlar için ne kadar önemli olduğunu biliyorsunuz. İntifada, bu nedenle Şaron'un ziyaretiyle patlak verdi. Aradan neredeyse 11 ay geçmiş bulunuyor. Şaron ve Barak, intifadayı birkaç haftada, hatta birkaç günde ezeceklerini düşünüyorlardı. Ama başaramadılar. Daha sonra Şaron başbakan oldu ve hemen Washington'a, yeni iktidara gelen Bush yönetimiyle görüşmeye gitti. Bu görüşmede ona, "Clinton'ın görüşmeler yoluyla hiçbir sonuç elde edemediğini, küçük düştüğünü, Amerikan yönetiminin rezil olduğunu" söyledi. Daha sonra Filistinlilerle kendi bildikleri gibi ilgilenmek istediklerini ileterek, ABD'den müdahale etmemesini talep etti. "Biz İntifada'yı ezecek kadar güçlüyüz, bütün Arap ülkeleriyle de tek başımıza yüzleşebiliriz" diyordu.Böylece Bush yönetimi, Şaron'un önünü açtı. Çünkü Şaron, 100 gün içinde Filistinlileri teslim alacağını ve onlara istediği koşulu kabul ettirebileceğini vaat etmişti.Ama Bush ve Şaron'un beklentileri tutmadı. İntifada 300 günü geride bıraktı ve halkımız hâlâ savaşıyor. Çocuklarımız İsrail tanklarına taşlarla karşı koyuyor. Az sayıdaki savaşçımız, basit silahlarla kendilerini savunuyor. Savaş helikopterlerine, roketlere, tanklara, ağır makinalılara, yani İsrail ordusuna karşı. Bu ordu ki, dünyanın en güçlü ordularından biridir. Ama halkımız teslim olmuyor. Çünkü onlar işgale karşı savaşıyor. "Toprak karşılığı barış" ilkesinden bahsettiniz. Bu, BM tarafından kabul edilmiş bir ilke...Evet. Hatta ABD, AB, Rusya, Japonya, Norveç ve diğerleri, bu ilkeyi Madrid Konferansı'nda da kabul etti.Ancak Madrid'in ardından İsrail ve ABD, Filistin'e karşı ortak hareket ederek, bu ilkenin yerine "toprak karşılığı güvenlik" ilkesini geçirdiler. Güvenlik kavramının içini de, kendi bildikleri gibi doldurdular. Şimdi Şaron, ağzını her açtığında "güvenlik" diyor. Sizce Filistin Yönetimi bu süreçte fazla tavizkâr davranmadı mı? ABD'ye haddinden fazla güvenmedi mi?Hayır, bu güven sorunu değil. "Barış"ın yerine "güvenlik"i geçirmeye çalıştıkları doğru, ama bunu asla başaramayacaklar. Biz pragmatik ve gerçekçiyiz. Filistin Yönetimi, sadece barışa şans tanımak istedi. Belirttiğim gibi, sırf bu nedenle, adil olmayan tavizler bile verdik. Ama İsrail ve ABD'ye asla boyun eğmedik. Biz halkımıza, toprağımıza bağlıyız. Haklarımız, meşruiyetimiz var. "Toprak karşılığı güvenlik" işlemez. İsrail için güvenlik ve istikrar istiyorlarsa, önce barışa razı olsunlar. Önce barış olacak, güvenlik ve istikrar öyle gelecek. Peki barış nasıl sağlanır? Çok basit: İşgali sona erdirerek. İsrail güven içinde yaşamak istiyorsa, Filistin topraklarındaki işgalini sona erdirmeli. Oysa şu anda manzara hiç de böyle değil. Netanyahu, Barak ve Şaron herşeyi, bütün barış sürecini sıfırladılar. Dikkat çekici bir nokta var: Madrid ve Oslo sürecinde, 1990'ların başında Filistin'in pozisyonu daha güçlüydü. BM Güvenlik Konseyi kararları gündemdeydi. Ama şimdi Filistin dışında hiçbir güç, bu kararlardan bahsetmiyor. Acaba bu kararları unutturmaya, hatta belki de iptal ettirmeye mi çalışıyorlar?ABD İsrail'i desteklemeye devam edebilir, ama sanmıyorum ki Güvenlik Konseyi kararlarını iptal edebilsin. Bunlar, ABD dahil bütün Güvenlik Konseyi üyelerinin kabul ettiği kararlar. Bush yönetimi istese bile bunları unutturamaz. Biz uluslararası hukuku temel alıyoruz ve çok güçlü bir pozisyonda olduğumuzu düşünüyoruz. İsrail, şu anda dünyadaki son sömürgeci güçtür. Dünyanın başka hiçbir yerinde böyle bir durum yok. Bunu bitirmenin zamanı gelmiştir.Oslo süreci ile ilgili bir diğer soruna gelelim. Arap topraklarına dağılmış milyonlarca Filistinli, unutturulmaya çalışılıyor. Oysa geri dönüş hakkı, Filistin sorununun temelinde yatıyor. Filistin Yönetimi neden bu sorunun üzerinde daha fazla durmuyor?Geri dönüş hakkını kimse unutamaz ve unutturamaz. Vurgulamam gerekir ki 2. Camp David'in çökmesinin en önemli nedenlerinden biri, geri dönüş hakkı konusunda taviz vermememizdi. 2. Camp David sırasında ABD ve İsrail, Filistin yönetimine dayatmalarda bulunmaya çalıştılar ama başaramadılar. Peki bu durum, ABD'nin dürüst bir arabulucu olmadığı anlamına gelmiyor mu?Kesinlikle doğru. ABD, barış sürecinin aracısı olacaktı. Madrid'de iki aracı vardı: ABD ve Rusya Federasyonu. Sonra ABD, barış sürecinin ana aracısı oldu. Ama ne yazık ki Clinton yönetimi, sözlerini yerine getirmedi. Bush ile birlikte ise işler daha kötüye gitti. Bu durumda ABD inisiyatifindeki barış süreci devam etmeli mi?Evet, etmeli.Peki sürece Avrupa Birliği, Rusya gibi başka güçler dahil olabilir mi?Bildiğiniz gibi, SSCB'nin çöküşünden sonra tek süpergüç ABD kaldı. Bence Amerikan yönetimi şunu iyi anlamalı: İsrail'e yakın durmaya devam ederlerse, Ortadoğu ve başka bölgelerdeki Amerikan çıkarları da zarar görür. Amerikalıların bu kadar saf olacağını sanmıyorum. Şaron ve onun kanlı mantalitesi nedeniyle bütün bölge parçalanabilir, istikrar kaybolabilir.Şaron'a gelelim. Sizin, başka büyükelçiliklerin aksine, Türkiye Cumhuriyeti'nin içişlerine karışmama konusunda hassas olduğunuzu biliyoruz. Ama açık konuşalım; Şaron'un Türkiye'ye geleceğini öğrendiğinizde neler hissettiniz?Şaşırdığımı söyleyemem. Türkiye ve İsrail arasında ikili ilişkiler olduğunu hepimiz biliyoruz. Bu ilişkiler uzun zaman önce başladı ve barış süreciyle birlikte hızla gelişti. Türkiye'deki dostlarımızla dürüst bir ilişki içindeyiz, Türkiye'nin bölgede büyük bir güç olarak, önemli bir rol oynayabileceğini düşünüyoruz. Yaser Arafat, Sayın Ecevit'e, Planlama ve Uluslararası İşbirliği Bakanı Nebil Şaat ise Sayın İsmail Cem'e mesaj gönderdi. Filistin'in pozisyonunu açıkladılar. Türkiye'den, kendi rolünü oynamasını istediler. Dışişleri yetkilileriyle görüşme şansı bulabildim, Şaron'un temaslarını televizyondan takip ettim. Bence Ecevit Şaron'la açık konuştu ve ondan planlarını gözden geçirmesini, görüşme masasına oturmasını istedi. Çünkü Filistin sorunu, insanları öldürerek çözülemez.Dün başka bir gazetede, Şaron'un ziyaretini Filistin halkı için "faydalı" olarak değerlendirdiğiniz yönünde bir haber vardı. Hatta bu sözünüzü başlık olarak kullanmışlardı. Ben tam olarak öyle dememiştim. Herhalde o Zaman'ın kendi yorumu. Yine de, ziyaretin faydalı olduğunu düşünüyorum. Şaron Türkiye'ye gelmek için ısrar etti; şurada burada müttefikleri olduğunu, bu müttefiklerin onun Filistin politikasını desteklediğini göstermek istiyordu. Ama Türkiye'ye geldi ve bunu kanıtlayamadı. İsrail'in dostu, daha ötesi müttefiki olan Türkiye bile, Şaron'un politikasını desteklemedi. Bu da bizim için faydalıdır. Peki ama, Ecevit Şaron'u kabul etmeseydi daha faydalı olmaz mıydı?Gerçekçi olmak gerek. Politika bu. İmkansızı istememeliyiz. Bu ülkelerin ikili ilişkileri var, birbirlerine "gelme" diyemezler. Zaten Şaron ziyaretini çok kısa tuttu; 7-8 saat. Ecevit bile, Türk hükümeti bile, Şaron'un ne yapmak istediğini anladı ve bu da bizim için yararlıdır. Ziyaretten önce, El Fetih liderlerinden Marvan Barguti, Türk halkına seslenerek Şaron'u protesto çağrısı yaptı. Evrensel bu çağrıyı manşet yapmıştı. Dün ise Enformasyon Bakanı Yaser Abdrabbo, Ecevit hükümetine, İsrail ile ilişkileri dondurma çağrısı yaptı. Ortada iki çağrı var. Siz ne düşünüyorsunuz?Barguti bir saha komutanı, İntifada'nın önde gelen liderlerinden biri. Türk halkına dostça çağrıda bulunma hakkı var. Türk halkı da bu çağrıya olumlu yanıt verdi ve Şaron ziyareti ile ilgili görüşlerini ortaya koydu. Ancak Abdrabbo'nun dediğiniz gibi bir çağrı yaptığını sanmıyorum.Bu demeç gazetelerde yer aldı.Ben Abdrabbo'yu çok iyi tanırım. Biz çok pragmatiğiz ve imkansızı istemeyiz. Türkiye'den İsrail ile ilişkilerini dondurmasını değil, bu ilişkisini barış sürecinin ve bölge halklarının çıkarına kullanmasını isteyebiliriz ancak.Ankara, İstanbul ve İzmir'de düzenlenen Şaron'u protesto gösterileri hakkında ne düşünüyorsunuz? İnsanlar, Filistin'le dayanışma duygularını sokaklarda ifade ettiler.Türkiye'deki dostlarımıza, gösterilere katılan kadın ve erkek kardeşlerimize minnettarız. Kimse onları bunu yapmaya, sokaklarda yürümeye zorlamadı, ama onlar görüşlerini ifade ettiler. Dün Sağlık-İş Başkanı Mustafa Başoğlu ve heyeti ile görüştük. Ellerinde çiçeklerle geldiler. Onlara teşekkür ettim ve bunları, şehitlerimizin mezarları adına kabul ettiğimi söyledim. Çok anlamlı bir ziyaretti.
ÖNCEKİ HABER

Taşköprü yıkılıyor

SONRAKİ HABER

Nükleer atıklara makyaj

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...