14 Temmuz 2001 21:00

'İşçinin geleceğine ipotek konuldu'

Kamu toplusözleşmelerindeki koşulları kabul eden Petrol-İş geçtiğimiz günlerde TÜPRAŞ ve PETKİM'de 1 Ocak'tan itibaren geçerli olacak sözleşmeye imza attı.

Paylaş
'İşçinin geleceğine ipotek konuldu'
Türk-İş'le hükümet arasında imzalanan toplu iş sözleşmesi protokolünün ardından, işyerleri bazında süren sözleşme görüşmeleri birer birer sonuçlanıyor. IMF'ye verilen niyet mektuplarına paralel olarak yapılan Türk-İş/hükümet protokolü çerçevesinde sonuçlanan toplusözleşmeler, ücretlerdeki reel erimenin yanında, sınıfın elindeki kazanımlarını da birer birer yok eden nitelikler taşıyor. 1 Ocak tarihinden geçerli olmak üzere, geçtiğimiz günlerde Petrol-İş ile TÜPRAŞ ve PETKİM arasında imzalanan toplusözleşmenin yanında, yeniden gündeme getirilen istem dışı işten çıkarmalarla ilgili görüştüğümüz Petrol-İş Aliağa Şube Başkanı İskender Büyükçolak, bu toplusözleşmeden yeni kazanımlarla çıkmak bir yana var olanın bile korunamadığının altını çizerek, işverenin "ilke sorunu" diye getirdiği ihbar önerisine tarih konulmasıyla ilgili maddenin kabul edilmesinin, yeni işe girecek işçilerin geleceğine ipotek konması anlamı taşıdığını aktardı. Büyükçolak sorularımıza şu yanıtları verdi:
Kamu toplu iş sözleşmesi sürecini ve Türk-İş'le hükümet arasında imzalanan protokolü nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kamu sözleşmelerini değerlendirirken özelleştirme kavramından ayrı düşünmemek gerekiyor. Diğer yandan da sendikaların giderek üye ve taban kaybetmesi gerçeği var. Özellikle PETKİM açısından söylemek gerekirse, yıllar önce Aliağa bölgesinde çalışan işçiler, "Kamu işçileriyle beraber olmalıyız" diyorlardı. Hedefimiz buydu ve sonuç olarak da kamu işçilerinin arasına girdik. 1989 bahar eylemleriyle başlayan süreçte, o günden bu yana ciddi bir kamu işçisi potansiyeli vardı. Özelleştirmeler ve diğer uygulamalar nedeniyle bu sayı bugün 650 binlerden 450 bin civarına düştü. Bu önemli bir güç kaybı her şeyden önce. İşyerinde kalıcı, kronik hale gelen sorunların çözüm yöntemini bugüne kadar bulamadık. Kendi isteğimizle kamu işçileri arasına girelim derken, kendi sorunlarımızı çözecek bir mekanizmanın içinde olmadığımızı gördük. Her toplu iş sözleşmesi döneminde bunu biz sıcak ve yakıcı bir şekilde yaşıyoruz. Bu dönemin en önemli özelliklerinden birisi de yaşanan krizler. Krizlerin bedelinin işçilere ödetileceğini biliyorduk. Eylemden yana açık tavır alınmayan, bu yönde duruş sergilenmeyen bir toplusözleşme dönemi yaşandı. Farklı bir karşı duruş olarak kamu işçilerinin, ücret dışında kalan faktörler karşısında bir düşünce, bir duruş sergilemeleri gerekiyordu. Çok açık söylemek gerekirse sendikaların sınıfsal, sendikal ve ideolojik bakış açıları bu duruşun sergilenmesine engel oldu. Bu belki çok teorik bir yaklaşım gibi gelebilir, ama bu durumun işçilere kadar indiğini ve sendikaların öncülük görevini yerine getiremediklerini düşünüyorum. Kendimizi de bunun dışında tutmuyoruz.
Petrol-İş'in yaptığı sözleşmeyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu dönem sözleşmenin bağıtlanması ya da bağıtlanmaması noktasında belirleyici olan "ihbar öneri" maddesine bir tarih konulması oldu. Aşağı yukarı üç sene öncesindeki toplu iş sözleşmesinde geçen "bu sözleşmenin imza tarihinden sonra işe girenler" şeklinde muğlak ve yuvarlak ifade nedeniyle işveren ihbar önerilerini yasal çizgiye çekmek noktasında uygulama fırsatı bulamadı. Bu dönem, kendileri için bir ilke sorunu olduğu, diğer kamu işletmelerinde bu sorunu çözmelerine rağmen bir tek Petrol-İş'in örgütlü olduğu işyerlerinde bunun kaldığı ve mutlaka tarih konulması konusunda ısrarcı olduklarını belirttiler. Bu Petrol-İş'in yetkili kurullarında tartışıldı. Sonuçta baştan beri anlatmaya çalıştığım o psikoloji ve düşünce içerisinde Petrol-İş Sendikası da, toplusözleşmeleri ihbar önerilerine tarih koymak şartıyla imzaladı. Bunun karşılığında da kamu işverenleri getirdikleri diğer karşı maddeleri geri çektiler. Petrol-İş olarak kamu işyerleriyle toplusözleşme sürecini yeniden sorgulamamız gerektiğini düşünüyorum. Çıkarımıza mı, zararımıza mı, içinde mi olmalıyız bu sürecin, dışında mı kalmalıyız? Bunun üzerinde ciddi ciddi düşünmemiz gerekli.
Yarımca'da ve Aliağa PETKİM'de resen emeklilik adı altında istem dışı işten çıkarmaların yeniden başlayacağı belirtiliyor. Siz bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
İstem dışı işten çıkarmalar Derviş Programı'nda "Acil Önlemler Paketi"nde varken, sonradan Ulusal Program'a o boyutta alınmadı. Bir paragraf olarak konuldu. Özellikle IMF tarafından çerçevesi çizilen toplu iş sözleşmesini imzalamaları konusunda sendikaları zorlama amacıyla getirilen bir yaklaşımın ürünüydü bu. Siyaseten getirilen bir teklifti ve siyaseten ortadan kaldırıldığı söylendi. "İstem dışı emeklilik hükümet tarafından gündeme getirilmeyecektir" düzenlenmesi biçimsel bir şeydir. Bugün hükümet tarafından, başta vurgulandığı şekliyle bir istem dışı emeklilik gündeme getirilmiyor. Ama tek tek kuruluşlara baktığımızda birçok yerde istem dışı işten çıkarmalar gündemde şu an ve uygulanıyor. Bunu hükümet çok iyi biliyor ve "Bizim tarafımızdan uygulanan bir toplu işten çıkarma değil" diye geçiştiriyor. İşçi cephesi olarak "Biz hükümetle bir protokol yaptık. Hükümet buna uymuyor" diyorsak eğer, bunun karşısında hükümeti protokola uyduracak gücü ortaya koymak durumundayız. Kıstas ne olmalı; emeklilik yaşı yasalarda 55 yaştır. Bu türden işten çıkarmalarda mutlaka bir yaş kıstası konulmalı. Bir de çıkarılanlar kadar, kalan personelin de çıkış ve kalışlarının haklı bir gerekçeye dayandırılması gerekiyor.
ÖNCEKİ HABER

Gelenekçiler'in tek farkı 'maneviyat'

SONRAKİ HABER

'İki yitik hasret, iki parça can...'

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...