08 Temmuz 2001 21:00

Toplumsal olaylar ışığında insan

Öykülerinde ve romanlarında insan olgusunu tarihsel olaylarla birlikte ele almayı başarmış olan Kemal Bilbaşar, kırsal kesim ve küçük kentlerdeki ırgat, tüccar, küçük üretici, eşraf, bürokratları kahraman olarak seçmiştir.

Paylaş
Toplumsal olaylar ışığında insan
Metin Günaydın
Öykü türüyle başladığı edebiyat çalışmalarında hem ele aldığı kişilerin gerçekçiliği ile hem de, kişilerin ruhsal tasvirlerini yaratmadaki başarısıyla, dikkati çeken bir yazardır. 1938-41 yılları arasındaki öykülerinde "eşraf, tüccar, büyük-küçük memur" gibi kendi halindeki insanların oluşturduğu, kasaba ve küçük kent tasvirleri yoğunlukludur.
Tek Parti Dönemi'nin en fazla işlenmiş olan özelliklerinden biri olan ve '80 öncesine kadar birçok romana, hikâyeye, filme konu olan "eşraf-bürokrat" birliktiliğinin getirdiği çıkarcılığı, "Budakoğlu" adlı hikâyesinde başarılı bir şekilde işlemiştir, Bilbaşar. "Anadolu Hikâyeleri" kitabında yer alan Budakoğlu'nda, yargıç önüne çıkarılan Çolak Himmet'in "Beni avratsız ve öküzsüz koyan deyyusu ben de malsız godum; köylünün hakkını da yanına komadım" sözleri, o dönem ilişkilerine toplumun öfkesi niteliğindedir. "Tandır"da, okulunu imece yoluyla yapan bir köyün temsilcisi olarak "valiliğe" girmek isteyen Hüsmen Onbaşı, konuşmasından ötürü siyasal suçlu sayılmış, falakaya yatırılmıştır. "Irgatların Öfkesi"nde, ise işçi-işveren ilişkileri işlenmiştir. Bu konuların 1940'larda işlenmesi, yazarın dünya görüşü hakkında bilgiler vermektedir.
Daha verimli olarak kabul edilen 1942-48 tarihlerindeki öykülerinde, İkinci Dünya Savaşı'nın yarattığı bunalımların etkisi, bu dönemde ortaya çıkan orta tabaka insanları görülür. Dar gelirli insanların yanı sıra, havadan para kazanan karaborsacılar da "Pazarlık"taki öykülerde bolca işlenmiştir. "Pazarlık" ve "Çoluk Çocuk Sahibi" gibi öyküler gittikçe hızlanan sınıfsal farklılaşmayı vurgulaması yönünden de dikkat çekicidir.
Öykülerinde kişiler ve olaylar arasında doğal bağlantılar kurmakta hayli başaralı olmasına karşın, dil açısından kimi zaman tekdüzeliğe düşer Bilbaşar.
Bilbaşar'ın romancılığı
Nitelikli öyküler ürettiği dönemde, "Denizin Çağırışı" adlı ilk romanını yazar Bilbaşar. Birinci tekil kişinin anlatımı ile kurulan roman, çevresiyle uyumsuzluk içerisinde bulunan bir ilkokul öğretmeninin yaşamını yansıtır. Ancak bu romanın en büyük özelliği, içerdiği ruhsal tahlillerdir. Romanın yayımlandığı yıllarda, eleştirmenlerin, "kuvvetli tahlillere" dayandığı belirtilmiş, hatta edebiyatımızdaki psikolojik roman boşluğunun kısmen doldurulabileceği belirtilmiştir. Buna karşın, "Denizin Çağırışı", kuruluşu, anlatımı, dengesini yitirip boşluğa düşen kahramanın yapısının Bilbaşar'ın "Anadolu Hikâyeleri"nde yer alan "Sarhoş" adlı öyküsüne dayandığını da belirtmek mümkün.
Romanındaki kişiler
Kemal Bilbaşar, 1923'lerden sonra ortaya çıkan sorunları yansıtmaya çalışmıştır. Kırsal kesimdeki insanlarla, Tek Parti Dönemi'ndeki politikalardan etkilenmiş olan küçük kent ve kasaba insanları, onun romanlarındaki özneler olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunun bir uzantısı olarak da, tarımdaki hızlı bir kapitalistmeşme sürecine giren Türkiye'de, küçük üreticiler, ağalar, eşraf ve bürokratlar, çıkarcılar ve de ırgatlar, onun romanlarında da karşımıza çıkan kişiler olarak boy gösterirler.
Bilbaşar'ın son dönem romanlarında "folklordan yararlanma", başka bir deyişle masalsı bir anlatımla günlük yaşamı yansıtma olarak değerlendirilebilir. Konuşma dilinden büyük ölçüde yararlanan Bilbaşar, aynı zamanda geçmişten süzülerek bugüne ulaşmış olan yöresel şiir kalıntılarını, şiveleri başarılı bir şekilde kullanmış, yer yer imgelerle donatılmış cümlelere başvurmuştur. Hikâyelerindeki tekdüzeliği son dönem romanlarında aşmış durumdadır. Onun bu özelliğini iyi yansıtan iki romandan söz etmek gerekiyor. Bunlar 1966'da yazılmış olan "Cemo" ve 1968-69'da yazılmış iki ciltlik "Memo" romanlarıdır.
Cemo'deki masal unsurları
"Cemo", ağalık düzeninin hüküm sürdüğü Doğu Anadolu'daki insanların yaşamlarını işler. Köyleri, meraları ile birlikte alınıp satılan insanlardır bunlar. Bu insanları yaşamları; halk hikâyeleri geleneğinden yararlanılarak oluşturulan unsurlarla birlikte sunulur. Yörenin kendi dil örgüsü içinde özgün imgelerle verilmiş olan düğünler, baskınlar, anlatılan coğrafyanın farklılığını ortaya koyar. Kürt kızı Cemo'nun babasının tasviri, kullanılan dil konusunda da bilgi verecektir: "Cemo'yu ben büyütmüşüm. Dişi kurt kimi yavuz, ceyran kimi tez ayak etmişim. Anasından yadikâr idi. Kara saçları gök ışıltılı idi, anasının saçları kimi. Kömür gözleri ocak alevi kimi yanardı. dudakları Şirvan narından kırmızı idi."
Bunun dışında, halk hikâyelerine yer alan ve "kahramanlıklar sonucu hak etme" olgusu da, bu romanda işlenmiştir. Babası tarafından bir erkek gibi yetiştirilen Cemo'yu isteyenler çoğalınca, teke tek döğüşte kim galip gelirse kızını ona vereceğini söylemesi bunun ürünüdür. Cemo, sevdiği Memo ile evlenir.
Roman iki bölümden oluşmaktadır. Birinci bölüm, kızın babası Cano tarafından ikinci bölüm, ise kocası Memo tarafından anlatılır. Anlatılanlar arasında, aslında bir dönemin toplumsal yaşantısından da önemli ayrıntılar yer almaktadır. Memo'nun bir ağanın kızına aşık olması, ancak alamamasından sonra Cemo'yla karşılaşıp evlenmesi, Şıh Sayıt'lı Sorikoğlu tarafından pusuya düşürülüp yaralanması sonucunda Dersim obalarına götürülmesi, Sorikoğlu'nun kaymakamla işbirliği içerisinde Cemo'nun köyünü basması ve onu kaçırması gibi olgular, cumhuriyetin ilk yıllarında Doğu Anadolu'daki yaşamın panoraması gibidir. "Cemo", Anadolu insanının sorunlarının içinde bulunulan zamanın koşullarına uygun olarak anlatılması yönüyle önemlidir. Bu yönüyle, "Cemo", ortaçağ kaynakları sorunların 1925'teki görünümleri olarak değerlendirilebilir."Memo" da, Doğu Anadolu insanının romanıdır. Aynı zamanda, belgesel bir yanı vardır bu romanın. Yazar bunu şu cümlelerle açıklamıştır: "Çağımıza yakışır bir sosyal düzen ve yaşayışa kavuşturulamamış olan Doğu Anadolumuzun 1925-1938 yılları arasındaki trajik serüveni Dersim olaylarını anlatan belgelere dayanarak işlenmiştir." "Dil örgüsü, olayların konusu, töreler, toprağa bağlı sorular, kahramanlıklar, ikiyüzlülükler" yönünden "Cemo"ya benzer.Kemal Bilbaşar sadece bu iki romanıyla değil, bundan sonrakilerde de, tarihsel olayları fon olarak kullanmayı sürdürmüştür. "Yeşil Gölge", Kurtuluş Savaşı'na öncülük eden asker-sivil orta tabakanın partileşip iktidar olduktan sonra kasaba eşrafı ile bütünleşerek oluşturduğu düzenin bireyleri olarak Demokrat Parti saflarında yer almalarını içerir.
"Bedoş", Kurtuluş Savaşı'ndan sonra ortaya çıkan kuşağın ele alınması, "Zühre Ninem" ise, Rumeli'nin 1900'lerdeki çalkantılarını işlemektedir.
Kemal Bilbaşar'ın eserlerinde ön planda olan kişilerin anlatımında tarihsel arka planın göz ardı edilmediğini belirtmek gerekiyor. Ancak Kemal Bilbaşar'ın romanlarında ele aldığı "unutulmuş, göz ardı edilmiş kahramanları gibi" unutulmaya yüz tuttuğunu belirtmek gerekiyor. İnsan olgusu toplumsal koşullar ışığında işlemiş olan Kemal Bilbaşar'ı okumanın önemi; içinde bulunduğumuz "gerçeklik, toplumsallık" gibi olguların yok sayıldığı bu dönemde artmıştır.
ÖNCEKİ HABER

Ölüm orucunda 28. kayıp

SONRAKİ HABER

Dün Yunanlılardı bugün Almanlar!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...