28 Mayıs 2001 21:00
Bütünlüklü bir repertuvar
GÜNÜN YAZILARI
Bütünlüklü bir repertuvar
Sinan Gündoğar
"Türküler Sevdamız" albümünün ilki 1997 yılında Erdal Erzincan, Tolga Sağ ve İsmail Özden tarafından çıkarıldı. Aradan dört yıl geçtikten sonra yayınlanan ikinci albümde ise, İsmail Özden'in yerini Yılmaz Çelik aldı. Erdal Erzincan ve Tolga Sağ, daha önceden yaptıkları albümleriyle tanınan müzisyenler. Ancak Yılmaz Çelik ismi, birçok kişi tarafından bilinmeyebilir. 1988 yılında ilk albümü olan "Çeke Çeke/Hal Yamandır"ı çıkaran ve sonraki dört albümünde de Türkçenin yanı sıra Zazaca eserlere yer vermiş olan bir sanatçıdır, Çelik.
"Türküler Sevdamız 2" kasette 13, CD'de ise 17 türküden oluşuyor. Kolektif bir çalışmanın ürünü olan "Türküler Sevdamız 2"nin repertuvarı, ortaya çıkış süreci ve genel bir değerlendirmesi üzerine sanatçılarla bir görüşme yaptık.
Türküler Sevdamız'ın "Muhabbet" örneğine dayandığını söyleyebilir miyiz? Bu yönelimin çıkış noktası hakkında bilgi verir misiniz?
O zamanki şartlar yok. Teknoloji ilerlediği için müziğin daha iyi sunulma koşulları olmasına rağmen, o dönemlerdeki sıcaklığın yansıtılması pek mümkün değil. "Muhabbet"lerin ayrı bir özelliği vardır. Arif Sağ, Musa Eroğlu, Yavuz Top, Muhlis Akarsu'dan oluşan "Muhabbet"te, sanatçıların aynı anda stüdyoya girip çalıp söylemeleri söz konusuydu. Hatta bazı albümlerde öksürükler falan duyuluyor. Onun için bile, baştan kayda girilmemiş. Bütün her şeyiyle farklı bir oluşumdu. Repertuvarı önceden hazırlanmış, geriye kalan ise doğaçlamaya dayanıyordu.
Onların ortak noktasıyla bizim ortaya çıkış noktamız arasında da bazı benzerlikler vardı. O sanatçılar günlük yaşantılarında da birbirleriyle görüşüyorlardı, iyi arkadaştılar, onları buluşturan temel payda müzikti. "Türküler Sevdamız" albümü çıkarmamız da, günlük hayatta bir arada olduğumuz arkadaşlar olarak kolektif bir çalışma yürütme düşüncesiyle oluştu.
Sizden sonra, bu tarz bir anlamda "moda, furya, kazanç kapısı" olarak değerlendirildi. Böyle bir ortamda ikinci albümü çıkarmak, yanlış anlaşılma kaygısı sizi ürkütmedi mi?
Bizim öyle bir kaygımız olmadı. Böyle bir şeyin gelişmesi, bizim açımızdan sevindirici. Çünkü takipçilerimizin olması, yaptığımızın doğru olduğunu gösteriyor. Keşke daha çok albüm yapılsa, ama önemli olan hangi zihniyetle yapıldığıdır. Ticari zihniyetten uzak olsun. Bu, sadece bizimle ilgili değil, Türkiye'de yaygın bir yönelimdir. Şimdilerde, bir "Karadeniz pop" çıktı, herkes hücum etti, "Karadeniz pop" yapmaya başladı. Bu her alanda böyle. Biri nostalji albümü çıkardı, herkes oraya yönelmeye başladı.
Çalıp söylemek bir gelenektir. Bizden önce de çalıp söyleyenler vardı. Neşet Ertaş, Ali Ekber Çiçek, Arif Sağ... Bunu taklit olarak ele almamak gerekiyor. Bu bir kültür, bir gelenektir. O geleneği devam ettiriyoruz. Bu anlamda bu gelenek sürdürülecekse, sanatçılar kendilerinden de bir şeyler katabilmelidirler. Kendine has bir çıkış, kendine has bir repertuvarın oluşturulması gerekiyor.
Sözünü ettiğimiz albümlerde, bilinen, beğenilen parçalar bulunurken, sizin albümünüzde ise, genelde yaygınlaşmamış eserler yer alıyor. Repertuvarı oluştururken ölçütünüz nedir?
Bize uygun olanları seçmeye çalışıyoruz. Albümdeki parçaların bir bütün oluşturmasına dikkat ediyoruz. Türküleri hem edebi açıdan değerlendiriyoruz. Hem müzikal açıdan değerlendiriyoruz. Aynı konu, aynı ritim yapısı ve aynı melodik kalıplar içerisinden elemeler yapıyoruz. Seçerken beste gibi, derleme gibi, türkünün yeni ya da eski olması gibi bir kaygımız yok. Bizim kaygımız şudur. Fazlaca yıpranmamış, şu anda halkın bilmediği, şu anda yaşamayan, unutulmuş olan eserleri yorumlamaya çalışıyoruz. Örneğin biz şu anda bir "Yol Ver Dağlar" okumayız. Çünkü bu eser zaten yaşıyor. Birinci albümde daha önce çıkmış, halk tarafından beğenilmiş olan "Ağlasam mı", "Oğul" gibi iki türkü vardı. Onlar da, eskiydi. Bunların beğenilmesinden hareketle, o albümün repertuvarı daha mı iyiydi gibi eleştiriler geliyor. Bizim piyasa deyimiyle, "kafa parça" arayışına girmeyiz. Biz repertuvarımızı, kendi hissettiklerimiz doğrultusunda oluştururuz, tabii ki halkı göz ardı etmeden yaparız bunu. Örneğin kendimize uyacak yüz türkünün içerisinden, elemelerle 30'lara indirir, daha sonrasında da halkın beğenilerini de göz önüne alarak, albüm repertuvarını oluştururuz. Çünkü sonuçta ürettiğimizi halka sunuyoruz. Halk bizi ilgilendirmiyor deyip, istediğimi yorumlarım derseniz bunun mantığı olmaz, böyle bir durumda, oturup evinizde çalar söylersiniz. Ama bu konuda kendimizden de ödün vermeyiz.
Bir de albümü dinleyicilerin baştan sona kadar dinleyebileceği bir repertuvarla oluşturmaya dikkat ediyoruz. Bir film gibi. Nasıl ki, bir seyirci filmin başına oturduktan sonra sonuna kadar izliyorsa, albümü de aynı bütünlük içerisinde dinlemesini sağlayacak bir repertuvarı seçmeye çalışıyoruz.
Seçtiğiniz eserler ne ağlamaklı bir dereceye varacak kadar hüzünlü ne de haykırışa dönüşecek kadar sloganist bir yapıda. Genelde her ikisinin arasında yer alıyor. Repertuvarı oluştururken bu konuda bir ölçütünüz oldu mu?
Söyleyişimizi belirleyen birinci etken kuşkusuz, türküdeki sözlerdir. Bundan sonra da, belli bir çizgiyi tutturmaya çalışıyoruz. Ancak albümünde, bütünlük içerisinde daha farklı bir yere oturan parçalara da yer vermeye çalışıyoruz. İlk albümdeki "Mor Koyun" ile bu albümdeki "Süpürgesi Yoncadan", "Kara Köprü Narlıktır", bu tercihimizi örnekleyebilir. Albümde farklı tınıların olmasını sağlamaya çalıştık. Bunların dışında genellikle deyiş formatı söz konusu. Bu bütünlüğün içerisinde farklı renkler oluşturmak istedik.
Çok sloganvari olan sözleri özellikle seçmiyoruz. Sanat içerisinde biraz gizem olmalı. Bir şeyi, insanın kafasına vura vura anlatmanın sanatta yeri olmadığına inanıyoruz. Dinleyici albümü her dinlediğinde, başka bir şeyler bulabilmeli. Ona dikkat ediyoruz. Bunun için de, edebiyata dikkat ediyoruz. Onun için Pir Sultan'ın, Âşık Veysel'in eserlerini yorumluyoruz. Günümüzde bu eserler gibi üretimler yok. Belki bunları tekrar hatırlatırsak, bu doğrultuda bir şeyler yazarlar.
Türküleri yorumlamak, yeni şeyler üretmek yerine hazır olanı sunmaya yönelme gibi bir sonuç doğurabilir. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Şu anda üretimin olmadığı yargısı çok doğru değil. Şehirlerde, artık türkülerin üretimi yok olmaya başladı gibi eleştiriler geliyor. Aslında sadece üretimin şekli değişti.
Örneğin İsmail Özden türküler üretiyor. Onun türküsünü örneğin Arif Sağ düzenliyor, yorumluyor.
Onun eserlerinde de bir anonimlik vardır. Sözünü ettiğimiz anonimleşme süreci, türkünün üretildikten sonra, farklı şekillere girmesi, farklı sanatçılar tarafından yorumlanmasıdır. Geleneksel halk müziği şehirde bu boyutuyla devam ettiği için, bu dönemde bir bocalama söz konusu. Ama bu, yavaş yavaş şeklini bulacaktır.
Bir de biz kendimizi besteci olarak görmüyoruz. Biz yorumcuyuz. Bir ozanın yarattığı türküye, özünü bozmadan farklı boyutlar kazandırmaya çalışıyoruz. Bizim de bestelerimiz var. Ama repertuvarı seçerken, önce kendi bestelerimize öncelik verelim diye düşünmüyoruz. Hangisinde yorum gücümüzü ön plana çıkarabiliyorsak, onları seçiyoruz.
Önceki albüm ile bu albümü altyapılar yönünden değerlendirir misiniz?
Aslında altyapılarda değişen şey, enstrümanları kullanmadaki gelişmedir. Bağlamalar aynıdır belki, ama şelpe tekniğinin geliştirilmesi ve türkülerde bunun kullanımı konusunda bir farklılık var. Her iki albümün anlayışı aynı, ancak altyapılar, saund anlamında, ikinci albümün birincisinden daha kaliteli olduğunu belirtebiliriz. Dinleyiciler farklı düşünebilir. Önceki albümde armonik düzenlemeler fazla değildi. Sadece "Mor Koyun"da "şan altı arpej" kullanılmıştı. Ancak bu albümün genelinde armonik düzenlemelere gidildi.
Sinan Gündoğar
"Türküler Sevdamız" albümünün ilki 1997 yılında Erdal Erzincan, Tolga Sağ ve İsmail Özden tarafından çıkarıldı. Aradan dört yıl geçtikten sonra yayınlanan ikinci albümde ise, İsmail Özden'in yerini Yılmaz Çelik aldı. Erdal Erzincan ve Tolga Sağ, daha önceden yaptıkları albümleriyle tanınan müzisyenler. Ancak Yılmaz Çelik ismi, birçok kişi tarafından bilinmeyebilir. 1988 yılında ilk albümü olan "Çeke Çeke/Hal Yamandır"ı çıkaran ve sonraki dört albümünde de Türkçenin yanı sıra Zazaca eserlere yer vermiş olan bir sanatçıdır, Çelik.
"Türküler Sevdamız 2" kasette 13, CD'de ise 17 türküden oluşuyor. Kolektif bir çalışmanın ürünü olan "Türküler Sevdamız 2"nin repertuvarı, ortaya çıkış süreci ve genel bir değerlendirmesi üzerine sanatçılarla bir görüşme yaptık.
Türküler Sevdamız'ın "Muhabbet" örneğine dayandığını söyleyebilir miyiz? Bu yönelimin çıkış noktası hakkında bilgi verir misiniz?
O zamanki şartlar yok. Teknoloji ilerlediği için müziğin daha iyi sunulma koşulları olmasına rağmen, o dönemlerdeki sıcaklığın yansıtılması pek mümkün değil. "Muhabbet"lerin ayrı bir özelliği vardır. Arif Sağ, Musa Eroğlu, Yavuz Top, Muhlis Akarsu'dan oluşan "Muhabbet"te, sanatçıların aynı anda stüdyoya girip çalıp söylemeleri söz konusuydu. Hatta bazı albümlerde öksürükler falan duyuluyor. Onun için bile, baştan kayda girilmemiş. Bütün her şeyiyle farklı bir oluşumdu. Repertuvarı önceden hazırlanmış, geriye kalan ise doğaçlamaya dayanıyordu.
Onların ortak noktasıyla bizim ortaya çıkış noktamız arasında da bazı benzerlikler vardı. O sanatçılar günlük yaşantılarında da birbirleriyle görüşüyorlardı, iyi arkadaştılar, onları buluşturan temel payda müzikti. "Türküler Sevdamız" albümü çıkarmamız da, günlük hayatta bir arada olduğumuz arkadaşlar olarak kolektif bir çalışma yürütme düşüncesiyle oluştu.
Sizden sonra, bu tarz bir anlamda "moda, furya, kazanç kapısı" olarak değerlendirildi. Böyle bir ortamda ikinci albümü çıkarmak, yanlış anlaşılma kaygısı sizi ürkütmedi mi?
Bizim öyle bir kaygımız olmadı. Böyle bir şeyin gelişmesi, bizim açımızdan sevindirici. Çünkü takipçilerimizin olması, yaptığımızın doğru olduğunu gösteriyor. Keşke daha çok albüm yapılsa, ama önemli olan hangi zihniyetle yapıldığıdır. Ticari zihniyetten uzak olsun. Bu, sadece bizimle ilgili değil, Türkiye'de yaygın bir yönelimdir. Şimdilerde, bir "Karadeniz pop" çıktı, herkes hücum etti, "Karadeniz pop" yapmaya başladı. Bu her alanda böyle. Biri nostalji albümü çıkardı, herkes oraya yönelmeye başladı.
Çalıp söylemek bir gelenektir. Bizden önce de çalıp söyleyenler vardı. Neşet Ertaş, Ali Ekber Çiçek, Arif Sağ... Bunu taklit olarak ele almamak gerekiyor. Bu bir kültür, bir gelenektir. O geleneği devam ettiriyoruz. Bu anlamda bu gelenek sürdürülecekse, sanatçılar kendilerinden de bir şeyler katabilmelidirler. Kendine has bir çıkış, kendine has bir repertuvarın oluşturulması gerekiyor.
Sözünü ettiğimiz albümlerde, bilinen, beğenilen parçalar bulunurken, sizin albümünüzde ise, genelde yaygınlaşmamış eserler yer alıyor. Repertuvarı oluştururken ölçütünüz nedir?
Bize uygun olanları seçmeye çalışıyoruz. Albümdeki parçaların bir bütün oluşturmasına dikkat ediyoruz. Türküleri hem edebi açıdan değerlendiriyoruz. Hem müzikal açıdan değerlendiriyoruz. Aynı konu, aynı ritim yapısı ve aynı melodik kalıplar içerisinden elemeler yapıyoruz. Seçerken beste gibi, derleme gibi, türkünün yeni ya da eski olması gibi bir kaygımız yok. Bizim kaygımız şudur. Fazlaca yıpranmamış, şu anda halkın bilmediği, şu anda yaşamayan, unutulmuş olan eserleri yorumlamaya çalışıyoruz. Örneğin biz şu anda bir "Yol Ver Dağlar" okumayız. Çünkü bu eser zaten yaşıyor. Birinci albümde daha önce çıkmış, halk tarafından beğenilmiş olan "Ağlasam mı", "Oğul" gibi iki türkü vardı. Onlar da, eskiydi. Bunların beğenilmesinden hareketle, o albümün repertuvarı daha mı iyiydi gibi eleştiriler geliyor. Bizim piyasa deyimiyle, "kafa parça" arayışına girmeyiz. Biz repertuvarımızı, kendi hissettiklerimiz doğrultusunda oluştururuz, tabii ki halkı göz ardı etmeden yaparız bunu. Örneğin kendimize uyacak yüz türkünün içerisinden, elemelerle 30'lara indirir, daha sonrasında da halkın beğenilerini de göz önüne alarak, albüm repertuvarını oluştururuz. Çünkü sonuçta ürettiğimizi halka sunuyoruz. Halk bizi ilgilendirmiyor deyip, istediğimi yorumlarım derseniz bunun mantığı olmaz, böyle bir durumda, oturup evinizde çalar söylersiniz. Ama bu konuda kendimizden de ödün vermeyiz.
Bir de albümü dinleyicilerin baştan sona kadar dinleyebileceği bir repertuvarla oluşturmaya dikkat ediyoruz. Bir film gibi. Nasıl ki, bir seyirci filmin başına oturduktan sonra sonuna kadar izliyorsa, albümü de aynı bütünlük içerisinde dinlemesini sağlayacak bir repertuvarı seçmeye çalışıyoruz.
Seçtiğiniz eserler ne ağlamaklı bir dereceye varacak kadar hüzünlü ne de haykırışa dönüşecek kadar sloganist bir yapıda. Genelde her ikisinin arasında yer alıyor. Repertuvarı oluştururken bu konuda bir ölçütünüz oldu mu?
Söyleyişimizi belirleyen birinci etken kuşkusuz, türküdeki sözlerdir. Bundan sonra da, belli bir çizgiyi tutturmaya çalışıyoruz. Ancak albümünde, bütünlük içerisinde daha farklı bir yere oturan parçalara da yer vermeye çalışıyoruz. İlk albümdeki "Mor Koyun" ile bu albümdeki "Süpürgesi Yoncadan", "Kara Köprü Narlıktır", bu tercihimizi örnekleyebilir. Albümde farklı tınıların olmasını sağlamaya çalıştık. Bunların dışında genellikle deyiş formatı söz konusu. Bu bütünlüğün içerisinde farklı renkler oluşturmak istedik.
Çok sloganvari olan sözleri özellikle seçmiyoruz. Sanat içerisinde biraz gizem olmalı. Bir şeyi, insanın kafasına vura vura anlatmanın sanatta yeri olmadığına inanıyoruz. Dinleyici albümü her dinlediğinde, başka bir şeyler bulabilmeli. Ona dikkat ediyoruz. Bunun için de, edebiyata dikkat ediyoruz. Onun için Pir Sultan'ın, Âşık Veysel'in eserlerini yorumluyoruz. Günümüzde bu eserler gibi üretimler yok. Belki bunları tekrar hatırlatırsak, bu doğrultuda bir şeyler yazarlar.
Türküleri yorumlamak, yeni şeyler üretmek yerine hazır olanı sunmaya yönelme gibi bir sonuç doğurabilir. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Şu anda üretimin olmadığı yargısı çok doğru değil. Şehirlerde, artık türkülerin üretimi yok olmaya başladı gibi eleştiriler geliyor. Aslında sadece üretimin şekli değişti.
Örneğin İsmail Özden türküler üretiyor. Onun türküsünü örneğin Arif Sağ düzenliyor, yorumluyor.
Onun eserlerinde de bir anonimlik vardır. Sözünü ettiğimiz anonimleşme süreci, türkünün üretildikten sonra, farklı şekillere girmesi, farklı sanatçılar tarafından yorumlanmasıdır. Geleneksel halk müziği şehirde bu boyutuyla devam ettiği için, bu dönemde bir bocalama söz konusu. Ama bu, yavaş yavaş şeklini bulacaktır.
Bir de biz kendimizi besteci olarak görmüyoruz. Biz yorumcuyuz. Bir ozanın yarattığı türküye, özünü bozmadan farklı boyutlar kazandırmaya çalışıyoruz. Bizim de bestelerimiz var. Ama repertuvarı seçerken, önce kendi bestelerimize öncelik verelim diye düşünmüyoruz. Hangisinde yorum gücümüzü ön plana çıkarabiliyorsak, onları seçiyoruz.
Önceki albüm ile bu albümü altyapılar yönünden değerlendirir misiniz?
Aslında altyapılarda değişen şey, enstrümanları kullanmadaki gelişmedir. Bağlamalar aynıdır belki, ama şelpe tekniğinin geliştirilmesi ve türkülerde bunun kullanımı konusunda bir farklılık var. Her iki albümün anlayışı aynı, ancak altyapılar, saund anlamında, ikinci albümün birincisinden daha kaliteli olduğunu belirtebiliriz. Dinleyiciler farklı düşünebilir. Önceki albümde armonik düzenlemeler fazla değildi. Sadece "Mor Koyun"da "şan altı arpej" kullanılmıştı. Ancak bu albümün genelinde armonik düzenlemelere gidildi.
Evrensel'i Takip Et