02 Mart 2011 16:22

Yaşam Alanlarımız Yok Oluyor (2)

Emek Hareketi Çevre Kurulu’nun düzenlediği Kentsel Dönüşümden Bölgesel Dönüşüme: Yaşam Alanlarımız Yok Oluyor Sempozyumu’nun ikinci oturumunda, ‘Kentsel Dönüşüm ve İstanbul‘daki Uygulamaları’ tartışıldı.Dönüşüme karşı ucuz, erişilebilir konut hakkıDoç.

Yaşam Alanlarımız Yok Oluyor (2)
Paylaş

 


Dönüşüme karşı ucuz, erişilebilir konut hakkı

Doç. Dr. Asuman Türkün (Yıldız Teknik Üniversitesi Öğretim Üyesi): Kentsel Dönüşüm dediğimiz zaman öncelikle Güneydoğu ve Doğu Anadolu Bölgeleri’nden İstanbul’a yapılan zorunlu göçlerle oluşan mahallelere vurgu yapmak gerekir. İstanbul’a yapılan göç konusunda iki farklı dönemden bahsedebiliriz. Her mahallenin kendine ait bir göç hikayesi var. 1980 öncesi gelen göçlerle, 1990 sonrası yapılan zorunlu göçlerin yığılma alanlarıyla birlikte ortaya çıkan kenti birbirinden ayırmamız gerekiyor. ‘90 sonrası çok daha hazırlıksız ve az olanaklarla meydana gelen bir göç hareketi yaratıldı. Bu göçleri karşılayan kent de 1980 öncesi kentten çok farklıydı. Kentsel dönüşümden bahsederken son dönem göçlerin mahallelerdeki etkilerini de dikkate almak gerekiyor.

NEOLİBERAL KENT POLİTİKALARI GÜNDEMDE

Öte yandan yeni ekonomi politikalarıyla neoliberal kent politikalarını birlikte ele almak gerekiyor. Bu iki alan birbirlerini destekleyerek devam etmektedirler. Yeni ekonomik politikalar için özellikle son dönem hazırlanan yasalardan bahsedebiliriz. Torba yasa; esnek üretim, güvencesiz ve sözleşmeli çalışma ve bir sanayisizleştirme çalışması var. Sanayisizleştirmeyi Türkiye’nin önemli kentlerinde görmeye başladık. İstanbul bunun en önemli örneğidir. İstanbul’da hizmet sektöründe artış var; kayıtsız ekonominin gelişimi, ücretlerde düşme ve yoksulluktaki artış istatistiklerde görülüyor.

Artan göç oranları, kentsel büyüme ve kentleşme hızını aşan bir gecekondulaşma görülüyor. Yeni kent politikalarına baktığımızda, üretimin örgütlendiği kentlerden tüketimin örgütlendiği kentlere doğru geçiş yapılmak istendiğini görüyoruz. Daha ithalata bağlı bir yapıya geçtikçe, ihracat hedeflenmiş olmasına rağmen, üretimin önemi azalmaktadır. Ve gayrimenkul sektörünün çok ciddi biçimde önem kazandığını görüyoruz. Bu arada İstanbul sanayiden temizlenecek, hizmet sektörü gelecek deniyor. İstanbul dönüşünce emek sorunu, barınma sorunu ortadan kalkacakmış gibi davranılıyor. Ancak bu hizmeti verecek olanın yine emekçiler olduğu unutuluyor.

FARKLI DÖNÜŞÜM HEDEFLERİ

Bu arada kentlerdeki “kentsel dönüşüm” olgusuna baktığımızda müdahalelerin farklı mahallelerde farklı gerekçelerle yapıldığını görüyoruz. Bir mahallede “yenilenme” şeklinde ortaya çıkarken başka bir mahalle de yıkıp yeniden yapma ya da “soylulaştırma” çalışmaları olarak ortaya çıkıyor. Örneğin Tarlabaşı’nda tarihi alan olduğu ve binaların tarihi değeri bulunduğu gerekçesiyle yıllarca halka deyim yerindeyse “tek çivi bile” çaktırmadılar. Ancak şimdi kentsel dönüşüm projesine bakıyoruz ve bütün binaların yıkılıp yeniden yapılacağı bir proje görüyoruz.

Öte yandan kentte dönüşüm iki şekilde meydana geliyor. Taksim, Cihangir ve Galata gibi yerlerde olduğu gibi bazı merkezi alanlar ve etrafındaki gayrimenkuller piyasa içinde dönüşebiliyor. Buradaki rantı görüyoruz. Büyük sermaye ya da yüksek gelirli kişiler bu alanlara talip oluyorlar. Ama bazı yerler var ki kilitlenmiş alanlar bunlar, ne kadar piyasaya bıraksanız da diğer alanlar gibi rantını yükseltemiyorsunuz. Çünkü oradaki konutlar daha mütevazı. O alanlarda yaşayan insanlar orta ve dar gelirli insanlar. Bu tür kilitlenmiş yerlerde de piyasa içinde, tepeden projeler yapılıyor. Sürekli olarak İstanbul’un “yeni vizyonu” üzerinden yatırımlar yapılmak isteniyor ve kentler de buna uygun olarak dönüştürülmeye çalışılıyor. Bunun sonucunda dönüşümler hepimizin hayatını etkileyen bir takım sorunlara yol açıyor. Gecekondu bölgelerinin, tarihi alanların; turizm amaçlı ya da daha çok üst gelirli hizmetlere sunulmak amaçlı olarak dönüşümleri hedefleniyor. Eğer mahallenin konumu üst gelir gruplarına iyi satış yapılabilecek bir yerdeyse, TOKİ’nin ikili politikası çerçevesinde üst gelir gruplar için ayrılıyor. Dar gelirli gruplar için ise kentin belirli yerlerinde ya da kentten uzak bölgeler seçiliyor. İddia edildiği gibi dar gelirli vatandaşların yaşam kalitesinin yükseltilmesinde herhangi bir başarı da sağlanmadı. Krizin, işsizliğin yoğun olduğu dönemlerde ise kentsel dönüşüm çok daha can yakıyor.

Biz de böyle iken mesela Latin Amerika’da tam tersi bir süreç işliyor. İnsanlara arsa verimiyor ve kendi evlerini yapmaları için destekler sunuluyor; bütün bu çalışmanın bir rant aracı haleni dönüştürülmemesi için de gerekli önlemler alınıyor.

Bizim de ucuz, erişilebilir, kiralık konut hakkı için mücadele etmemiz gerektiğini düşünüyorum. Toprak önemli bir sermaye haline geldi. Hepimiz küçük ya da büyük rantçılara dönüşmeye başladık. Sorunlar tapumuzu almamızla bitmiyor. Bu bakış açısından geri dönüp, barınma hakkımız için bir birliktelik oluşturmalıyız.


TOKİ, İDEOLOJİK BİR PROJEDİR

Prof. Dr. Alper Ünlü (İstanbul Teknik Üniversitesi Öğretim Üyesi): Ben Toplu Konut İdaresinin (TOKİ)  nasıl çalıştığı; nasıl konut üretildiği ve buradaki konutlarla insan yaşamı arasındaki bağ konusunda konuşmaya çalışacağım. Planlamadan çok fazla bahsetmeyeceğim. Belediyeler Yasası’nın Anayasa Mahkemesinde bekleyen 73. maddesi bu konudaki kilit noktayı oluşturuyor. 73. madde ile TOKİ’ye Türkiye’nin istediği bölgesinde, istediği kadar alanı kamulaştırıp imar planı uygulama yetkisi verildi. Bu yerler tapulu yerler de olabilir gecekondu bölgeleri de. Yani isterse Moda’da da yapabilir bunu Başıbüyük Mahallesi’nde de. Bu yasaya karşı mücadele ettik, şu anda Anayasa Mahkemesinde görüşülmeyi bekliyor. Ancak ben mahkemeden olumlu bir sonuç çıkacağını umut etmiyorum.

TOKİ KONUTLARININ ÖMRÜ 15 YIL

TOKİ bugüne kadar 462 bin konut üretmiş ve bu yaklaşık olarak 2 milyon insan anlamına geliyor. Bir yandan bakıyoruz TOKİ’nin görevi ucuz konut üretmek ancak yapılan konutların maliyetleri oldukça pahalı. Öte yandan yabancı akademisyenler de TOKİ gibi dünyada böyle modası geçmiş, miadını doldurmuş bir model olmadığı konusunda hemfikirler.

1966 yılında ABD Konut Bakanlığı bu tarzda bir konut üretimi yaptı. Idoha’da San Luis’de ancak bir süre sonra bu konutlar suç alanları haline dönüştüler. Çünkü bu konutlara aynı gelir seviyesine ait insanları yerleştirdiler ve sonuç olarak 1968 yılında bu konutları yıkarak ortadan kaldırmak zorunda kaldılar.

Türkiye’de ise TOKİ konutlarının ömrü en fazla 15 senedir. Çünkü bu konutlar kimsenin oturmak istemeyeceği nitelikteki konutlardır. Şu anda ciddi anlamda bir boş konut sıkıntısı var; İstanbul’da 400 bine yakın müşterisini bekleyen boş konut var. Yine TOKİ’nin konutları arasında, özellikle deprem konutlarında, boş konut sayısı fazla. Bu da TOKİ konutlarının bir geleceği olmadığı konusunda başka bir örnek.

DAYANIŞMA KÜLTÜRÜ YOK EDİLİYOR

Burada önemli bir nokta da katılım konusu. Bu konutların ihale sürecinde, teknik şartlarda ya da yapılanma koşullarının belirlenmesinde halkın katılımı, kitle örgütlerinin katılımı sıfır seviyesinde. Hiçbir katılım kurgusu yok. Bu ciddi bir durum. Yani TOKİ diyor ki “Kardeşim oturcaksın bu çorbayı içeceksin; çorba güzel mi çirkin mi önemli değil”

TOKİ’nin yaptığı budur. Kent içinde ve dışında ayrı bölgeler oluşturuluyor. İnsanları kutular içine hapsediyor. Dayanışma kültürünü yok ediyor. Amaç insanları kent kültüründen kopartıp yalnızlaştırmak. Benzer gelir guruplarına ait insanlar, kentten, kentteki topraklar üzerindeki eylemlerden kopartılarak, insan kuleleri adını verdiğimiz bu kulelerin içerisine sokuluyorlar. TOKİ budur. Bu insanlar aslında koparılmış oraya tıkılmış insanlar.

Kent içinde de bir apartman kültürü vardır. Hepimiz bu tip apartmanlarda yaşıyoruz ancak kentte bu apartmanların bir çevresi de vardır; bakkalımız var, kahvehaneler, kıraathaneler var, çeşmeler var. Apartmanda yaşıyoruz ama bir taraftan da eski geleneksel mahalleli olgusunu da sürdürüyoruz, koruyoruz. Ama TOKİ bir takım alanları sınırlar çekerek kapatırken kent içerisinde bir sektörleşme ve ayrı bir bölge yaratıyor; bu mahalle kültürünü yok ediyor.  

TOKİ UZUN VADELİ BİR PLANDIR

Aslında bütün bu planlamaların arkasında çok daha yaratıcı bir model olabilirdi. Yani insanları bir araya getirecek bir model olabilirdi. Ben bunun arkasında uzun vadeli ideolojik bir neden olduğunu düşünüyorum. Sonuç olarak TOKİ ile birlikte, sıradan, standart, “dayatılan” bir yaşam yaratılmak isteniyor. Bana sorarsanız iflas etmiş bir sistemdir. Ben şu ana kadar TOKİ konutlarında oturuyorum, çok mutluyum diyen kimseye rastlamadım. Siz de rastladınız mı bilmiyorum.


BİLİM İNSANLARININ VE HALKIN BİRLİKTELİĞİ TÜRKİYE ÇAPINDA BİR MÜCADELEYE DÖNÜŞMELİ

İhsan Çaralan (Evrensel Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni): Geçtiğimiz günlerde Başbakan Erdoğan, Marmaray Tüneli’nin açılışına katıldı. Yaptığı konuşmada “Biz bu projeyi çok uzun zaman önce yapacaktık ama bunu engellediler. Önümüze çanak, çömlek engeli çıkarttılar, mahkemeler çıkarttılar. Bundan sonra hiçbir hak, hukuk, yasa tanımadan yolumuzda ilerleyeceğiz” diye ilan etti.

Bu konuşma, AKP’nin kentsel dönüşüm meselesinde doğanın, kültürün ve tarihin korunması gibi kaygılarını nasıl bir tarafa bıraktığını; nerede rant varsa bunu elde etmek ve yandaş sermaye güçlerine paylaştırmak üzere hareket etmekteki kararlılığını açıkça ilan edilmesiydi.

Bizim de bu açıklamadan bir sonuç çıkartmamız gerekiyor. Bu açıklama gösteriyor ki, meseleyi sadece tapu meselesi olarak görürsek, bu davayı kaybetmemiz kaçınılmaz olacaktır. Bundan önce herkes kendi evlerini korumaya çalıştı. Olmadı. Sonra mahalle direnişleri başladı ve dernekler kuruldu. Ama bir süre sonra gördük ki İstanbul’un birçok mahallesi aynı sorunla karşı karşıya. Bugün farklı mahallelerin temsilcilerinin bu toplantıda bir araya gelmesi aynı zamanda bir “birlik isteğinin” de ifadesidir. Bu bakımdan bu toplantı son derece önemlidir.

Ancak şunu iyi görmemiz lazım; mesele sadece kentsel dönüşüm meselesi de değildir. İstanbul’da en ücra köşelere kadar kentsel dönüşüm yapılması hedefleniyor ve hiçbir mahallenin bu kentsel dönüşüm projesinin dışında bırakılmayacağı da ortada. Rize’deki dereleri HES deresine dönüştürmeyi amaçlayan, Karadeniz sahil yolunu yapan; Bergama’daki altın madenini koruyan ve 3. Boğaz köprüsünü inşa edecek olan aynı güçlerdir. Bütün bunlara karşı ortak bir mücadele yürütülmesi gerekiyor yoksa kazanamayız.

Bu aslında bütün kapitalistlerin uyguladığı bir programdır. Eğer biz bu programları gerçekleştiren hükümetleri desteklersek, kazanamayız bu davayı. Bu engelleri aşacak yolu bulamaz ve ortak bir mücadele geliştiremezsek, aslında mücadelenin çok da ilerleyemeyeceğini görmeliyiz artık.

Öncelikle meseleyi tapu meselesi olarak görmememiz önemli. Bir yandan tapu mücadelesi sürdürürken; diğer yandan da bütün İstanbul çapında, hatta Türkiye çapında düşünmek ve buradan örgütlenerek bir mücadele başlatmak gerektiğini görmemiz önemli.  

Bugün yüz binlerce insan şu ya da bu şekilde bu mücadelenin içinde. Egemen güçlerin, çevreyi, doğayı, dereleri paraya; ranta çevirmesinin önünde halk duruyor. Bu çok belirleyici önemdedir ve kazanım buradan sağlanacaktır. Öte yandan bir noktaya daha dikkat çekmek istiyorum. Avrupa’ya baktığımızda Türkiye’deki gibi halkın haklarını savunan uzmanlar; mimarlar, mühendisleri ve örgütlerini bulamazsınız. Dünyanın hiçbir yerinde, halkını bu kadar destekleyen bu kadar çok bilim insanı, akademisyen yok; halkın hakkı için kendisini ortaya atan mühendis, mimar, şehir plancısı yok başka ülkelerde. Ama dünyanı başka bir ülkesinde; çevreye, doğaya, kentsel, küresel, tarihe, yaşam hakkına sahip çıkan geniş emekçi kitleler de yok. Bu ülkelerde en fazla aydınlar, sanat çevreleri çevreye, tarihe sahip çıkan “sivil çevreler” olarak varlar. Bu Türkiye’nin bir şansıdır. Bütün bu olumluluklar bir araya gelmişse bunun kıymetini bilmek gerekiyor.

Dolayısıyla bu karşılıklı olarak birbirini tamamlayan iki önemli unsur Türkiye’de halkın aydınlanmasını da ilerletecektir. Bilimin halkla buluşması ve halk adına kullanılmasının imkanını da genişletecektir. Ben bu toplantının önemini bir kez daha vurgulamak istiyorum ve mücadele içinde olan herkesin birlik içinde hareket etmesinin başarının hem şartı hem de bir ilerletici etkeni olarak görüyorum.

evrensel.net

ÖNCEKİ HABER

Doğan Özgüden’e mektup

SONRAKİ HABER

Adana’da kadınlar 8 Mart'a hazırlanıyor

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...