07 Ocak 2001 22:00

'2001 emekçiler için siyasi bir

   mücadele yılı olacak'

Paylaş
'2001 emekçiler için siyasi bir
   mücadele yılı olacak'
Şengül Karadağ
Petrol-İş Genel Başkanı Mustafa Öztaşkın, özelleştirmeye karşı bir cephe oluşması ve bu cephenin asıl olarak IMF programını ve bütçeyi hedeflemesi gerektiğini söyledi. POAŞ'taki işten atmalar, özelleştirmeler ve mücadele konularındaki sorularımızı yanıtlayan Mustafa Öztaşkın, IMF'ye, bütçeye ve özelleştirmelere karşı konulacak tavrın özünde siyasi bir tavır olacağını belirterek, "2001 yılı çalışanlar açısından siyasi bir mücadele yılı olacak" dedi.
POAŞ'taki işten atmalar için neler yapmayı düşünüyorsunuz?
POAŞ'tan ekim ayında 1200 ve bu ay Gemi İşletmesi'nden atılanlarla birlikte tam 1300 kişi işten çıkarılmış durumda. Ekim ayındaki eylemlerden sonra özelleştirme nedeniyle işten çıkarılan işçilerin mağdur edilmeyeceğine dair söz verilmişti. Daha doğrusu 4046 sayılı Özelleştirme Yasası, kapsam dışında çalışanlara, sözleşmeli personele ve özel güvenlik görevlilerine başka kamu kurum ve kuruluşlarına yatay geçiş hakkı tanıyor. Bu hak işçilere tanınmıyor. Oysa bu Anayasa'nın eşitlik ilkesine aykırı. Bu yasanın değiştirileceğini, işçilere de bu hakkın tanınacağını başta Başbakan, Başbakan Yardımcıları olmak üzere teyit etmişlerdi. Ancak şu ana kadar bir gelişme olmadı.
Bu nedenle önümüzdeki günlerde eylem takvimi ortaya koyacağız. Ankara'yı hedef alan bir eylem örgütleyeceğiz, verdikleri sözü tutmalarını isteyeceğiz. 1300 arkadaşımızı aileleriyle birlikte Ankara'da toplamayı da düşünüyoruz.
Yatay geçiş çözüm mü sizce? Kaldı ki artık kamu kurumlarına yatay geçiş yaptırılmayacağı yönünde açıklamalar da yapıldı...
Tabii ki kesin çözüm olamaz, ancak geçici bir çözüm olabilir. Buna daha kalıcı bir çözüm bulunması gerekir. Bununla beraber kamu kurum ve kuruluşları denilince bu çok geniş bir yelpaze oluyor. Bazı kamu kuruluşlarının işçi açığı var. Mesela Karayolları... Buralar özelleştirme kapsamında değil ve işçi açıkları var. Mağdur olan, açlığa, işsizliğe, sokağa itilen insanlara iş bulunmalıdır, istenirse bulunur ve bulmak zorundalar.
Özelleştirme bütün işçiler ve sendikaları açısından bir tehdit. Örneğin Telekom, THY, TEKEL de bir an önce özelleştirilmeye çalışılıyor. Ancak özelleştirmeye karşı yapılan eylemler hep lokal kalıyor. Üstelik bunlar genellikle Türk-İş'e bağlı sendikalar. Neden birlikte hareket etmiyorsunuz?
Türkiye'de kamu varlıklarının özelleştirilmesinden elde edilecek kazancın 100 milyar dolar civarında olacağı ifade ediliyor yani özelleştirilecek kamu varlığındaki rant yaklaşık 100 milyar dolar. Şu ana kadar ise 11 milyar dolarlık bir kısım özelleştirilmiş durumda. Bu şu anlama geliyor, önümüzdeki dönemde daha büyük ve önemli özelleştirmeler yapılacak. KİT'lerden başlandı, devletin elindeki bütün varlıkların satışına kadar gidecek bir yoldur bu. Bu noktada söylediğinize katılıyorum, bir dağınıklık söz konusu. Özelleştirmeye karşı bir cephe maalesef oluşturulamadı. Burada gerçekten de en büyük handikap kendimizde. Sendikal hareketin bu işe baştan beri karşı durma becerisi göstermesini bırakalım, tam aksine taraf olan ve özelleştirmeden pay almayı hedefleyen birtakım sendikalar ortaya çıktı. Dolayısıyla tek tek verilen mücadelelerle şu ana kadar fazlaca bir başarı şansımız olmadı.
Bir umutsuzluk havası mı var? Özelleştirme durdurulamaz mı sizce?
Yapılanları yadsımamak lazım. Eğer 10-15 yıldır sadece 11 milyar dolarlık özelleştirme yapabildilerse, bizim küçük diye ifade ettiğimiz tepkilerdendir diye düşünüyorum. Aslında kamuoyu gözünde özelleştirme bitmiştir. Çünkü özelleştirmeyle ilgili kamuoyuna sundukları argümanlar artık geçerli değildir. Bunların hepsinin tersi ispatlanmıştır. Hatta koalisyon içerisinde bile bazı bakanlar, Telekom'dan tutun, THY ve bor madenlerinin özelleştirilmesine kadar, özelleştirmeye karşı tavırlar koymaktadır. Bir direniş hattı oluşuyor aslında. Şu anda bazı özelleştirme kararları hükümete zoraki bir şekilde, sopa zoruyla aldırılıyor. Örneğin Telekom'un, THY'nın, bor madenlerinin son niyet mektubuna konması böyle oldu. 'Bunları programa alırsanız, hatta bu da yetmez önce çıkıp basın önünde açıklama yaparsanız, ondan sonra biz size kredi veririz' şeklindeki açıklamalar, artık özelleştirmelerin tamamiyle baskıyla yaptırıldığını bir kez daha gösteriyor.
Umutsuz olmamak gerektiğini düşünüyorum. Her yaptığımız işin mutlaka bir işe yaradığını düşünmemiz gerekiyor. Belki kısa sürede bunun sonuçlarını göremiyoruz ama uzun vadede mutlaka göreceğiz.
Önemli olan özelleştirmeye karşı başta işçi sendikaları olmak üzere bütün duyarlı kesimlerin, siyasi partilerin, diğer kitle örgütleri ve demokratik kuruluşların bir cephe oluşturması. Bu cephenin IMF politikalarını da hedeflemesi gerekiyor. Çünkü sadece özelleştirmeyi değil bir program olarak bir dizi yaptırımı, 'yapısal uyum' ve 'reform' adı altında dayatıyorlar. Bunların bütününe karşı çıkmamız gerekiyor. Bizim gözden kaçırdığımız nokta bu. Çünkü IMF programlarında, niyet mektuplarında, stand-by anlaşmalarında yazılı bunların hepsi. Biz IMF programına tepki koymuyoruz, bütçeye tepki koymuyoruz, ondan sonra tek tek başımıza bir iş geldiği zaman mücadele etmeye kalkıyoruz.
İlk defa 1 Aralık'ta kamu emekçilerinin başını çektiği, işçi sendikalarının da desteklediği bir eylemle, halktan yana bir bütçe için, 'bu bütçeden biz de pay istiyoruz, biz de söz sahibi olmak istiyoruz' diyerek, bir tavır konuldu. Çok iyi ve yerinde, toplumsal muhalefetin önünü açan bir tavırdı. Ancak maalesef bu tavır, cezaevi ve F Tipi tartışmalarıyla bastırılmış gözüküyor. Ama ben yeniden ortaya konacaktır diye düşünüyorum. Özellikle 2001 yılı çalışanlar açısından siyasi bir mücadele yılı olacak. Çünkü IMF'ye karşı koyacağımız tavır, bütçeye ve özelleştirmelere karşı koyacağımız tavır aslında siyasi bir tavırdır.
Bununla birlikte Avrupa Birliği'ne uyum adı altında iş yasalarında yapılmaya çalışılan değişiklikler, esnek çalışmanın dayatılması, tazminatların kaldırılmasına yönelik çalışmalar, bunların hepsi aslında siyasi bir tavırdır ve önümüzdeki yıl çalışanlar açısından siyasi tavrın ortaya konduğu bir yıl olacaktır.
Söyledikleriniz birçok sendikacının ifade ettiği gerçekler. Ancak halen birlik sorunu yaşanıyor. Emek Platformu'nun kararı olmasına rağmen, 1 Aralık eyleminde bile tam bir birlik sağlanamamıştı. Birliğin önündeki engel nedir?
Bence birliğin önündeki en büyük engel inançsızlık ve samimiyetsizlik. Yani söylemle yapılanların uyuşmaması. Doğrudur, hepimiz bundan bahsediyoruz ama gereken yerde gerekli dayanışmayı gösteremiyoruz, gerekli tavrı ortaya koyamıyoruz. Bunların söz olmaktan çıkması, pratik ve somut hale dönüşmesi gerekir. Sendikal hareketin dayanışma bilincini tekrar uyandırması gerekiyor.
Sadece kendi üyelerinden oluşmuş küçük bir kesimle ilgilenen konumdan çıkıp, toplumun bütün kesimlerinin sorunlarıyla ilgilenmeliyiz. Bunu yapamadığımız sürece çalışanların güvensizliği de aşılamaz.
İşçi ve emekçiler ile sendikacılar tarafından sık sık dile getirilen bir istek de, "daha etkin ve sonuç alıcı eylemler" yapılması. Kitlesel de olsa yapılan eylemlerden neden sonuç alınamıyor? Ya da bir başka deyişle "sonuç alıcı eylem" nasıl olur?
Eylemlerin belli bir program dahilinde olması gerekir. Bir kere eylemden ne beklediğimizi yani taleplerimizi ortaya koymamız gerekir. Ve bu talepleri elde etmek için eylemlerin bir program dahilinde olması gerekir. Yapılan eylemler genel olarak, anlık ya da günlük eylemler.
Bunlar bir dizi program dahilinde ve sonuç alıncaya kadar yapılabilse arkasından başarı gelecektir. Bunu başarmak için de ortak eylem, birlikte davranış gerekir. Daha da önemlisi dağınık hedefler yerine daraltılmış hedefler koymalı ve eylemler sonuç alıncaya kadar sürdürülmeli. Şu anda yapılan eylemler, insanların tepkilerini, enerjilerini boşaltmaya yönelik eylemler gibi gözüküyor. Enerjimizi sürekli olarak biriktirmeli ve doğru zamanda, doğru tarzda kullanmalıyız.
ÖNCEKİ HABER

Ecevit'ten 'icraatın içinden'!

SONRAKİ HABER

İnce hastalık hâlâ tehlike

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...