11 Kasım 2000 22:00

Doğulu bir bilge: Tarkovski

Avrupa sineması 27 uzun, 64 kısa metrajlı film ile Ankara, Eskişehir, İzmir ve Bursa'ya konuk oluyor. Gezici Film Festivali 3 Kasım'da başladığı Ankara'dan turunu dün tamamladı.

Paylaş
Doğulu bir bilge: Tarkovski
Özgür Yaren
Avrupa sineması 27 uzun, 64 kısa metrajlı film ile Ankara, Eskişehir, İzmir ve Bursa'ya konuk oluyor. Gezici Film Festivali 3 Kasım'da başladığı Ankara'dan turunu dün tamamladı. Gezici festival, 12-16 Kasım'da Eskişehir'de, 17-23 Kasım'da İzmir'de ve 24-29 Kasım günleri arasında Bursa'da olacak.
Tarkovski anısına
Ankara Sinema Derneği'nin, Avrupa Birliği-Avrupa Komisyonu ve Kültür Bakanlığı'nın katkılarıyla düzenlediği festivalin 'Anısına' bölümünde, dünya sinemasının en önemli isimlerinden Andrei Tarkovski'nin filmlerinden oluşan bir toplu gösterim yer alıyor. Festival'de Tarkovski'nin 'Stalker', 'Andrei Rublev' ve 'Ayna' adlı filmleri gösterilecek.
Ingmar Bergman'a göre Tarkovski çağdaş yönetmenlerin en iyisidir, çünkü o hayatı zahiri bir görünüş olarak değil, bir rüya gibi algılamasını mümkün kılan yeni bir dilin mucididir. Tarkovski, bu yeni dili, kesin kuralları ve sınırları olan akılcı batı dünyasının değil, insanın doğasına, zaaflarına, korkularına ve duyarlılıklarına hitap eden doğu felsefesinin etkisinde şekillendirmiştir.
İmge hakikatin suretidir
Sinema estetiği üzerine kaleme aldığı "Mühürlenmiş Zaman"da Tarkovski, "İmge, hakikatin suretidir" der. "Körlüğümüzden aman bulup ufacık bir parıltısını yakalayabildiğimiz hakikatin sureti…" Tarkovski, bütün filmlerinde Tanrı'nın varlığını betimleme gayretine girmiştir. Yönetmen, artlarında hakikate dair göndermeler saklayan sıradan sahne ve konuları bu gayret doğrultusunda, tamamen yeni ve sıradışı biçimlerde ele alır.
Tarkovski filmlerinin her biri rüya benzeri bir iç tutarlılığa sahiptir. Ama bir filmden bir başkasına sabit kalan ve Tarkovski'nin yarattığı sinemasal dilin anahtarı görevini gören ve filmleri birbirine bağlayan birtakım ortak imgelerden de bahsetmek mümkündür. Birçok filminde çatışma anlarında bir sürahi süt yere dökülüp daha önce sakin seyreden aile içi ilişkilerin parçalandığını vurgular ya da karakterler birdenbire görünmez bir el tarafından göğe yükselir veya yere düşerler. Örneğin İvan'ın Çocukluğu filmindeki bir rüya sekansında İvan, hayret ve sevinçle ağaçların üzerine yükselip Rusya toprakları üzerinde uçmaya başlar. Son filmi Kurban'da ise postacı yere düşer, sonra kalkıp "Kötü bir melek bana dokundu" deyiverir. Karakterler kendilerini keşfin veya ruhsal aydınlanmanın eşiğine geldiklerinde açıklanamayacak şekilde Tanrı'nın eli değmiş gibi yere düşerler. Çoğu filminde aşıklar, sevişmek yerine göğe yükselirler. Göğe yükselen figürler, ilahi bir aşka gönderme yaparlar.
Tasavvuf düşüncesi
Tarkovski'nin kullandığı bu imgeler, insanın aklına tasavvuf düşüncesini getirir. Burada belirtmemiz gereken bir küçük ayrıntı, Tarkovski'nin Sovyet film okulu VGIK'ye girmeden önce, Moskova'da müzik ve Arapça üzerine eğitim gördüğüdür. Görüntüleri hakikatin suretleri olarak tanımlaması ve ilahi aşkı anlatırken kullandığı göğe yükseliş imgesi Tarkovski'nin tasavvuftan etkilendiğine dair ipuçlarıdır. Bu yüzden filmlerini tevekkül ve iman kavramlarıyla ele almak mümkündür. Yazıya girişte kullandığımız "Doğu felsefesi" gibi geniş ve belirsiz tanımlama, kuşkusuz birbirinden etkilenmiş, mistisizm ve dinsellikle harmanlanmış ancak farklı yönelimleri olan düşünce birikimlerini tanımlar. Tarkovski'nin art alanında Ortodoks Hıristiyanlık ve İslam etkilerinin dışında, Uzakdoğu'dan da etkiler bulunur. Birbirinden farklı üç imgenin birleşip parçaların toplamından çok daha büyük bir form oluşturduğu Japon Haiku'larının iç mantığından da etkilenmiştir. Mühürlenmiş Zaman'da Haiku'dan şöyle bahseder; "Bu dizeleri bu kadar güzel kılan, sonsuzluğa karışmadan önce yakalanabilen anın tekrarlanamazlığıdır." Tarkovski'nin sinema dili Haiku'ların "yavaş yavaş deşifre etme zorunluluğu ve okuyanın altı üstü olmayan uzayın derinliğinde kaybolması" özelliğini çağrıştırır.
İyi bir aile
1932'de Moskova'da iyi bir aile çocuğu olarak dünyaya gelmiştir Andrey Tarkovski. Babası Arseniy itibar gören bir şairdir. Andrey, zamanının çoğunu babasıyla birlikte Bach dinleyerek, dini resimlere dair kitapları karıştırarak, babasının şiirlerini ezberleyerek geçirmiştir. Arta kalan zamanlarında, büyükannesinin köydeki 'daça'sını ziyaret eden Andrey, ağaçlar ve tarlalardan ibaret pastoral manzaraları, belki farkında olmadan zihnine kazımıştır.
Bu yüzden yönetmenin filmleri çocukluk hatıralarından kalma belirli nesneler ve olaylarla doludur; seramik süt sürahileri, dantelli perdeler, yağmur altında tutuşmuş bir ahırı izleyen çocuklar gibi. Otobiyografik filmi Ayna'da büyükannesinin sözünü ettiğimiz tahta kulübesini yeniden kurar, hatta çocukluğundan hatırladığı manzarayı tekrar yaratabilmek için civar tarlalara kara buğday ektirip başak vermeleri için bir sene bekler. Tarkovski'nin bu konudaki mükemmeliyetçiliğe varan titizliğini, kişisel hatıralarına verdiği önemle açıklayabiliriz. Tarkovski, hatıralarına kendi kendiyle hesaplaşma sırasında kaydedilen kriptolarmışçasına değer verir.
İlk uzun filmi olan İvan'ın Çocukluğu, bu etkiler altında derin, dindar bir estetik duyarlılığın izlerini taşır. Film, İkinci Dünya Savaşı sırasında, Alman sınırında, 12 yaşında bir Rus İzci çocuğunu anlatır. İlk bakışta dönemin toplumcu gerçekçi filmlerini andırır "İvan'ın Çocukluğu"; kendini vatanına hizmet etmeye adayan genç kahraman… Ancak, Tarkovski, rüyaların kullanımıyla, çoğu Hıristiyan temellere dayanan, dini hikâyelerden ve resimlerden alınmış semboller ve imgelerin karmaşık bir düzenlemesiyle tamamen mistik bir eser meydana getirmiş, bunu da vatanseverlik teması arkasına gizlemiştir. Tıpkı Soljenitsin'in "İvan Denisoviç'in Hayatında Bir Gün" kitabında yaptığı gibi bir maskelemedir bu!
Batı için bulunmaz fırsat
Sovyetler'de ortaya çıkan dini bir sinemanın varlığı, antikomünist batı için papanın Polonyalı olması gibi bulunmaz bir fırsattır. Duvarlar yıkılıp Sovyetler dağıldıktan sonra bir kenarda unutulan Soljenitsin nasıl soğuk savaş düzeninde batıda müthiş bir itibar kazanmışsa, Tarkovski de aynı şekilde İvan'ın Çocukluğu ve özellikle Andrey Rublev'den sonra hızla adını 'özgür dünya'da duyurmaya başlamıştır. Ancak Tarkovski'nin hakkını teslim edelim; öyle müthiş bir dehayla üretmiştir ki eserlerini, bugün hâlâ sinemaseverleri etkilemekte, yolunu takip eden yönetmenler, hatta İran sineması gibi ülke sinemaları bulunmaktadır. Yani, bir sinema dahisi olduğu için ün kazanmıştır. Soljenitsin gibi konjonktürel bir itibar değildir onunki; bu yüzden, kullanılıp bir kenara atılmak gibi bir talihsizlik yaşamamıştır.
Goethe, "Büyük bir kitap okumak büyük bir kitap yazmak kadar zordur" der. Yazarın hakikatle mücadelesi boyunca çektiği acıyı düşündüğümüzde diyebiliriz ki, eğer yeterince acı çekmemişsek, yeterince iyi okuyamayız. Tarkovski'nin filmleri, sersemletici derecede karmaşık ve şaşırtıcıdır. Özellikle ana akım Hollywood filmlerinin basmakalıp öykü yapılarına alışkın batılı seyirciler için… Bırakın klasik Hollywood anlatılarına mahkûm patlamış mısır tüketicisi seyircileri, avangard sinema örneklerine alışkın, kararlı sinema öğrencilerini bile ilk deneyimlerinde yılgınlığa sürükleyecek kadar zordur Tarkovski filmleri. Seyirci çoğu zaman her yeni sahnenin başlangıcında, sahnede geçen olayın veya imgenin hikâyenin neresine oturduğunu düşünerek ve çoğu zaman, bir karakterin kimliğini veya niyetlerini filmin sonuna gelene kadar öğrenemeden film boyunca sahneler arasında sürüklenir. Bir Tarkovski filminin yarısına geldiğinizde cevaplardan çok sorularla karşılaşırsınız. Tarkovski, gerçek hayatın trajedilerden ibaret olmadığını bilir. Hayat çoğu zaman bombaların patlamadan etkisiz hale getirilmesi, yolcuların uçağı sağ salim yere indirmeleri, iyi adamın kötü adamla mücadelesi gibi basit çatışmalardan ibaret değildir. Örneğin 'Andrey Rublev' filminde çatışma, 'Andrey yeniden resim yapacak mı?' sorusunun cevabı üzerine kurulmak yerine Andrey'in çektiği ızdıraplar, sanatın maksadına ilişkin sorgulamalar ve inanç bunalımları etrafında gelişir. Bu karmaşık anlatı yapısı, Tarkovski'nin ana akımdan ayrı, kendine has bir dil geliştirebilmiş özgün bir sinemacı olarak tüm dünyada takdir görmesini sağlar.
Acılar çekmek pahasına
"Andrey Rublev" ile tüm dünyada, film festivallerinde ödüllere boğulan Tarkovski, Eisentein'dan sonra en iyi Rus yönetmen olarak değerlendirilmiştir. Batının büyük ilgisi sayesinde tamamen engellenmese de, ancak ciddi kısıtlamalar altında çalışmasına izin verilen yönetmen, bu nedenle 25 yıllık kariyerine topu topu 7 film sığdırabilmiş, bürokratik engellemeler yüzünden Andrey Rublev'den sonra bir daha asla epik bir film çekebilecek kadar büyük bir bütçe şansına sahip olamamıştır. Nihayet, 1983 yılında, İtalya'da, altıncı filmi olan "Nostaljiya"nın çekimleri bittiğinde karısı Larissa'ya birlikte, geride oğlu Andriyuşka'yı bırakarak batıya sığınan Tarkovski, hayatının geriye kalan bölümünü Andriyuşka'yı yanına almak için Sovyet makamlarından gerekli izni çıkarmaya ve son filmi "Sacrifice"ı (Kurban) bitirmeye çalışmakla geçirir. Batıya ilticasından üç sene sonra İsveç'te son filmi üzerinde çalışırken vücudunda ölümcül bir tümörün varlığını öğrenen Tarkovski, 1986 kışında, Paris'te acılar içinde hayata veda eder. Eserlerini hayatıyla bütünleştirebilmiş bir dahinin büyük acılar içinde ölümü, acı çekmenin ulvi, bilgece anlamlar taşıdığı doğuda, mağrur ve görkemli bir son sayılır. Böylece Andrey Tarkovski, hayatı ve eserleri sayesinde çevresinde yararttığı hareyle, tıpkı vatandaşları Dostoyevski ve Tolstoy gibi büyük acılar çekmek pahasına ölümsüz dehaların arasına karışmıştır.

KAYNAKLAR
Andre Tarkovski, Mühürlenmiş Zaman, Füsun Ant, Afa, 1992
Ayla Kanbur, "Birbirlerini Sürekli Üreten Bir İlişki", 25. Kare, s. 23
Donato Totaro, "Art for All Time", Film-Philosophy, Vol. 4 No. 4 Feb. 2000
Stuart C. Hancock, "Tarkovsky- Master of the Cinematic Image", Mars Hill, 1996

ÖNCEKİ HABER

EMEP'ten kitlesel destek

SONRAKİ HABER

Sezer'e erken emeklilik

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa