31 Temmuz 2000 21:00

'Enflasyon emekçi için düşmüyor'

Son aylarda enflasyon oranında görülen düşüşü değerlendiren Bilkent Üniversitesi Ekonomi Bölümü Başkanı Prof. Dr. Erinç Yeldan, enflasyonun düşmesinin hayat pahalılığının azalması anlamına gelmediğini söyledi.

Paylaş
'Enflasyon emekçi için düşmüyor'
Özlem Albayrak
Bilkent Üniversitesi Ekonomi Bölümü Başkanı Prof. Dr. Erinç Yeldan, enflasyonun bilinçli olarak hayat pahalılığı ile özdeşleştirildiğini, ancak enflasyonun hayat pahalılığı olmadığını vurgulayarak, enflasyon indiğinde hayat pahalılığının azalmayacağını söyledi. "Enflasyon belki düşüyor fakat çalışanlar için değil. Enflasyon, sanayici, bankacı için, finansal kesim için düşüyor. Tüketicilerin aldığı gelir, reel olarak eriyor. Enflasyonun düşmesi pahasına hayat pahalılaşıyor" diyerek hayatın çalışan kesimler için daha da pahalılaşacağını vurguladı.
Haziran enflasyon rakamı, enflasyonun düşmeye başladığının göstergesi oldu. Enflasyonun izlediği seyri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Enflasyonda hatırı sayılır düşüş var. Geçen sene de ekonominin yaşadığı talep daralmasına bağlı olarak enflasyonda bu kadar olmasa da iniş gözlenmişti. Ekonominin şu anda içinde bulunduğu kriz ve talep daralması koşullarının yarattığı durgunluk ve bunun yarattığı antienflasyonist süreç zaten var. Geçen yıl da vardı. Bunun üzerine bir de IMF destekli yapısal program binince, talep daralması daha hissedilir oldu. Beklentilerin çok üstünde ilk altı ay içinde ithalat patlaması yaşandı. Beklenen ithalatın yüzde 50'ye varan boyutta aşıldığını görüyoruz. Cari işlemler açığının da milli gelirin hızla yüzde 6'sına ulaşacağını görüyoruz. Ucuz ithalat mallarına dayalı arz fazlalığı da fiyatları aşağıya doğru çekmeye yaradı. Yaz ayları genelde döviz girişlerinin hızlandığı, tarımsal malların piyasaya sunulduğu aylar olarak enflasyonun düşme eğilimine girdiği aylardır.
Enflasyonun düşme eğilimine girmesi toplumsal ve iktisadi sonuçlarını belirlemek için antienflasyonist reçetelerin maliyetini ve programı önemlidir. Devletin asli vergi gelirleri, sermaye, serbest meslek ve kurumlar gelirleri üzerinden değil de ücretliler ve KDV oranları artırılarak oluşturuluyor. Ama sermaye gelirlerinin vergilendirilmesinden uzak duruluyor. 1989'da sermaye hareketlerinin serbest bırakılmasıyla yaşanan dönüşüm, kısa vadeli dış borçlanmayla sürdürüldü ve bankacılık, finans ve sermaye kesiminden çok büyük muhalefetle karşılaşan vergi reformu sürekli ertelendi. Bu program, kamu kesiminin daralması, işçi, memur ve çalışan kesimin vergilendirilmesi, yine bu kesimlere yönelik eğitim, sağlık, altyapı yatırımları gibi kamu harcamalarının bitirilmesi pahasına yürütülüyor.
Bu programın en büyük iki kırılma noktası var. Birincisi, kamu kesimi dengelerinin sağlanması adına toplumsal maliyetin çok fazla olması. Yani, kamunun kitlesel sağlık, eğitim hizmetini vermiyor olması. Bu hizmetlerin özelleştirilmesi sonucu bu hizmetlere ulaşamayan milyonlarca insanın sosyal olanaklardan yararlanamaması, orta sınıfın kendisini üretememesi, eğitimin giderek özel, elit tabakaya sunulan hizmet haline gelmesi, küreselleşme süreci içinde bir yandan göreceli olarak büyüme ve istikrar sağlanıp enflasyon düşerken öte taraftan eğitilmemiş, marjinalleşmiş bir kesimin giderek büyümesi. İkincisi cari işlemler dengesi açığının, kısa vadeli dış borçlanmayla kapanıyor olması ve Hazine'nin iç borcunun dış borç ile ikame edilmesi. Bu çok cazip geliyor birçok kesime, "Hazine dışardan borçlanabiliyor, finansman sağlanabiliyor" deniyor. Ancak bu tehlikeli. Türkiye, 2005 yılına doğru, dış borç stoku milli gelirinin yüzde 80'ine ulaşmış, bunun büyük bir kısmı kısa vadeye sıkışmış bir ülke haline gelebilir. Sürdürülemeyen büyüme sonucunda Türkiye, 2004-2005 yıllarında, daha düşük enflasyon, birkaç sene ithalata ve yüksek tüketime dayalı bir büyüme yaşar. Ancak 1994'te olduğu gibi bu sürecin sonunda sürdürülemeyen büyüme modelinin birdenbire çöküş noktasına gelmesi, kısa vadeli dış borçlanmanın olanaklarının durulmasıyla yeni kriz gelebilir.
Emekçiler, enflasyonun düşmeye başladığı söylenmesine rağmen bunu hissetmiyor. Enflasyonun düşürülmesi bu kesimlere neler getirecek?
Kavramlar arasındaki farkı çok iyi çizmemiz lazım. Enflasyon, yurtiçindeki fiyat hareketlerinin yıllık, aylık bazda artışı. Bunun halk kesimleri açısından algılanma biçimi nominal gelirlerine bağlı. Nominal gelirleri fiyat hareketlerindeki artışı aşıyorsa, o zaman reel olarak gelir kazancı elde ederler. Bu anlamda enflasyonun düşmesi bu kesimlere yarar getirir. Bilerek sürdürülen bir kavram kargaşası var. Enflasyon hayat pahalılığı ile özdeş tutuluyor. Enflasyon düşürülünce hayat pahalılığı da azalacak deniyor. Birçok kesim de buna umutlanıyor. Enflasyondaki düşmeyle birlikte hayat pahalılığındaki azalmayı da yaşamak arzusunda ve bunun beklentisi içinde. Enflasyon hayat pahalılığı değil.
Enflasyonun düşürülmesinde geniş çalışan kesimin hayat pahalılığını azaltacak yöntemler kullanılmıyor. Tersine onların reel gelirlerini, istihdam olanaklarını daraltıyor. Şu ana kadar devletten elde ettikleri sağlık, eğitim ve altyapı hizmetleri ticari mala dönüştüğü için bunları da maliyet unsuru olarak bütçelerine eklemek zorunda kalıyorlar. Dolayısıyla hayat çalışan kesimler için daha da pahalılaşıyor. Enflasyon belki düşüyor fakat onlar için değil. Enflasyon, sanayici, bankacı için, finansal kesim için düşüyor. Tüketicilerin aldığı gelir, reel olarak eriyor. Enflasyonun düşmesi pahasına hayat pahalılaşıyor. Toplumun yoksullaşması, eğitimin, sağlığın ticarişleşmesi insanların hayatlarını doğrudan etkileyen unsurlar.
Enflasyon 2000'de yüzde 30'a geriledi diyelim. Tek haneli rakamlara indirilebilecek mi?
Enflasyonun nedeni yine enflasyon. Çekirdek enflasyon tabiri burdan önem kazanıyor. Geçmiş yıldaki enflasyon gelecek yıldaki enflasyonu açıklayan tek değişken. Kamu açıkları enflasyonun nedeni olarak çıkmıyor bizim teknik analizlerimizde. Ücret maliyeti enflasyon ile ilintili değil. Enflasyonu istikrarsızlık, makro iktisadi dengesizlik, kamunun büyük açıkları ve bunu bankacılıktan getirilen sıcak parayla kapatma biçimi ve yaşanan kaos ve güvensizlik unsurunun yarattığı olumsuz beklentiler yaratıyor. Bunların yanında siyasi iktidarsızlık insanlarda kötü enflasyonist gidişin süreceği beklentisini yaratıyor. 2001-2002 yılında ne enflasyon bekliyorsanız onu geri alıyorsunuz. Bu anlamda enflasyon bir kere yüzde 30-25'lere düşürüldüğünde sert bir dirençle karşılaşmasını bekliyoruz. Yani aynı ivmeyle tek haneye inmesinin kolay olmayacağı endişesini taşıyoruz. Bu direnç noktasına kadar sürdürülen daraltıcı politikalar, kamu kesimindeki daraltıcı maliye politikaları yeterli bile olmayabilir. Bunlar daha sert oranlarda gündeme getirilebilir.
Bu arada, programın sakat giden yönleri var. Döviz kurunun aşırı değerlenmesi, ithalatın patlaması göz ardı ediliyor. Birinci çeyrekte yüzde 5.5 büyüme yaşandı. Ancak tarım kesiminde daralma sanayi kesiminde çok cılız bir büyüme var. Milli gelirin yüzde 45'i hizmet sektörüne ait. Bunun içinde iç ticaret önemli paya sahip. İç ticaret, turizm, lokantalar gibi günlük hayatımızda önem vermediğimiz ama rakamsal olarak milli gelir hesaplarına büyük ağırlıkla giren sektörler. İthalata, turizme, iç ticarete dayalı, sanal yapay dünyanın iktisadi izdüşümleri bu sektörler. Bu sektörlerde yaşanan büyümenin milli gelirde şişkinlik yarattığını görüyoruz. İstihdamın yarısını yapan tarım sektöründeki büyümenin negatif olması bu büyümenin nasıl toplumdan uzak olduğunun başka bir göstergesi.
ÖNCEKİ HABER

Arafat Arap zirvesi için çabalıyor

SONRAKİ HABER

Tutuklu aileleri ve aydınlara saldırı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...