10 Temmuz 2000 21:00

Avrupa sadece makyaj istiyor

Ulusların kendi kaderlerini tayin hakkında "kendi" kavramı çok önemli. Ancak egemenlerin masa başında azınlıklar hakkında kararlar verdiğini, "Seni şu şekilde ele almak lazım, sana bu hakkı vermek lazım" dediklerini görüyoruz.

Paylaş
Avrupa sadece makyaj istiyor
Hacer Yücel
Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne aday üye olarak kabul edilmesi ve beraberinde gelen "Kopenhang Kriterleri" tartışmaları, "azınlık sorunu"nu da gündeme getirdi. Kürt sorununu bu eksende değerlendiren kimi çevreler, umutlarını Kopenhag Kriterleri'nin getireceği öne sürülen azınlık haklarına ve demokratikleşmeye bağladılar. Peki, Avrupa azınlık haklarının neresinde? Avrupa Birliği aday üyeliği ile bu konuda bir "atılım" yapacağı söylenen Türkiye'yi, azınlık hakları konusunda bekleyen yükümlülükler neler? Avrupa Birliği'nin temel kriterlerinden biri olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, azınlık sorunu konusunda ne diyor? Azınlık hakları konusunda umut bağlanan Avrupa, azınlık sorununa nasıl yaklaşıyor? Bu konuda İstanbul Barosu İnsan Hakları Merkezi Yürütme Kurulu Üyesi Hakan Karakuş'un anlattıkları, Avrupa'nın azınlık hakları ya da ezilen uluslara yaklaşımının, onları yok saymanın bir başka yolu olduğunu ortaya koyuyor. Karakuş bu konudaki düşüncelerini; Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ni, askeri cuntanın hazırladığı 12 Eylül Anayasası'na benzeterek özetliyor.
Geçtiğimiz günlerde İstanbul Barosu'nca düzenlenen bir sempozyumda, "BM başta olmak üzere uluslararası kurumların azınlık konusuna değinmediklerini, yaptıkları anlaşmaların azınlıkların isteklerini karşılamadığını" söylediniz. Bu yaklaşımın kaynağında ne var?
- Dünyada BM başta olmak üzere uluslararası organizasyonların tümü, egemen devletlerin organizasyonlarıdır. Bu kurumların yaptığı düzenlemeler, anlaşmalar, egemen kesimlerin çıkarına hizmet etmektedir. İlk bakışta, bütün ulusların haklarını gözeten, insanlık yararına bir takım anlaşmalar kaleme almışlar gibi görünse de, aslında bütün bunların ardında, mevcut sisteme, bilimsel tabiriyle emperyalist sisteme karşı gelişen muhalefet vardır. Ne zaman insanlar içinde bulundukları durumdan rahatsız olduklarını dile getiren hareketlenmeler içine girmişlerse, egemen güçler bu konuda düzenlemeler yapmışlardır. Bildiriler kaleme almışlar, çeşitli haklar vermek zorunda kalmışlardır. Haklar mücadele sonucunda alınır. "Hak verilmez alınır" gibi klasik bir tabir vardır ya, gerçekten de böyle gerçekleşmiştir. Bu tamamen bir zorunluluktan kaynaklanıyor. Yoksa, insanlığın evrilerek bütün dünyanın, bütün ülkelerin ileriye, iyiye doğru gittiği barışçıl yöntemlerin esas olmaya başladığı şeklinde, son zamanlarda ülkemizde de maalesef halktan yana olan belli çevrelerde dile getirilen bu tespitler doğru değildir.
Uluslararası kurumlar, hazırladıkları sözleşmelerde azınlıkların tanımını bile yapmaktan neden kaçınıyorlar?
- Uluslararası sözleşmelerde azınlık tanımını aradım, ama bulamadım. Azınlık tanımı yapıldığı takdirde, bu tanımın bir sonucunun olması gerekir. Ve o zaman tanıma uygun arayış ve tespitler yapılır. O tanımdan yola çıkarak insanlar bir takım değerlendirmelere geçecekler. Bu anlamda en ileri tanım Çerçeve Sözleşmesi'nde yapılmıştır. Tanım yeterli değil. Tanımın bir amaca hizmet etmesi lazım. Yalnız tarih boyunca azınlık hakları ile ilgili sürece baktığımızda, yeterli bir tanım yapılmadığı gibi self-determinasyon (kendi kaderini tayin) hakkından da bahsedilmediğini görüyoruz. Self-determinasyon sözcüğü, Birleşmiş Milletler (BM)'in gündemine, İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı'nın ardından, sosyalist ülkelerin içinde bulundukları duruma bağlı olarak girdi. Yani, yeni sömürgeciliğe geçerken emperyalist ülkeler babalarının hayrına, kelimenin anlamıyla, insancıl oldukları için kabul etmediler bunu. İnsanlara da bu şekilde empoze etmeye çalışıyorlar. Böyle bir şey yok. Ulusların kendi kaderlerini tayin hakkında "kendi" kelimesi çok önemli. Ancak egemenlerin masa başında azınlıklar hakkında bir takım kararlar verdiğini, "Seni şu şekilde ele almak lazım, sen şöylesin. Sana bu hakkı vermek lazım" dediklerini görüyoruz. Topluluğun kendi kararını vermesini engelleyen, topluluğa kendi iradelerini uygulatan bir politika izliyorlar.
Azınlıklara yaklaşım konusunda Avrupa ile Türkiye arasında nasıl farklar var?
- Azınlık kavramına Avrupa'daki devletler Türkiye'den farklı bakmıyor. Ancak Türkiye daha açıktan, daha dürüst davranıyor. Daha net tanımlıyor. "Ben tanımıyorum" diyor, tanımamakta direniyor. Aslında tanısa da, bir zararı olmadığını görecek. Çerçeve Sözleşme'de tanınmış haklardan rahatsızlık duyması için hiçbir neden yok. Ama Türkiye güçler dengesinde bir sorun yaşamak istemiyor. Çerçeve Sözleşme sadece bireysel hakları kapsıyor. Bu da Türkiye'yi en fazla, 'televizyon yayınına izin verme'ye götürür. Ama Türkiye, eğitim konusunda direnir. Siyasi boyuta zaten hiç dokunmuyor. Siyasi boyut demek azınlıkların bir iradesinin bulunması, yani bir temsil, bir müzakere hakkının olması demektir. Bu noktada Türkiye de duruyor, Avrupa da duruyor. Bu anlamda Türkiye'yi Avrupa'dan farklı görmek, Avrupa ülkelerini daha ilerde görmek son derece yanıltıcı ve yanlıştır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)'ne nasıl yaklaşıyorsunuz? Bağımsız, doğru kararlar veren bir mahkeme denilebilir mi?
- Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Avrupa Birliği'nden, bağımsız değildir. Amacı Avrupa çapında kendi düzenlerinin devamı noktasında doğabilecek sorunları azaltmak, yürüyen sistemlerinin ürettiği sorunları kendi gelecekleri açısından tehdit oluşturabilecek boyuta ulaşmadan çözmektir. Bu isteğin yarattığı bir hukuktur. Klasik anlamda yargının bağımsızlığından her yerde söz edilir. Yargının bağımsız olması çok gülünç bir iddiadır. Hiçbir kurumun bağımsız olmadığı gibi yargı da bağımsız değildir. Yargı tamamen mevcut otoritenin, iktidarın denetimi altında yürür. Organize bağı, seçilme yöntemleri, statüleri bir yana, eldeki yasaları tayin edenler önemli; çünkü yargının elindeki belirleyici kriterler bu yasalardır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin dayandığı temel yasalar neler?
- AİHM, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ile yaşıyor. Bu sözleşme sınırlı olduğu için, buna içtihatlar mahkemesi de deniyor. AİHS, bizim 82 Anayasası'na benziyor. 1982 Anayasası, AİHS'ten kopya edilmiş. Sözleşme tıpkı bizim 1982 Anayasası gibi önce hakları sayıyor sonra "ancak" diye başlayan bir bölüm geliyor ki öncesini okumak gereksiz. Çünkü "ancak" ile başlayan bölüm üstteki hakkı ortadan kaldırıyor, "Bir cümlede ancak varsa, öncesini okumayın, sonrasını okuyun" diye bir laf vardır. Bu ancaktan sonra, bir sürü faktör sayılıyor, ülkesel çıkarlar, devletin çıkarları, kutsal kavramlar sayılıyor, böylece hak ortadan kaldırılıyor.
AİHM'de Türkiye aleyhine açılan azınlık davaları nasıl seyrediyor?
- Daha önce de söylediğim gibi Avrupa'nın azınlıklar sorununa, ya da bir başka soruna yaklaşımı ne ise, AİHM'in yaklaşımı da o. Türkiye'deki soruna gelince. Şimdiye kadar Türkiye'ye karşı açılan davaların 60'ı sonuçlandı. Türkiye bunların büyük bölümünden mahkûm oldu. Sırada birçok dava bulunmakta ve durum onu gösteriyor ki, bu davalardan da Türkiye mahkûm olacak. Avrupa, Türkiye'den bazı konularda makyaj yapmasını istiyor. Yoksa Avrupa'nın, Türkiye'den baskı ve sömürüyü kaldırmasını istediği yok. Bunları onlar da yapıyor; ama Türkiye'den istediği bunu daha gizliden daha usturuplu yapması. Kendisi gibi. Türkiye aleyhine çeşitli maddelerden sonuçlanan pek çok davadan söz etmiştik, yalnız "ayrımcılık yasağı" ile ilgili 14. madde de bunun tam tersi bir durum yaşanıyor. AİHM'e başvuranlar "Ben farklı bir ulusa mensup olduğumdan bir takım hak ihlallerine uğruyorum" diyorlar. Duruşma kararlarına baktığımızda ise hep aynı cümleyle karşılaşıyoruz: "Ayrımcılık yasağı konusunda Türkiye hükümetinin cezalandırılması uygun görülmemiştir."
Türkiye'nin insan hakları konusunda imza attığı pek çok uluslararası sözleşme bulunmakta. Askerlerin ve diğer çevrelerin bu konudaki tutumu nedir?
- Ülkeler arası ilişkilerde; dava dosyalarından, belgelerden yola çıkarak söylüyorum; askeri kesimin ne söylediği, bir takım iktidar odaklarının ne söylediği önemli olmuyor. Daha çok Türkiye üzerinde ekonomik siyasal gücü olan, askeri gücü olan, genel anlamda Türkiye'nin kuruluşundan bu yanaki süreçte etkili olan güçler, Türkiye'deki iç güçler değil. Belirleyici olan iktisadi, siyasi anlamda bağımlı olduğu güçler. Bu güçler, başta ABD olmak üzere emperyalistler. Örneğin, ABD Büyükelçisi Mark Parris, Güneydoğu'da bir devlet yetkilisi gibi dolaştı, IMF yetkilisi geldi, bakanlık müfettişi gibi denetlemeler yaptı. Artık açıktan yapılıyor. Eskiden daha gizli yapılırdı, dış ülkelerin rolü daha fazla gizlenirdi, artık o durum yok. Kopenhang Kriterleri'nin asker tarafından yorumuna gelecek olursak, asker bir zamanlama sorunundan söz ediyor. Kenan Evren, eskiden bir takım haklar talep edildiğinde, ya da kısıtlamalar eleştirildiğinde, "Haklar güzel ama, toplum hazır değil, istismar edilir" diyordu. Bu, "Biz siyasi olarak buna hazır değiliz" demek. Azınlık sorununda verilecek belli tavizlere hazır olmadığının söylenmesinin ardında yatan da, son yaşanan sürecin farklı biçimde devam edeceği, belli mevzilerin ulusal devrimci güçlerin eline geçebileceği endişesidir. Öte yandan, TÜSİAD Başkanı'nın bir açıklaması var, onlar da diyorlar ki, "Şu anda bu hakların tanınmasında hiçbir sakınca yok." İdam sorununda da, af konusunda da bu böyle. Verecekleri azınlık haklarında "federasyon, özerklik, kollektif hak kullanımı vs.." yok zaten. Tartıştıkları bireysel hak kullanımı. Bunları azınlık hakkı olarak tanımlamak bile doğru değil. Ama bunları vermenin bile şu andaki devlet çıkarlarına aykırı olacağını düşünüyor asker.
ÖNCEKİ HABER

Türkçe - Kürtçe sözlük

SONRAKİ HABER

Mevsimlik işçi de IMF'zede

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...