21 Ağustos 2011 11:09

Abdestli kapitalizme karşı yer sofrası

Beş yıldızlı bir otelin ışıklarla parıldayan yemek salonunda, ilahiler eşliğinde şehrin manzarasını seyreyleyerek topun atılmasını bekleyen zengin mümin, yoksul din kardeşlerinin iftar çadırlarında içeceği sıcak çorbaya ektiği tuzun huzurunu mutlaka duyuyordur. Allahın "yürü ya kulum" dediği hem zengin hem dindar kul, sadece

Abdestli kapitalizme karşı yer sofrası
Paylaş
Devrim Büyükacaroğlu


Ramazanın bir zengin eğlencesine dönüştürüldüğünü söylüyorsunuz. Geçmişten bugüne değişen nedir?

Son 15 yıldır gördüğümüz şey şu; yoksullar iftar çadırlarına gidiyor, kendi evlerinde mütevazı iftarlarını yapıyor ama zenginler beş yıldızlı otellere gidiyor ve bu zenginleşme özellikle teşvik ediliyor. MÜSİAD her yıl daha pahalı iftarlar vererek daha da geliştiğini göstermeye çalışıyor! Bilinçaltında şöyle yanlış bir anlayış var; “Bir insan yoksulsa uğursuzdur, ondan uzak durmalıdır, çünkü Allah yoksul yapmakla onun belasını vermiştir. Diğerini ise lüks hayat yaşatmakla ödüllendirmiştir, onun iyi bir insan olduğunu onu zengin yapmakla göstermiştir.” Kafa bu! Kafa bu olunca; “Ben de zengin olduğumu göstereyim, Allah’ın sevgili kulu olduğumu herkes görsün” diye düşünülüyor.

İslam’ın kapitalist yorumu gibi bir şey mi bu?

Kapitalizme abdest aldırılmak isteniyor. Yani özündeki servet ve mülkiyet ilişkisine hiç dokunmadan, ona dini bir kılıf geçirilmek isteniyor. Bir gazete reklâmı her şeyi anlatıyor aslında; “VIP Umre ziyareti, Kâbe ayağınızın altında!” Bir kere edebe mugayir. Zihniyet olarak böyle bir kafa üretilmiş; zengin sevicilik. Anadolu muhafazakârlarının yıllarca sistemden uzak tutulduktan sonra birden bire iktidara gelmesi, yüzde 50 oy alması neticesinde sonradan görmüşlük...

Ramazanın bir zenginlik gösterisine dönüşmesi ile ilgili düşüncelerinizi eyleme de dönüştürdünüz bu Ramazan’da…

Bir süredir “Sosyal İslam” söylemi içindeyim. Ama bu ramazanda başka bir boyuta ulaştı. “Emek ve Adalet Platformu”nu oluşturan İslamcı ve sosyalist kökenden gelen gençler beş yıldızlı otellerin dibinde, yer sofrasında iftar yapmak gibi oldukça orijinal ve yaratıcı bir eylem tasarladı, ben de onları destekledim. Çelişkiyi gösteren bu tablo, aslında iki dünya görüşünü temsil ediyor. Beş yıldızlı otel; insanlara yukarılardan bakmayı, yerdekileri ele geçirdiği yetmiyormuş gibi göktekileri de ele geçirmeye çalışan, açgözlü bir yaşam biçimini temsil ediyor. Mesela önüne 100 dolarlık bir yemek geldi hepsini birden yersen görgüsüz sayılıyorsun. Az az alacaksın, gerisi çöpe! O bir yaşam tarzı, bir kültür. Orada Anadolu kültürü yok, aile kültürü yok, iftar sıcaklığı falan yok. Biz ne yapıyoruz; onun yanına toprağa yer sofrası seriyoruz. Bir tarafta gökdelen, bir tarafta toprak. Toprak nedir? Doğadır, tevazudur. Bizim yer soframızda herkes birbirinin işini görüyor, evden getirdiğini yanındakiyle bölüşüyor. Hiyerarşi yok, hegemonya yok, emreden yok, finansör yok, sponsor yok! Gökdelenin alternatifi; karşısına haremlikli, selamlıklısını dikmek değildir. Onun alternatifi yer sofrasıdır. Güç de oradadır, dayanışma da, mutluluk da oradadır. Tabii burada yer sofrası metafor oluyor.

KUR’AN’A YOKSULLARIN GÖZÜYLE BAKMALIYIZ

Gökdelen ve yer sofrası arasındaki çelişkiyi ilginç kılan iki tarafın da ibadet ettiğini düşünmesi. Bir makalenizde “Kur’an’a yoksulların gözüyle bakabilmemiz lazım” diyorsunuz. Aynı kitap başka başka okunabilir mi yani?

Ben yoksulların gözünden bakalım diyorum ama ondan önce şöyle bir soru sormamız lazım: Kur’an-ı Kerim kimin gö- züyle oluşturuldu? Zenginin mi, yoksulun mu; ruhu nedir yani? Bence yoksulun, ezilenin gözüyle oluşmuştur. Bunu nereden anlayacağız? Tabii ki metnin kendisinden. Onlarca kitap yazdım, Kur’an-ı baştan aşağı tefsir ettim bu gözle. Servet sahibi anlamında kullanılan kelimeleri ön plana çıkardım. Kur’an diyor; “Servet sahiplerini, nimet sahiplerini bana bırak. Ben onlara cehennemde göstereceğim.

Yani bizatihi zengin olmalarından dolayı mı suçlu zenginler...

Tabii servet sahibi olmanın kendisi suç olarak görülüyor. Servet sahibi o serveti nasıl edindi? Ya faizle edinmiştir ki yasak; ya hak yemekle edinmiştir ki yasak; ya emeği sömürmekle kazanmıştır ki yasak, ya da kamu imtiyazıyla edinmiştir. Bugün de zenginliğin kaynağı bunlar değil midir? Bunlardan herhangi birini yapmadan zengin olamazsın kardeşim. Helalinden zenginlik diye bir şey yok. Kenz, Türkiye’nin bilmediği bir kavramdır; biriktirmek, mal toplayıp kendine hazine yapmak demektir. Biz servet diyoruz ona. Servet yığanlar Kur’an’da Tevbe suresinde 34. ve 35. ayetlerde tehdit ediliyor. 35. Ayet: “O gün biriktirip yığdıkları, cehennem ateşinde kızdırılacak; ve alınları, böğürleri ve sırtları onlarla dağlanacak. ‘İşte bu, bencilce biriktirip yığdıklarınız; haydi, tadın bakalım!’ denilecek.” Faiz sömürünün en büyüğüdür. Bakara suresi 279. der ki: “Faiz yiyenler şunu bilsinler ki: faiz yiyenlere Allah ve Resul’ü savaş açmıştır.”

Söyledikleriniz açısından bakarsak İslamiyet kapitalizme kat-i suretle karşı, öyle mi?

Tabii ki. Kapitalizmle İslam’ın bir araya gelmesi çok büyük bir çelişki olur. Bizim muhafazakâr dindarlar, dini hiç bu gözle okumadılar. Biraz da algıda seçicilik var. Adam o faiz ayetlerini, kenz ayetlerini falan görmüyor. Sadece namaz kılma, oruç tutma, hacca gitmeye takarsan kafayı bunları görmezden gelirsin. Şu anki Diyanet İslamı bunları veriyor insanlara. Yoksulun gözüyle, ekonomik ve politik gözle değil ritüeller gözüyle bakıyorlar. Oysa ritüelin kendisi din değildir, ibadet de değildir. Ritüelin gereği ibadettir.

Ritüelin gereği nedir?

İftardan sahura kadar aç kalmak bir ritüeldir, bir ibadet değildir. Kur’an’daki ifadesiyle nüsuktur. Ama iftardan sonra gidip bir aç insan bulmak, aç bir eve misafir olmak, elindekini onunla paylaşmak, onun yüzüne bakmak, onu doyurmak, açlıktan kurtarmak gibi herhangi bir girişimde bulunmak ibadettir. Mesela namazda eğiliyorsun, bu rüku’dur, bir ritüeldir. Ama hayatın içinde güçlünün ve zenginin önünde eğilmemek bir ibadettir. Namazdaki eğilmenin sana hayatın içinde böyle bir eğilmemeyi öğretmiş olması gerekiyor. Peygamberimiz diyor ki: “Kim birisinin önünde sırf zengin olduğu için eğilirse (ayağa kalkarsa) dinin yarısı gider.” Rüku sana kimin önünde eğileceğini öğretiyor.

Hac peki…

Hac da öyle. Orada da tavaf var, sana eşitlik öğretiliyor. Rütbelerin sökülüyor, ihrama giriyorsun. Dikişsiz olacak, herhangi bir sınıfı ya da nereli olduğunu ima etmeyecek. Kadın erkek, cinsiyet ortadan kalkıyor, siyah beyaz, doğu batı, aşağısı yukarısı... Hepsi ortadan kalkıyor, tek bir insan, tek bir ümmet oluyor.

Bu da bir ritüel öyle mi?

Bu tamamen bir ritüel. Hac o ritüelden çıktıktan sonra başlıyor. Siyah diyorsun, beyaz diyorsun, Kürt diyorsun, Türk diyorsun, o ona eşit değil diyorsun, yukarıdan bakıyorsun, kibirleniyorsun. Her türlü eşitsizliğin batağındasın zaten! İyi de kardeşim sen o Haccı niye yaptın, ne öğretti o sana?

İnsanlar arasındaki ayrımı ortadan kaldıramasa da bunun için en azından mücadele edecek yani…

Bravo. Onun için oruç ramazandan sonra, namaz camiden çıktıktan sonra, Hac da Hac’dan döndükten sonra başlar; başlamıyorsa sen onu sadece ritüel olarak yaptın demektir.

AKP’NİN RUH KÖKÜNDE BİR İYİLİK GÖRMÜYORUM

Bunları tartıştığımız ülke uzunca zamandır Müslümanlığı ön planda tutan, birkaç ay önce yüzde 50 oy oranı ile tekrar seçilmiş bir parti tarafından yönetiliyor. AKP’nin iktidarda olması İslamiyet lehine bir durumu ifade etmiyor mu?

Dindarlaşmayı ifade ediyor, İslamlaşmayı değil. Türbelere gidenlerin, oruç tutanların, başını örtenlerin sayısının artması bir dindarlık göstergesidir. Bunlar diğer dinlerde de olabilir. Ritüellerin yaygınlaşması, dindarlığın yaygınlaşmasıdır. Fakat ben İslam’dan bahsediyorum. Adalet, eşitlik, emek, doğruluk, dürüstlük, kardeşlik, paylaşım, bölüşüm yaygınlaşmaya başladığı an orada İslamlaşma oluyor, Kur’an’a yöneliş oluyor demektir. Şu an bunlar olmadığı için bir İslamlaşma da yok haliyle. Çünkü emeğe, işçiye hiç önem vermiyorlar. Taşeronlaşma almış başını gidiyor ve insanlar sendikalı olduğu için işten atılıyor. Üstüne üstlük bunlar dinle meşrulaştırılıp, pekiştirilmeye çalışılıyor. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin kalkınma yönünden biraz olumlu bulabilirim ama sosyal adalet zihniyeti yok. Sağcı, muhafazakâr ve kalkınmacı bir kafaya sahipler. Menderes’ten beri bu politikaya sahip olanların dediği nedir: “Her mahallede bir milyoner yaratacağız.” Bu Erdoğan ile devam ediyor. Hâlbuki önemli olan her mahallede aç ve yoksul bırakmamaktır.

Ama AKP içinde arkadaşlarınız da var değil mi?

En az yirmi milletvekili arkadaşım var.

Onlarla yolu ayırmış mı oldunuz o zaman.

“Doğru söylüyorsun ama biraz bekle. Zaten kırk yıldır dışlanıyoruz, nimetlerden, imkânlardan yararlandırılmıyoruz. Sen de diyorsun ki; almayın, yararlanmayın! Bırak biraz yararlanalım” diyorlar. Tabii o “biraz” nedir bilmiyorum ama böyle dörtnala çapula gidenler var. Çapul; eski Türkler’de de vardı. Yağmaya gidilir, çapulculuk yapılır, yağmadan elde edilenler birlikte bölüşülür, ayrı yiyen, kendine saklayan cezalandırılırdı. Çapul bile kamucu, bölüşüyor. (Gülüyor) Bunlarda o da yok! Dolayısıyla AKP’nin de ruh kökünde bir iyilik görmüyorum. Eğer samimiysen, üzerinde sadece bir ev ve bir binek olması gerekir. Geri kalanını infak edeceksin. Kamu adamısın, devlet her şeyini karşılıyor zaten. Tek başına kurtuluş yok; zenginlik, bolluk olacaksa herkesin olacak. Biri yerken diğeri bakmayacak, komşun açken tok yatmayacaksın.


Şöyle yaygın bir algı var; “dünyaya zengin de yoksul da gelsen bunun bir önemi yok. Zaten bu dünya sınav dünyası. Bu dünyadaki yoksunluklarına kafayı takma. Öbür dünyada zaten eşitleneceğiz.” Kur’an zenginliğe karşıysa neden böyle bir algı var?

Bu tamamen dinin afyon yüzüdür. Marx “din halkın afyonudur” diyor ya; bu şekilde kullanıldığı takdirde doğrudur. Dünyanın en önemli sorununu en önemsiz, en temel meseleyi en gereksiz gösterirsen bu afyondur işte! Ebu Cehil ile Hz. Muhammed aynı Allah’a, aynı dine inanıyorlardı. Peki o zaman Bedir Savaşı neden oldu? Kavga Allah’a inananlarla inanmayanlar arasında değildi. Allah’a inanan fakat mülkün Allah’a ait olduğunu söyleyenlerle, mülkün kendilerine ait olduğunu söyleyenler arasındaydı. Kıyamet bundan koptu. Ebu Cehil soruyor: “Senin dinine girmek için son bir soru: senin dinine girersem bana ne var?​” Yanında da kölesi var. Diyor ki: “Yanındaki köleye ne varsa sana da o var.” “Lanet olsun!” deyip gidiyor. Düzeninin, efendi köle ilişkisinin süreceğine inansa hemen dönecek, peygamberin peygamber olduğunu da kabul edecek. Kur’an’ın içeriğinde bir servet karşıtlığı, eşitlik talebi var, buna yanaşmıyorlar. Kavga şimdi de aynı sebepten çıkıyor. Bu argümanlar işte bu gerçeği yumuşatıyor, dünyanın en önemli çelişkisini gizliyor. Türkiye’de asker eleştiriliyor mesela ama zenginler eleştirilmiyor, bankalar eleştirilmiyor. Para, servet, mülkiyet, bankalar dışında her şeyi tartış. Ne yaparsan yap umurlarında bile değil. Aman sakın o mevzulara girme!


MÜLK EDİNME HAKKI DİYE BİR HAK YOK

İslamın kapitalizme adapte etmeye çalışıldığını mı söylüyorsunuz?

Biz de İslam’ın kapitalizmle uyumlu bir din haline getirilmesine itiraz ediyoruz. Türkiye’de din demek Diyanet demek değil mi? Bu kurum ne yapar? Camide namaz kıldırır, iftarda oruç açtırır, Kabe’ye gidişi organize eder, ölüleri mezarlara kaldırır, onların merasimlerini yapar, kandil geceleri falan... Diyanete göre din bunlardan ibarettir. Hâlbuki benim görüşüme göre bunların dindeki yeri yüzde 5 bile değildir. Din asıl yaşayanlara lazım. Kelim-i Şahadet’i “Lailahe illallah Muhammeden Resul Allah” diye biliyorlar. Öyle söylediğin zaman eksik oluyor. Kur’an’da A’raf suresi 158’de anlatılır. Tam hali şudur: “Lehül mülk Lailahe illallah Muhammeden Resulallah”. Önce, “Mülkiyet Allah’ındır.” Dine önce bu kapıdan girmek gerekiyor. Şimdi bu tamamen kaldırılmış. Sadece “Lailahe illallah” denince “putları reddedeceksin Allah’a inanacaksın” manası çıkartılıyor. Hâlbuki önce mülkiyetin Allah’a ait olduğunu kabul edeceksin sonra bu mülke sahip olmaya kalkan olursa, onu bir yere yığan, kenz eden olursa onu reddedeceksin. Bütün peygamberlerin de bunu gerçekleştirmek için geldiğini kabul edeceksin. Dinin özeti bundan ibarettir. Yani mülk edinme hakkı diye bir hak yok. Dünyada yaşamak için gerekli temel ve zaruri ihtiyaçları edinme hakkın var sadece. Bunlar nedir; evdir, ev eşyasıdır, binektir, iştir, aştır, eştir, maaştır. Gerisi Allah’ındır. Bu ne demektir; her şey herkesindir demektir.

İslam’la kapitalizmin bağdaşmayacağını söylüyorsunuz. Peki sosyalizmle?

Sosyalizmle bağdaşma ihtimali var ama kapitalizmle hiç yok. Sosyalizmin ekonomi-politiği İslam’la büyük oranda uyuşur, bir sorun çıkacağını sanmıyorum. Toplumcu, eşitlikçi durumları İslama uyar mesela. Zaten sosyalist İslam’dan bahsetmiyorum. İslam’ın sosyal yanını vurguluyorum. Buna olsa olsa “Sosyal İslam” denilebilir. Ben sosyalizmi anlatmıyorum, solcuyum da demedim ama benziyorsa ne yapalım.

ÖNCEKİ HABER

‘Ne kadar rezil olursak o kadar iyi’*

SONRAKİ HABER

Birlikte yol alma zamanı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...