16 Mayıs 2000 22:00
İkinci Bahar'da sanal bir emekçi!
Şenay Aydemir
Şimdilerde televizyonda boy gösteren yerli dizilerden birisi, senaryosuyla, oyunculuğuyla, yönetimiyle ve gördüğü ilgiyle diğerlerinden ayrılıyor. Çünkü; kaset satışları artan yeni yetme türkücülerin 'bağrı yanık' türküler söylediği diziler gibi gösterişli değil, mütevazi. Küçük veletlerin 'iç parçalayan' hıçkırıklarla ağladığı yapımlar gibi 'acıklı' değil, neşeli. Sosyete güzellerinin dekolte kıyafetlerle boy gösterdiği, insanların nereden para kazanıp da bu kadar lüks yaşadıklarının belli olmadığı hayatlardan uzak. Mafyanın 'dürüstlük- namusluluk' sıfatlarıyla allanıp pullanarak meşrulaştırıldığı değerlere yabancı.
"İkinci Bahar"ın bu kadar yoğun ilgi görmesinin, yıllar sonra üzerine kafa yorulan bir dizi olarak gündeme gelmesinin altında birkaç önemli neden yatıyor. Bunlardan birincisi; kahramanlarının gerçekten hayatın içinden, sıradan tipler olarak seçilmesi. Her gün sokakta, karşılaştığımız bu insanların arasında yaşananlar evlerimize girdiğinde bizlerle ilişki kurmakta hiç de zorlanmıyor. İkinci neden ise; eski Yeşilçam melodramlarının klasik ritüellerinin, yeni bir üretimden geçirilerek sunulduğu bir sinema tadına sahip olması. Kötülerin en sonunda hep kaybettiği; erkek gibi kızların bir anda sihirli değnek değmişçesine alımlı bir güzelliğe kavuştuğu, sevgililerin bir araya geldiği bir yeni dünya masalı. Senaryosu daha oturaklı, oyunculuk daha gerçekçi, kamera daha profesyonel...
Ama belki de en önemli neden, iki farklı tarihsel dönemin, iki farklı filminin ve bu kahramanlarının buluştuğu, böylece birkaç kuşağın birden ruh hallerinin yakalandığı bir bileşime sahip olması. "İkinci Bahar"; toplumsal muhalefetin yükseldiği bir dönemin ürünü olan "Selvi Boylum Al Yazmalım"da tercihini emekten yana yapan Türkan Şoray ile o dönemin insanlarının ilgisini; 'saflığı, dürüstlüğü, temizliği" öğrendikleri postmodern kahraman "Eşkıya" Şener Şen ile bugünün gençliğinin sevgisini kazanıyor. Bu iki filmin kahramanlarının, zamanın ve mekânların değişimiyle farklılaşmış, ancak 'öz' olarak aynı kalmış bir buluşması "İkinci Bahar".
Seyircinin diziyle bu kadar yakından ilgi kurmasının, eli kalem tutanların 'Ali Haydar'ı bağrına basmasının en önemli nedeni de burada yatıyor. Yıllar öncesinin doğru kararı vererek seyircinin gönlünü kazanan Asya ile; yeni zamanların kent eşkıyasının bugünün toplumuna uyarlanmış bir hikâyesi aynı zamanda.
"İkinci Bahar" ile ilgili olarak her yaştan yazarların kaleme aldıkları yazılarda, 'sıradan insanların hayatlarının abartılmadan verilmesi, insani değerlerin öne çıkartılması, kahramanlarının birbirleriyle yardımlaşması, emekçi insanların övülmesi' gibi temalar öne çıkartıldı. Bu yazıların ortaklaşabilecekleri tek nokta ise, insan ilişkilerindeki yıpranmaya karşı dizinin önemli bir panzehir olduğuydu.
Ancak, aslında bütün bu olumlu özelliklerin temel dayanak noktasını dizide yüzlerini hiç görmediğimiz iki insan temsil ediyor. Ekranda görünenler suret, bu iki yüzün son türevleri belki de.
Dünün temsili, bugünün gerçeği
Bu iki suret, dizinin iki ana kahramanı Hanım (Türkan Şoray) ve Ali Haydar'ın (Şener Şen), değerlerini kaybetmeye en çok yaklaştıkları zamanlarda ortaya çıkıyor ve sanki onlara güç veriyor. Nitekim geçtiğimiz hafta yayınlanan bölümde, birbirleriyle araları açılan ve hayat karşısında 'yalnız' kalan bu iki kahraman hemen soluğu bu iki suretin yayında aldılar. Hanım mezar taşındaki 1947-1972 yazısından 68'li olduğunu anladığımız ve dizinin geçmiş bölümlerinde solcu olduğu için polisler tarafından öldürüldüğünü bildiğimiz abisinin mezarına koşarken; Ali Haydar, yıllar önce yitirdiği 'iyilik timsali' karısının mezarı başındaydı. İkisi de filmin üzerindeki bu 'izlere' durumlarını anlattılar. Çünkü aradan geçen bunca yıla rağmen kendilerini anlatabilecekleri kişiler yine onlardı!
Dizideki bu iki temsil öğesi, anlatılan hikâyenin kahramanlarının bütün olumlu özelliklerine rağmen, değerin kendisinin çok geçmişte kaldığının ve Ali Haydar ile Hanım'ın bir suret olmaktan öte bir yanlarının kalmadığının göstergesi. Özellikle, Hanım'ın abisinin kendisine söylediklerini sık sık hatırlaması, başı sıkışınca onun yanına koşması, 'onun kirlenen bu toplumda' sığınacağı tek yerin 'geçmişteki onurlu ve temiz' abisi olduğu tezi üzerine kuruluyor.
Geçmişin bugünkü görünümü
Dizide, feodal kültürün erdemleriyle, kentin gereklerini birleştiren Ali Haydar; parayla her şeyi yapabileceklerini sanan Vakkas ve Neriman, yetkilerini kendisi için kullanan zabıta Secaaattin ve dizinin diğer kahramanları tarihsel bir sürecin ürünü olarak ortaya çıkan ve ayakları yere sağlam basan kahramanlar olarak çiziliyor.
Dizideki bu olumlu kurgu, Hanım'ın ağabeyinin bugünkü temsili olan televizyon tamircisi Basri göz önünde alındığındaysa, 'bir nostalji' olmaktan öteye gidemiyor. 'Bilinçli bir emekçi' karakter olarak yerleştirilen ve tarihsel olarak bu rölü üstlenen Basri'ye yapılan muamele 'mahallenin delisi' oluyor. Dizinin yeni bölümlerinde seyircinin karşısına çıkartılan bu kahraman, Ali Haydar'ın para için sevmediği bir kadınla evlenmek zorunda kaldığı, Hanım'ın kendi çocuklarını yetiştirmekte yetersiz olduğu bir durumda; 'hiçbir şeyden korkmayan, namusuyla çalışan, rüşvet vermeyen ve baskılardan yılmayan' bir kimlikle dizideki yeni bir 'temiz değer' olarak öne çıkıyor. Ve dizinin 'en acımasız kahramanı' zabıta Şecaattin ile düşman.
İdeal iki kahramanı olan "İkinci Bahar" senaryo gereği de olsa, bu kahramanlarını dünyanın 'pisliklerinden' uzak tutamıyor ve bütün bunları temsilen 'eski Maocu' bir karaktere 'başkaldırı' görevini yüklüyor.
Emeğin karikatürize edilmesi
Aslında dizilerde solu, sosyalizmi, emeği temsilen konulan karakterlerin, onların kullandığı kavramların 'karikatürize' edilerek kullanılmasının, bir güldürü malzemesi haline getirilmesinin ilk temellerini bir televizyon kanalında yayınlanan "Bir Demet Tiyatro" isimli dizi atmıştı. Bu dizide yer alan Spartakist işçi komposizyonu; gündemde olan işçi taleplerini, emek değerlerini karikatürize ederek basit bir gülme nesnesi, içi boş birkaç replik haline getiriyor. Herhangi bir işçi toplantısında, politik bir yazıda üzerine uzun uzadıya konuşulan-yazılan kavramlar, bir parodi dizisinin gülüp geçilen skeçleri, seri kahkaha bombardımanının replikleri halini alıyor.
Gülmecenin nesnesi ve izleyiciyle kurulan ilişki burada başka bir anlam ifade ediyor kuşkusuz. Dizide sıralanan talepler, söylenen sözler dizinin -dolayısıyla hayat gerçekliğinin!- içinde absürd ve komik olmaktan öte gidemiyor. Hiçbir yere sığmıyor, akıllı ve mantıklı bulunmuyor. Kurulan bu ters ilişki, dizinin sanallığı ile taleplerin gerçekliğinin birbirine karıştırılmasına neden oluyor.
Sanal kahraman
Basri için de benzer bir durum söz konusu. Mahallede iyi birisi olarak bilinen Basri'nin söyledikleri, konuştukları hoş bir seda havasında dinleniliyor ve alkışlanıyor. "12 Mart'lara 12 Eylül'lere boyun eğmediğini" kendi sözleriyle öğrendiğimiz bu kahraman, dizide temsil ettiği 'temiz emekçi' rolünden başka gerçek hayatla hiçbir bağlantı kuramıyor.
Söz sırası ona geldiği zaman, hep eskilerden konuşuyor. Ajite çekiyor. Dinleyenler de hatırına onu alkışlıyor ve geçiştiriyor. Aslında söylediklerini hiçbir yanlış değil, hatalı değil. Ancak, karakterin kuruluşu; onu toplumun taleplerinin ötesine, ülke gerçekliğinin çok uzağına itiyor. O 'namuslu ve çalışkan' haliyle Samatya'da yaşamını yürütüyor. Ama anlattıkları çok eski hikâyeler gibi geliyor!..
Basri ile izleyeci arasında kurulan ilişki de tıpkı Spartakist işçi örneğinde olduğu gibi, emeğin karikatürize edilmesinin, yalnızca bir gülmece malzemesi haline getirilmesinin bir başka örneğini oluşturuyor. Basri, aynı zamanda, dizinin 'gizli kahramanlarından' Hanım'ın ağabeyisiyle de bütün tarihsel bağlarını koparmış durumda. Bu ayrıştırma, 68'i öncesinden ve sonrasından bağımsız düşünmenin, onun sürekliliğinin ve bugün aldığı biçimlerin üzerinin örtülmesinin de bir dayanağını oluşturuyor. Bu tarihsel kopukluk, bugünün 'devrimcisi'nin halktan kopuk, söyledikleri doğru ama artık hükmü kalmamış eski olan bir karakter olarak sunulmasının yolunu açıyor. Bütün karakterleri bu dünyanın halleriyle iç içe geçmiş olan dizide, bilinçli emekçi 'sanal bir kahraman' olmaktan öteye gidemiyor.
Yeni Dünya Düzeni'nin, emek değerleri ve sosyalizm için ürettiği "Doğruydu ama olmadı, olmayacak" söylemi "İkinci Bahar"da bir bilinçaltı refleksi olarak ortaya çıkıyor. Basri'nin söylediklerinin bugünkü dünyada gerçek bir karşılığının olmadığına dair kanı, senaryo yazarının, yönetmenin elinde şekillenerek ortaya 'karikatür' bir tip çıkmasına neden oluyor.
Dizi, 'sıradan' emekçilerin gündelik hayatlarını aktarırkenki 'nesnelliğini', 'bilinçlenmiş' olanları için kullanmaktan geri duruyor. Geçmişi bir 'anı'dan ibaret kurduğu için, gelecek ile ilgili söz söylemekte zorlanıyor!

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Şireci Tekstil 2023’te vergi öncesi kârı 1.6 milyar TL ama 2023’te hiç vergi ödemedi. İşçilere teklifi yüzde 30 zam.

Karafiber 2023’te 6.6 milyar TL değerinde net satış geliri elde etti. Bu satışlardan “kâr etmediğini” öne sürerek vergi ödemedi.

Yalçın Kardeşler Halı 2023’te kendi beyanıyla 44.4 milyon TL vergiye esas kâr elde etti. İşçilere yüzde 34 zam dayatıyor.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
RTÜK Başkanı “Ülkemizde olumlu olaylar olmuyormuş gibi haber servis ediliyor” deyip ‘yandık’, ‘bittik’ haberleriyle karamsarlık aşılandığını savundu, ceza tehdidinde bulundu.

Evrensel'i Takip Et