1 Mayıs 2000 21:00
Bağımsızlık ve demokrasi için 1 Mayıs!
Bağımsızlık ve demokrasi için 1 Mayıs!
İşçiler demokrasiyi tanımladı
İskender Bayhan
Pazartesi; haftanın ilk işgünü...
1 Mayıs'ın, işçi sınıfının uluslararası birlik, mücadele ve dayanışma günü olduğunu ve işçilerin bu güne damgasını vurması gerektiğini düşünen herkesin en çok uğraştığı, çabaladığı şey; haftanın ilk işgününe denk gelen 1 Mayıs'a işçilerin kitlesel katılımını sağlamaktı.
Dün, bu uğraşın, çabanın ve çalışmanın boşa gitmediği görüldü.
Onbinlerce işçi ve emekçi, 2000 yılının ilk 1 Mayısı'nın yaşandığı alanlardan biri olan İstanbul Çağlayan Meydanı'nda buluştu. 1 Mayıs Marşı eşliğinde; taşıdıkları pankartlarda, dövizlerde ve giydikleri önlüklerde yazılı talepleriyle, adına ve tarihine yakışır bir 1 Mayıs gösterisi yaptılar. Belediyeler, tersaneler, taşımacılar, karayolları, metal ve petrol işçileri, haberleşme, deri ve çeşitli hizmet işkollarında çalışan işçiler üretimden gelen güçlerini kullanarak, işbırakıp çıkmışlardı alana.
Sadece, adına ve tarihine yakışır bir 1 Mayıs kutlanmadı; aynı zamanda işçiler memleketin en çok tartışılan konusunu; 'demokrasi meselesi'ni de pratik olarak açıklığa kavuşturdular.
Günümüz demokrasi tartışmalarının, "sağ"dan ve "sol"dan, "sivil" ve "resmi" tarafları olanlara karşı "gerçek demokrasi"nin tanımını kol ve beyin güçleriyle yaptılar. MAI, MIGA, tahkim, Avrupa Birliği ve özelleştirmeye karşı bağımsızlık isteğini; sendikasızlaştırma, taşeronlaştırma, işsizlik, işgüvencesi, toplusözleşmeler vb. talepleriyle de hak ve demokrasi isteğini dile getirdiler. Bunları kapsamayan bir demokrasi tartışmasının, tanımının ve talebinin kendileri açısından ne kadar anlamsız olduğunu gösterdiler.
Birçok konuda yapılan çeşitli ideolojik tartışma, sapma ve saptırmaya karşı, ülkeyi ve dünyayı değiştirecek devrimci gücün, demokrasiyi getirecek toplumsal dinamiğin işçi sınıfı olduğu gerçeğini pratikte bir kez daha yeniden ürettiler. Bu anlamda birçok meseleye açıklık getiriyor ve yanıt veriyorlardı.
Ancak bunlardan gündemde en çok yer işgal edenlerini; bağımsızlık ve demokrasiyi, dostun ve düşmanın gözüne sokarcasına pankartlarına, dövizlerine ve göğüslerine yazmışlar, dillerine dolamışlardı.
ÖDP gibi "sağ"dan gidenler, çeşitli dergi çevreleri gibi "sol"dan gidenler ve dahası CHP gibi, parlamentoya giremeyince "emeğin en yüce değer" olduğunu yeniden hatırlayanlar(!); işçi sınıfı ve emekçilerin ve taleplerinin olmadığı bir bağımsızlık ve demokrasi mücadelesinin de aslında olmadığı, olamayacağı gerçeğini görmüş gibiydiler.
Samimiyetleri ve gördüklerini nereye bağladıkları elbette ki kuşkuludur. Ancak, yıllardır bazı değerleri unutan, unutmayanları "eski kafalı", "çağı anlayamayan" vb. nitelemelerle tarihte kalmakla suçlayanlar açısından da öğretici bir tablo oluşturuyordu 1 Mayıs alanı.
İşçi sınıfı ve emekçiler tarafından, bir 'sınıf terbiyesi' yaşatıldığı muhakkak.
Kısacası çok şeyi gösteriyor, çok şeyi hatırlatıyor ve öğretiyordu... Sadece İstanbul'da mı? Türkiye ve dünyanın dört bir yanında.
Tabii ki bağımsızlık ve demokrasiden anlayan için!
'Dinozor' geçidi
Hakkı Özdal
Dünya 2000'e, zaten on küsur yıldır dinlemekte olduğu şatafatlı globalleşme teorilerinin basıncı altında girmişti. Yeni bir binyılı, 'yeni' bir dünya düzeninin ambalajıyla süslenmiş bir koca yalan paketi halinde ve belli başlı 'öngörü'lerin dayatmasıyla karşılamıştı...
İşçi sınıfının tarihe karışma sürecinin, bilgi teknolojisi aracılığıyla hızlanacağı...
E, dolayısıyla sınıf savaşımlarının sona ermişliğinin kalıcı olarak kanıtlanacağı...
Uluslararası, sermaye, mal ve hizmet dolaşımının; ulusal kategorileri yok etmekte ve yerine 'küresel' (dünyanın geometrik şekli kastediliyor) bir liberal hakimiyet kurmakta olduğu...
vs., vs., vs...
İşte o 2000 yılının beşinci ayının birinci günü, bu bakımdan önemliydi.
Nitekim;
Uluslararası tahkim sözleşmeleri; MAI, MIGA gibi emperyalist korsanlık teşkilatları; yaygın bir ekonomik uygulama ve ideolojik eğilim olarak özelleştirme; burjuva sınıfının hummalı faaliyetleri olarak gözlenirken; ve 'yeni' dünyanın başat gündemi olarak selamlanırken; işçi sınıfının küçük-büyük, yerel-ulusal, ekonomik-politik, direnişleri, ya tamamen görmezden geliniyor ya da olabildiğince önemsizleştiriliyordu.
1 Mayıs 2000 sabahı, bütün dünyada olduğu gibi Türkiye'de de, böyle bir genel atmosferde başladı. İşçi sınıfının, politik ve hatta nicel varlığının inkâr edilmek istendiği bir dönemde, işçiler, onbinler halinde bir araya geldiler ve sonsuza dek yadsınması gerekenin kim olduğunu gösterdiler. Bu bakımdan, 1 Mayıs 2000 de, tıpkı 1 Mayıs 1999 gibi, bir 'her şeye rağmen' şarkısıydı. İşçi sınıfı, sınıf mücadelesi, devrim, sosyalizm, kurtuluş, özgürlük gibi kavramları dile getirenlerin, 'eski tüfek', 'dinozor', 'fosil' gibi, dahiyane buluşlarla uydurulmuş isimler takılarak 'taltif' edildiği bir zamanda; ezici çoğunluğunu gençlerin oluşturduğu bir 'boyun eğmeme' geçidiydi.
1 Mayıs 2000; bütün teknik, mali, idari, askeri olanaklarına rağmen, emperyalistler ve işbirlikçilerinin oluşturduğu kampın, şımarık propagandalara rağmen sıradanlaştıramadığı onbinlerce emekçinin varlığını bir kez daha kanıtladı. Geride başka onbinlerce emekçiyle birlikte, asla sıradanlaştırılamayacak bir dünya olduğunu da.
Ve yine 2000 1 Mayısı, İstanbul'daki görünümüyle, bir başka ilerlemeyi daha işaret ediyordu. Mümkün olan en geniş bezlerin üstüne, bensever tutkularla, yaldızlı boyalarla yazılan grup isimleri, 'Biz, biz, biz!' diye başlayan ve, o 'biz' diye tarif edilenlerin öncü bir eyleminin müjdesiyle (!) sona eren sloganlar, iddialı sahipleri tarafından -neredeyse- terk edilmişti. Önceki yıllarda, 'henüz bilinçlenmemiş', 'öncüsünü bulamamış' işçilere münhasır kabul ettikleri ve 'atanı' da 'attıranı' da reformist yapan, antiemperyalist, bağımsızlıkçı sloganları, gündemleri haline getirmişlerdi. Bol orak-çekiçli, bol 'biz'li 'ateşleme'lerin yerini, halkın ve sınıfın bu öncelikli talepleri alır olmuştu. Elbette bu da iyi. Hiç yoktan iyi...
Gelirler, gelirler... Geldiler...
Barış Avşar
Otobüsün fren balataları bir gerilip bir boşalıyordu. Kilolarından yana sıkıntılı olduğu belli şoförün alnından, sabah güneşinin hediyesi ter damlacıkları ince ince yollar yaparak boynuna dökülüyordu.
Hangi yollar kapalıydı acaba? Görünen o ki otobüsün içinde bulunduğu da dahil çevrede ne kadar yol varsa kapanmıştı! Otobüs genel eğilimini bildirdi: Kapıları açalım kaptan!
Kapılar açılsın ki otobüsle yarım saatte gidileceği belli yolu hızlı adımlarla on dakikada yürüyelim!..
Açıldı kapılar arkada kaptanı ve sabah mahmurluğuyla ortalıktaki cümbüş arasında gözleri kayıp duran bir kısım yolcular hariç herkes aşağı atladı. Ellerde dövizler...
17 Ağustos'un enkazını enkaz devlet kaldıramaz!
Hızlı adımlar çoğaldı bayırdan aşağılara aktı; 'gömlek düğmesi açıp içine bakan' lacivertli adamların kalabalığı arasından taa aşağılara...
Trafik keşmekeşinin devam ettiği, nicelerinin yollarda kilitlendiği haberleri çalınıyordu kortejlerin ilk kitlesinin kulaklarına... Kimi ilçelerde otobüslerin arandığı, gözaltıların olduğu da duyuldu sonra sonra. Gelirler gelirler... Daha çok gelirler!
Geç olan güç olmadı, onar onar, yüzer yüzer bayırlardan aşağıya koşanlar bin olup, on bin olup girdiler alana... Günlerdir kararıp duran gökyüzünün gülen yüzüne doğru patladı slogan...
İşçilerin birliği sermayeyi yenecek!
Kürsünün önüne ilk gelenler ilk anonsu duydular: Alanı doldurduk arkadaşlar ama onbinler hâlâ buraya doğru geliyor!
İşini bırakıp gelen işçiler, 'okulu kırma' gerekçelerinin en güzeline sahip öğrenciler, kadınlar... Birbirlerine yer açarak yüzlerini kürsüye döndüler...
"İşçi dostu simitçi" bu unvanını işçilere duyurarak tezgâhı boşaltmaya çalışırken ak bezin üstünde dostlarının söylediklerini okudu...
IMF tersanelerden elini çek!
I-M-F, M-A-I, Y-Ö-K en çok yan yana gelen harfler sloganlarda...
Tersanelerden çekilin! Okullardan çekilin! Fabrikalardan, hastanelerden, atölyelerden çekilin!
Onlar, geldiler!..
Cüretin, bilincin, renkliliğin gençleri
Engin Esen
Sabahın erken saatlerinden itibaren Şişli civarındaki otobüs duraklarında, parklarda, kavşaklarda kalabalık genç insan toplulukları buluşmaya başlamıştı. Sohbet ediyor, şakalaşıyor, her yeni gelen arkadaşlarına imalı imalı niye geç geldiğini soruyorlardı. Aralarından ayrılan birer ikişer kişi, yürüyüş güzergâhındaki toplanmaları gözetlemeye gidiyor, sonra da arkadaşlarına gelenleri haber veriyorlardı. Alana saatinden önce girmek istemiyorlar, sendika ve siyasi partileri bekliyorlardı. Bu hareketleri kamufle olma gayretiymiş gibi gözükse de, aslında öyle bir dertleri olmadığı sakinliklerinden ve doğallıklarından anlaşılıyordu. Cüretliydiler! Bu sakinlikleri az sonraki sloganlara, halaylara, coşkuya hazırlıktı.
Hemen her kortejde bir o yana bir bu yana bakan genç insan yüzleri, onların ince ama diri sesleri ağırlıktaydı. Siyasi partilerin, dergi çevrelerinin, bağımsız gençlik grubu kortejlerinin yanında, mesleki örgütlerde de gençlerin sayısındaki artış dikkat çekiyordu. Eğitim-Sen kortejindeki öğretmen adayı üniversiteliler, TMMOB kortejindeki mühendis ve mimar adaylarının yanında; sendika, siyasi parti, dergi çevresi fark etmeksizin tüm kortejler arasındaki her boşluğu fırsat bilip oraya yerleşen liseliler bunun ifadesiydi. Hangi kortej içinde olursa olsun, gençliklerinden bir şey yitirmiyor, özlemlerini ifade eden her slogana, önceden belirlenmiş olsun olmasın, katılıyorlardı.
1996 harç eylemleri dönemini anımsatan hareket ve sloganlarıyla, 'yakın zaman nostaljisini' erkenden yapan birkaç üniversiteli gençlik grubu da, mitingin eğlenceli ve renkli yanını oluşturuyordu.
Cüretin, bilincin, coşkunun, içini içine sığdıramazlığın, renkliliğin sahibi bir gençlik vardı, 2000 1 Mayısı'nda...
Düşünce, emek, özgürlük!
Şenay Aydemir
Şimdi ne gerek vardı!
Bir bahar gününün beyinleri kavuran sıcağında, sendikalarının pankartı ardında, ellerinde yitirdikleri arkadaşlarının fotoğrafları, dövizlerinde şiirleriyle işçilerin arasına katılmaya!
Halbuki sıcak koltuklarında, soğuk meşrubatlarını içip televizyondan izledikleriyle de yetinebilirlerdi. Kim bilir belki, eski günlerin hatırına birkaç satır yazı bile yazabilirlerdi. Alandaki coşku gözlerini buğulandırır, içlerinde küçük depremler yaratır ve yeni görüntüler yakalamak için televizyon kanallarını dolanırdı gözleri.
Akşam bir mekânda dostlarıyla buluşur, eylemlerin içeriğinden, 'sınıftan, demokrasiden, emekten' bahseder, birbirlerinin gönlünü alırlardı.
Sonra ertesi gün kalkar, yıllardır aldıkları gazetelerini alır, bir göz atarlardı haberlere, tespitleri ne kadar doğru, ne kadar yanlış diye!
Ama öyle yapmadılar!
Sabah erken kalktılar, çünkü bayrama hazırlanacaklardı. Kitaplarını doldurdular çantalarına. Hazırladıkları pankartları, dövizleri son kez kontrol ettiler. Aralarından ayrılan dostlarının fotoğraflarını yapıştırdılar karton kâğıtlara. Dünden hazırladıkları, üzerinde şiirleri yazan dövizlerini yerleştirdiler torbalara. Giyindiler, süslendiler ve dostlarıyla buluşmaya gittiler.
Gün, 1 Mayıs'tı!
Gün, şenlikti!
Gün, kol gücü ve düşünce gücünün bir arada olacağı, taleplerin birlikte haykırılacağı gündü.
Türkiye Yazarlar Sendikası pankartı ardına geçen bir grup aydın, dün 1 Mayıs alanında sınıfın arasında yerlerini aldı. Onlarla birlikte marşlar söyledi, sloganlar attı. Birlikte yürüdü. Kendilerini işçi sınıfının birer parçası gibi gören yazar, çizer ve şairler, hem kendi talepleriyle hem de işçilerin talepleriyle alandaydılar. Ve yarattıkları sloganlarıyla: "Düşünce, emek, özgürlük!"
Arama noktasında polislerin Yılmaz Güney posterine ve Yunanistanlı Şair Yannis Ritsos'un şiirine gösterdiği tahammülsüzlük sendika pankartının ardındaki aydınlık yüzlerden birisinin söylediğini doğrular gibiydi: "Düşünce özgür olmadan emek özgürleşmez; emek özgürleşmeden düşünce özgür olamaz!"
İşçiler demokrasiyi tanımladı
İskender Bayhan
Pazartesi; haftanın ilk işgünü...
1 Mayıs'ın, işçi sınıfının uluslararası birlik, mücadele ve dayanışma günü olduğunu ve işçilerin bu güne damgasını vurması gerektiğini düşünen herkesin en çok uğraştığı, çabaladığı şey; haftanın ilk işgününe denk gelen 1 Mayıs'a işçilerin kitlesel katılımını sağlamaktı.
Dün, bu uğraşın, çabanın ve çalışmanın boşa gitmediği görüldü.
Onbinlerce işçi ve emekçi, 2000 yılının ilk 1 Mayısı'nın yaşandığı alanlardan biri olan İstanbul Çağlayan Meydanı'nda buluştu. 1 Mayıs Marşı eşliğinde; taşıdıkları pankartlarda, dövizlerde ve giydikleri önlüklerde yazılı talepleriyle, adına ve tarihine yakışır bir 1 Mayıs gösterisi yaptılar. Belediyeler, tersaneler, taşımacılar, karayolları, metal ve petrol işçileri, haberleşme, deri ve çeşitli hizmet işkollarında çalışan işçiler üretimden gelen güçlerini kullanarak, işbırakıp çıkmışlardı alana.
Sadece, adına ve tarihine yakışır bir 1 Mayıs kutlanmadı; aynı zamanda işçiler memleketin en çok tartışılan konusunu; 'demokrasi meselesi'ni de pratik olarak açıklığa kavuşturdular.
Günümüz demokrasi tartışmalarının, "sağ"dan ve "sol"dan, "sivil" ve "resmi" tarafları olanlara karşı "gerçek demokrasi"nin tanımını kol ve beyin güçleriyle yaptılar. MAI, MIGA, tahkim, Avrupa Birliği ve özelleştirmeye karşı bağımsızlık isteğini; sendikasızlaştırma, taşeronlaştırma, işsizlik, işgüvencesi, toplusözleşmeler vb. talepleriyle de hak ve demokrasi isteğini dile getirdiler. Bunları kapsamayan bir demokrasi tartışmasının, tanımının ve talebinin kendileri açısından ne kadar anlamsız olduğunu gösterdiler.
Birçok konuda yapılan çeşitli ideolojik tartışma, sapma ve saptırmaya karşı, ülkeyi ve dünyayı değiştirecek devrimci gücün, demokrasiyi getirecek toplumsal dinamiğin işçi sınıfı olduğu gerçeğini pratikte bir kez daha yeniden ürettiler. Bu anlamda birçok meseleye açıklık getiriyor ve yanıt veriyorlardı.
Ancak bunlardan gündemde en çok yer işgal edenlerini; bağımsızlık ve demokrasiyi, dostun ve düşmanın gözüne sokarcasına pankartlarına, dövizlerine ve göğüslerine yazmışlar, dillerine dolamışlardı.
ÖDP gibi "sağ"dan gidenler, çeşitli dergi çevreleri gibi "sol"dan gidenler ve dahası CHP gibi, parlamentoya giremeyince "emeğin en yüce değer" olduğunu yeniden hatırlayanlar(!); işçi sınıfı ve emekçilerin ve taleplerinin olmadığı bir bağımsızlık ve demokrasi mücadelesinin de aslında olmadığı, olamayacağı gerçeğini görmüş gibiydiler.
Samimiyetleri ve gördüklerini nereye bağladıkları elbette ki kuşkuludur. Ancak, yıllardır bazı değerleri unutan, unutmayanları "eski kafalı", "çağı anlayamayan" vb. nitelemelerle tarihte kalmakla suçlayanlar açısından da öğretici bir tablo oluşturuyordu 1 Mayıs alanı.
İşçi sınıfı ve emekçiler tarafından, bir 'sınıf terbiyesi' yaşatıldığı muhakkak.
Kısacası çok şeyi gösteriyor, çok şeyi hatırlatıyor ve öğretiyordu... Sadece İstanbul'da mı? Türkiye ve dünyanın dört bir yanında.
Tabii ki bağımsızlık ve demokrasiden anlayan için!
'Dinozor' geçidi
Hakkı Özdal
Dünya 2000'e, zaten on küsur yıldır dinlemekte olduğu şatafatlı globalleşme teorilerinin basıncı altında girmişti. Yeni bir binyılı, 'yeni' bir dünya düzeninin ambalajıyla süslenmiş bir koca yalan paketi halinde ve belli başlı 'öngörü'lerin dayatmasıyla karşılamıştı...
İşçi sınıfının tarihe karışma sürecinin, bilgi teknolojisi aracılığıyla hızlanacağı...
E, dolayısıyla sınıf savaşımlarının sona ermişliğinin kalıcı olarak kanıtlanacağı...
Uluslararası, sermaye, mal ve hizmet dolaşımının; ulusal kategorileri yok etmekte ve yerine 'küresel' (dünyanın geometrik şekli kastediliyor) bir liberal hakimiyet kurmakta olduğu...
vs., vs., vs...
İşte o 2000 yılının beşinci ayının birinci günü, bu bakımdan önemliydi.
Nitekim;
Uluslararası tahkim sözleşmeleri; MAI, MIGA gibi emperyalist korsanlık teşkilatları; yaygın bir ekonomik uygulama ve ideolojik eğilim olarak özelleştirme; burjuva sınıfının hummalı faaliyetleri olarak gözlenirken; ve 'yeni' dünyanın başat gündemi olarak selamlanırken; işçi sınıfının küçük-büyük, yerel-ulusal, ekonomik-politik, direnişleri, ya tamamen görmezden geliniyor ya da olabildiğince önemsizleştiriliyordu.
1 Mayıs 2000 sabahı, bütün dünyada olduğu gibi Türkiye'de de, böyle bir genel atmosferde başladı. İşçi sınıfının, politik ve hatta nicel varlığının inkâr edilmek istendiği bir dönemde, işçiler, onbinler halinde bir araya geldiler ve sonsuza dek yadsınması gerekenin kim olduğunu gösterdiler. Bu bakımdan, 1 Mayıs 2000 de, tıpkı 1 Mayıs 1999 gibi, bir 'her şeye rağmen' şarkısıydı. İşçi sınıfı, sınıf mücadelesi, devrim, sosyalizm, kurtuluş, özgürlük gibi kavramları dile getirenlerin, 'eski tüfek', 'dinozor', 'fosil' gibi, dahiyane buluşlarla uydurulmuş isimler takılarak 'taltif' edildiği bir zamanda; ezici çoğunluğunu gençlerin oluşturduğu bir 'boyun eğmeme' geçidiydi.
1 Mayıs 2000; bütün teknik, mali, idari, askeri olanaklarına rağmen, emperyalistler ve işbirlikçilerinin oluşturduğu kampın, şımarık propagandalara rağmen sıradanlaştıramadığı onbinlerce emekçinin varlığını bir kez daha kanıtladı. Geride başka onbinlerce emekçiyle birlikte, asla sıradanlaştırılamayacak bir dünya olduğunu da.
Ve yine 2000 1 Mayısı, İstanbul'daki görünümüyle, bir başka ilerlemeyi daha işaret ediyordu. Mümkün olan en geniş bezlerin üstüne, bensever tutkularla, yaldızlı boyalarla yazılan grup isimleri, 'Biz, biz, biz!' diye başlayan ve, o 'biz' diye tarif edilenlerin öncü bir eyleminin müjdesiyle (!) sona eren sloganlar, iddialı sahipleri tarafından -neredeyse- terk edilmişti. Önceki yıllarda, 'henüz bilinçlenmemiş', 'öncüsünü bulamamış' işçilere münhasır kabul ettikleri ve 'atanı' da 'attıranı' da reformist yapan, antiemperyalist, bağımsızlıkçı sloganları, gündemleri haline getirmişlerdi. Bol orak-çekiçli, bol 'biz'li 'ateşleme'lerin yerini, halkın ve sınıfın bu öncelikli talepleri alır olmuştu. Elbette bu da iyi. Hiç yoktan iyi...
Gelirler, gelirler... Geldiler...
Barış Avşar
Otobüsün fren balataları bir gerilip bir boşalıyordu. Kilolarından yana sıkıntılı olduğu belli şoförün alnından, sabah güneşinin hediyesi ter damlacıkları ince ince yollar yaparak boynuna dökülüyordu.
Hangi yollar kapalıydı acaba? Görünen o ki otobüsün içinde bulunduğu da dahil çevrede ne kadar yol varsa kapanmıştı! Otobüs genel eğilimini bildirdi: Kapıları açalım kaptan!
Kapılar açılsın ki otobüsle yarım saatte gidileceği belli yolu hızlı adımlarla on dakikada yürüyelim!..
Açıldı kapılar arkada kaptanı ve sabah mahmurluğuyla ortalıktaki cümbüş arasında gözleri kayıp duran bir kısım yolcular hariç herkes aşağı atladı. Ellerde dövizler...
17 Ağustos'un enkazını enkaz devlet kaldıramaz!
Hızlı adımlar çoğaldı bayırdan aşağılara aktı; 'gömlek düğmesi açıp içine bakan' lacivertli adamların kalabalığı arasından taa aşağılara...
Trafik keşmekeşinin devam ettiği, nicelerinin yollarda kilitlendiği haberleri çalınıyordu kortejlerin ilk kitlesinin kulaklarına... Kimi ilçelerde otobüslerin arandığı, gözaltıların olduğu da duyuldu sonra sonra. Gelirler gelirler... Daha çok gelirler!
Geç olan güç olmadı, onar onar, yüzer yüzer bayırlardan aşağıya koşanlar bin olup, on bin olup girdiler alana... Günlerdir kararıp duran gökyüzünün gülen yüzüne doğru patladı slogan...
İşçilerin birliği sermayeyi yenecek!
Kürsünün önüne ilk gelenler ilk anonsu duydular: Alanı doldurduk arkadaşlar ama onbinler hâlâ buraya doğru geliyor!
İşini bırakıp gelen işçiler, 'okulu kırma' gerekçelerinin en güzeline sahip öğrenciler, kadınlar... Birbirlerine yer açarak yüzlerini kürsüye döndüler...
"İşçi dostu simitçi" bu unvanını işçilere duyurarak tezgâhı boşaltmaya çalışırken ak bezin üstünde dostlarının söylediklerini okudu...
IMF tersanelerden elini çek!
I-M-F, M-A-I, Y-Ö-K en çok yan yana gelen harfler sloganlarda...
Tersanelerden çekilin! Okullardan çekilin! Fabrikalardan, hastanelerden, atölyelerden çekilin!
Onlar, geldiler!..
Cüretin, bilincin, renkliliğin gençleri
Engin Esen
Sabahın erken saatlerinden itibaren Şişli civarındaki otobüs duraklarında, parklarda, kavşaklarda kalabalık genç insan toplulukları buluşmaya başlamıştı. Sohbet ediyor, şakalaşıyor, her yeni gelen arkadaşlarına imalı imalı niye geç geldiğini soruyorlardı. Aralarından ayrılan birer ikişer kişi, yürüyüş güzergâhındaki toplanmaları gözetlemeye gidiyor, sonra da arkadaşlarına gelenleri haber veriyorlardı. Alana saatinden önce girmek istemiyorlar, sendika ve siyasi partileri bekliyorlardı. Bu hareketleri kamufle olma gayretiymiş gibi gözükse de, aslında öyle bir dertleri olmadığı sakinliklerinden ve doğallıklarından anlaşılıyordu. Cüretliydiler! Bu sakinlikleri az sonraki sloganlara, halaylara, coşkuya hazırlıktı.
Hemen her kortejde bir o yana bir bu yana bakan genç insan yüzleri, onların ince ama diri sesleri ağırlıktaydı. Siyasi partilerin, dergi çevrelerinin, bağımsız gençlik grubu kortejlerinin yanında, mesleki örgütlerde de gençlerin sayısındaki artış dikkat çekiyordu. Eğitim-Sen kortejindeki öğretmen adayı üniversiteliler, TMMOB kortejindeki mühendis ve mimar adaylarının yanında; sendika, siyasi parti, dergi çevresi fark etmeksizin tüm kortejler arasındaki her boşluğu fırsat bilip oraya yerleşen liseliler bunun ifadesiydi. Hangi kortej içinde olursa olsun, gençliklerinden bir şey yitirmiyor, özlemlerini ifade eden her slogana, önceden belirlenmiş olsun olmasın, katılıyorlardı.
1996 harç eylemleri dönemini anımsatan hareket ve sloganlarıyla, 'yakın zaman nostaljisini' erkenden yapan birkaç üniversiteli gençlik grubu da, mitingin eğlenceli ve renkli yanını oluşturuyordu.
Cüretin, bilincin, coşkunun, içini içine sığdıramazlığın, renkliliğin sahibi bir gençlik vardı, 2000 1 Mayısı'nda...
Düşünce, emek, özgürlük!
Şenay Aydemir
Şimdi ne gerek vardı!
Bir bahar gününün beyinleri kavuran sıcağında, sendikalarının pankartı ardında, ellerinde yitirdikleri arkadaşlarının fotoğrafları, dövizlerinde şiirleriyle işçilerin arasına katılmaya!
Halbuki sıcak koltuklarında, soğuk meşrubatlarını içip televizyondan izledikleriyle de yetinebilirlerdi. Kim bilir belki, eski günlerin hatırına birkaç satır yazı bile yazabilirlerdi. Alandaki coşku gözlerini buğulandırır, içlerinde küçük depremler yaratır ve yeni görüntüler yakalamak için televizyon kanallarını dolanırdı gözleri.
Akşam bir mekânda dostlarıyla buluşur, eylemlerin içeriğinden, 'sınıftan, demokrasiden, emekten' bahseder, birbirlerinin gönlünü alırlardı.
Sonra ertesi gün kalkar, yıllardır aldıkları gazetelerini alır, bir göz atarlardı haberlere, tespitleri ne kadar doğru, ne kadar yanlış diye!
Ama öyle yapmadılar!
Sabah erken kalktılar, çünkü bayrama hazırlanacaklardı. Kitaplarını doldurdular çantalarına. Hazırladıkları pankartları, dövizleri son kez kontrol ettiler. Aralarından ayrılan dostlarının fotoğraflarını yapıştırdılar karton kâğıtlara. Dünden hazırladıkları, üzerinde şiirleri yazan dövizlerini yerleştirdiler torbalara. Giyindiler, süslendiler ve dostlarıyla buluşmaya gittiler.
Gün, 1 Mayıs'tı!
Gün, şenlikti!
Gün, kol gücü ve düşünce gücünün bir arada olacağı, taleplerin birlikte haykırılacağı gündü.
Türkiye Yazarlar Sendikası pankartı ardına geçen bir grup aydın, dün 1 Mayıs alanında sınıfın arasında yerlerini aldı. Onlarla birlikte marşlar söyledi, sloganlar attı. Birlikte yürüdü. Kendilerini işçi sınıfının birer parçası gibi gören yazar, çizer ve şairler, hem kendi talepleriyle hem de işçilerin talepleriyle alandaydılar. Ve yarattıkları sloganlarıyla: "Düşünce, emek, özgürlük!"
Arama noktasında polislerin Yılmaz Güney posterine ve Yunanistanlı Şair Yannis Ritsos'un şiirine gösterdiği tahammülsüzlük sendika pankartının ardındaki aydınlık yüzlerden birisinin söylediğini doğrular gibiydi: "Düşünce özgür olmadan emek özgürleşmez; emek özgürleşmeden düşünce özgür olamaz!"
Evrensel'i Takip Et