01 Mayıs 2000 21:00

Erkekler ağlamaz, ağlatır!

Sona eren Uluslararası İstanbul Film Festivali'nde gösterilen ve ardından sinemalarda gösterime giren "Boy's Don't Cry" (Erkekler Ağlamaz), erkeklerin dünyasında var olmaya çalışan bir kadının 'dramatik' öyküsünü anlatıyor.

Paylaş
Erkekler ağlamaz, ağlatır!
Şenay Aydemir
Sona eren Uluslararası İstanbul Film Festivali'nde gösterilen ve ardından sinemalarda gösterime giren "Boy's Don't Cry" (Erkekler Ağlamaz), erkeklerin dünyasında var olmaya çalışan bir kadının 'dramatik' öyküsünü anlatıyor.
Yönetmenliğini Kimberly Peirce'nin gerçekleştirdiği film, '90'lı yılların başında Amerika'nın alt sınıflarına uzattığı kamerası ve yalın anlatımıyla, 'erkek olma' durumlarını anlatıyor. Gerçek bir hikâyeden yola çıkarak çekilen film kendi deyimiyle 'cinsel kimlik bunalımı' olan bir kadının öyküsünü taşıyor beyazperdeye.
Brandon Teena, Nebraska'nın Falls City kentine yeni gelmiş bir genç kız. Ancak kendisini erkek gibi hisseden Teena, saçlarını kısa keserek, erkek elbiseleri giyerek, göğüslerini sararak ve pantolonunun içine çorap koyarak bir erkek gibi davranıyor. Erkek gibi düşünüyor, erkek gibi yaşıyor ve kadınları baştan çıkarıyor. Onu sapkınlıkla suçlayan ev arkadaşının "Neden böyle yapıyorsun" sorusuna cevabı ise sorunun tartışılma alanını genişletiyor: "Çünkü ben lezbiyen değilim."
Brandon adını alan Teena, gerçekten erkek ruhu taşıdığını düşünüyor ve kadınlara olan ilgisi de bu görüşten kaynaklanıyor.
Tesadüf eseri tanıştığı bir grubun peşine takılan ve onlarla birlikte yaşamaya başlayan Brandon'ın öyküsü de bu aşamadan sonra, daha bir trajik durum kazanıyor.
Kendisini erkek olarak kabul ettiği bu yeni cemaat, Amerikan toplumunun 'tortusu' sayılabilecek, işsiz-güçsüz, uyuşturucuya, suç işlemeye pek de yabancı olmayan bir topluluk. Kadınların ancak 'erkeğiyle tanımlandığı' bu toplulukta Bradon'un var olması şüphesiz fazladan bir çaba da gerektiriyor. Her şeyden önce kadın olduğunu saklmayı başarmalı, erkek gibi davranmalı, şüphe uyandırmamalı ve erkekçe gösterilerden alnının akıyla çıkmalı!
Filmin asıl gerilim noktası ve güçlü yanı da bu gelişmelerden sonra ortaya çıkıyor. Brandon'ın yeni arkadaşlarından bir kadınla olan birlikteliği, 'erkek' dünyasında aldığı riskin artmasına neden oluyor. Sevdiği kadının, ilk önce onu bir erkek olarak tanıması ve öyle ilgi göstermesinin ardından, daha sonraki süreçte 'susmayı', görmemezlikten gelmesi Brondon'ın durumunu düzeltse de, bir dizi tesadüf foyasının ortaya çıkmasına neden oluyor.
Amerikan toplumunun küçük bir prototipi olan bu topluluğun Brandon'ın cinsel kimliğinin açığa çıkmasıyla gösterdiği tepki, önemli bir tartışma konusunu da yeniden deşiyor. Erkek bir topluluğa, erkek özellikleriyle kabul edilen bir insan, topluluk kurallarının en hassas olanını çiğnediğinin farkına vardığında ise iş işten geçmiş oluyor artık. Topluluğun erkek üyeleri için onu küçük düşürmenin -hatta kadınların gözünde bile- en iyi yolunun 'cinsel kimliğini' teşhir etmek olduğunu kavramakta zorlanmıyorlar. Bu durum, yalnızca topluluğun diğer üyelerine değil aynı zamanda Brandon'ın bizzat kendisine kötü bir biçimde kavratılıyor: "Sen bir kadınsın ve kendini erkek gibi sunarak, erkeklerin gururunu incittin. Toplumsal davranış biçimlerimizi, hal ve hareketlerimizi, edamızı ve en önemlisi kadınlarımızı çaldın!"
Brandon'ın 'erkek dünyası'nın başına yıkıldığı an ise kuşkusuz, butün aile üyelerinin gözleri önünde 'çırılçıplak' bırakıldığı an; söylenmek istenen ise belli: "Sen bu bedenle asla erkek olamazsın."
Yönetmen Kimberly Peirce, bu durumu yalnızca bir topluluğun görüşü olmaktan çıkartarak, polis karakolunda geçen sorgulamada da Amerikan toplumunun genel durumunun bu olduğunu seyirciye hissettirmeyi başarıyor.
Peirce, filmin kahramanını bir cinsel kimlik olarak ele alsa da, asıl derdinin onun toplumsal durumu olmadığı açık. O kahramanın toplumda kabul görmemesiyle, ruhsal problemleriyle, cinsel tercihleriyle ilgilenmektense; yaşanılan bir hikâyeden yola çıkarak, 'erkek egemen' bir toplumun hassas noktalarını anlatmayı yeğliyor ve bunu başarıyor. Ve film, yine erkeklerin belirlediği 'dramatik' bir sonla noktalanıyor.
Amerikan bağımsız sinemasında son dönemin önemli örneklerinden birisi olan filmin, Brandon rolünde başarılı bir kompozisyon çizen Hilary Swank ile "En İyi Kadın Oyuncu Oscarı"nı kazandığnıı da belirtmek gerekiyor.
ÖNCEKİ HABER

Adana'da 3000 kişi

SONRAKİ HABER

Gergin ve 'tavır'lı ikinci tur

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...