09 Nisan 2000 21:00

Sait Faik öykülerinde insanlığın hali

Sait Faik Abasıyanık, çağdaş öykücülüğümüzün kurucularından sayılır. Onun öykücülüğünün en belirgin özelliği ise Türk öykücülüğüne yaşanılanı getirmiş olmasıdır.

Paylaş
Sait Faik öykülerinde insanlığın hali
Adnan Özyalçıner
Sait Faik'in öykücülüğünün en belirgin özelliği, Türk öykücülüğüne yaşanılanı getirmiş olmasıdır. Yaşanılan, düşünülen ve gözlemlenenlerden ayrılır. Düşünülen, tasarlanan yaşamın dışına taşabilir, hayallere karışabilir. Gözlemlemede ise yaşamaya seyirci olarak dıştan bakmak vardır. Yaşanılansa, yaşayışla iç içe olmak, yaşamayı kendinde duymaktır. Yaşamayı kendinde duyuş, Sait Faik'in öykülerinde anlattığı bütün kahramanlarının yaşamalarını da kapsar.
Sait Faik'in insanları
Sait Faik, öykülerinde genellikle kenti ve kent insanlarını anlatmıştır. Bu insanlar yoksul ve sıradan insanlardır. Onun öykülerinde bütün bir İstanbul vardır. Adalar'ı, denizi, Beyoğlu'su, Karaköy'ü, Köprü'sü, Sirkeci'si, Eminönü'sü, Balıkpazarı, Beyazıt'ı, Şehzadebaşı'sı, Aksaray'ı, Fatih'i, Atikali'si, Karagümrük'ü, Edirnekapı'sı, Surları ile içi dışı bütün bir İstanbul ve işçisi, memuru, esnafı, meyhanecisi, kahvecisi, balıkçıları ile mahalle insanları, namuslusu da namussuzu da dahil olmak üzere, bütün halkı yer alır.
Sınırsız bir insan sıcaklığı ve sevgisiyle anlattığı bu insanlar "bir takım insanlar"dır:
"Adam konuşuyordu. Tatlı munis bir Anadolu şivesiyle:
- Ağabey, dedi, buradan bana benzer bir takım adamlar geçti mi?
...
Bana benzer adamlar... Bütün insanlar birbirine aşağı yukarı benzemez mi? Bana benzer adamlar ne demekti.
Evet adamın hakkı vardı. Ona benzer adamlar, ötekilerinden kolaylıkla ayrılabilirdi. Kış günü bir şehirde insanlar palto, şapka giyer, ayaklarında fotin vardır. Belki paltolarının renkleri, şapkalarının kurdelaları ve alamerikan yahut alaturka şapkalarıyla birbirinden ayrılabilirler, icab ederse.
Bu adamın ne paltosu, ne şapkası, ne de ayakkabıları vardı. Buna mukabil sırtında mor pamuklu, yer yer, parça parça dökülen bir hırkası, belinde ipi, ayağında yazlık, tüy gibi bir pantolonu ve ayaklarında yine iplerle bağlanmış çuvalı..."
İstanbul'un bir yüzü buysa, gurbetçi işçilerin haliyse, öteki yüzü "Haritada Bir Nokta" olan adadır. Adanın yoksul insanlarıdır; balıkçılar, manavlar, arabacılar, garsonlar, ırgatlar, Adanın yaşlı ve kimsesiz yerlileri. Gerisi "Türk Ülkesi" öyküsündeki gibidir: Bir garip tabiat zevki ve insan zevksizliği ile uçup giden bir gemiye benzeyen ada." Burada yazlıkçıların eğlencelerinden sıkılır, şarkılarından, raspalarından hazzetmez. Adada balıkçılarla mutlu olmuştur Sait Faik. Kendisine mutluluk veren bu adada balıkçıların yaşayışı hiç de öyle değildir. Sait Faik, "Pay" öyküsünde emeğinin karşılığını almak için direnen bir balıkçıyı anlatır:
"Reis:
- O benim adamımdır. Tayfaya o karışır. Gelme, dedi miydi, gelemezsin. Yarın sabah görmiyeyim seni.
- N'olacak? İhya mı ediyorsunuz sanki. Başka bir kayığa giderim. Ama bugünkü hakkımı da isterim. Ufacık çocuklarla bir tutmayın adamı. Ben donunu bağlayamayan Hasan'la bir miyim? O da bir buçuk lira alsın ben de; bu hak mı?"
İnsanlığın hali
Sait Faik öykülerinde, anlattığı yoksul insanların uğradıkları haksızlıkların nedeninin emek-sermaye çelişkisine dayandığını "İnsanlığın Haline Doğru" öyküsünde bütün açıklığı ile görebiliriz. Sevgilime Mektuplar üst başlığını taşıyan dört öyküden oluşan bu bir demet öyküde, sevgilisine röportaj yapmak için gittiği Kazlıçeşme'deki deri fabrikalarını, burada çalışan işçileri, uğradıkları haksızlıkları, patronların ikiyüzlülüğünü, işçi ve işveren çelişkisini, ücret ve mesai sömürüsünü apaçık ortaya koyarak "insanlığın halini" anlatır. Dün olduğu gibi bugün de değişmeyen insanlığın halini.
Sıkıyönetimce yargılama
Bu yüzden Sait Faik de, gerçekleri yazan, haksızlıklara karşı çıkan, çelişkileri gösteren kuşağının bütün öteki yazarları gibi yargılanmaktan kurtulamaz. 1940'ta yayınlanan Şahmerdan adlı kitabında yer alan Çelme adlı öyküsü dolayısıyle, orduya hakaret gerekçesiyle, Sıkıyönetim Mahkemesi'nde yar-gılandı. Sonuçta aklandı. Öykü,
İkinci Dünya Savaşı yıllarında küçük bir kasabada, kasaba ileri gelenleriyle yönetici memurların eşlerinin pikniğe gidişlerini anlatır. Eşi subay olan kadının yanında topal bir emir eri vardır. Aç olan kasaba halkı bunlara saldırır. Çelmeyle topal askeri yere düşüren kalabalık, piknik yemeklerini yağmalayarak paylaşır.
Buna rağmen Sait Faik doğruları söylemekten vazgeçmeyecektir. 1944'te Medar-ı Maişet Motoru adıyla yayınlanan ilk romanı sıkıyönetimce toplatılır. 1952'de Birtakım İnsanlar adıyla yeniden yayınlanır.
Sait Faik'e göre
Yazarın sorumluluğunu bir konuşmasında şu sözleriyle açıklar:
"... bugünün yazıcısının üzerine büyük bir sorum yüklenmiştir. Bu sorum yalnız ve yalnız doğru görüp doğruyu yazmaktır."
Nasıl bir dünyada yaşamak istediğini de Ay Işığı adlı öyküsünde şöyle dile getirir:
"- Nasıl bir dünya mı? Haksızlıkların olmadığı bir dünya... İnsanların hepsinin mesut olduğu hiç olmazsa iş bulduğu, doyduğu bir dünya... Hırsızlıkların, başkalarının hakkına tecavüz etmelerin bol bol bulunmadığı... Pardon efendim! Bol bol bulunmadığı ne demek? Hiç bulunmadığı bir dünya...
Sevilmeye layık, küçücük kızların orospu olmadığı, geceleri hacıağaların, minicik kızları caddelerden yirmi beş lira pazarlıkla otellere götürmediği, her genç kızın namuslu bir delikanlı ile konuşabildiği, para için namus, ar, haya, hayat, gece gündüz satılmadığı bir dünya. Muhabbet tellallarının günde otuz lira kazanamadığı bir dünya... Sokaklarda sefillerin bulunmadığı bir dünya. Kafanın, kolun çalışabildiği zaman insanın muhakkak doyabildiği, eğlenebildiği bir dünya...
İçinde iyi şeyler söylemeğe, doğru şeyler söylemeğe selahiyetler kıvranan adamın korkmadan ve yanlış tefsir edilmeden bu bir şeyleri söyleyebildiği bir dünya..."
Sonuçta emeğin gücünün egemen olacağı mutlu bir geleceğe inanan Sait Faik, Semaver öyküsünde, bu mutlu geleceği bir fabrika işçisi olan Ali'nin gözünden şu satırlarla yansıtır:
"Kızarmış ekmek kokan odada semaver ne güzel kaynardı. Ali semaveri, içinde ne ızdırap, ne grev, ne de patron olan bir fabrikaya benzetirdi. Onda yalnız koku, buhar ve sabahın saadeti istihsal edilirdi (sabahın mutluluğu üretilirdi)."
ÖNCEKİ HABER

Hücre ölümdür!

SONRAKİ HABER

'Sokakları da zapt edeceğiz'

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa