20 Mart 2000 22:00

Türkiye, ırk ayrımcılığına karşı değil

21 Mart, Dünya Irk Ayrımcılığıyla Mücadele Günü. Ancak, Türkiye, BM Genel Kurulu tarafından 21 Aralık 1965 tarihinde kabul edilerek imzaya açılan...

Paylaş
Türkiye, ırk ayrımcılığına karşı değil
Uğur Oğuz
21 Mart, Dünya Irk Ayrımcılığıyla Mücadele Günü. Ancak, Türkiye, BM Genel Kurulu tarafından 21 Aralık 1965 tarihinde kabul edilerek imzaya açılan "Her Türlü Irk Ayrımcılığının Kaldırılmasına İlişkin Uluslararası Sözleşme"yi imzalamamakta hâlâ direniyor.
Sözleşmeye göre, taraf olan devletler, ırk ayrımına yol açacak her türlü kışkırtmayı ya da eylemi kökünden kazımak için etkili tedbirler almakla yükümlü kılınıyor.
Irk ayrımını destekleyen, kışkırtan propaganda çalışmalarının ve örgütlerin yasadışı ilan edilerek yasaklanmasının öngörüldüğü sözleşmede, bu türden örgütlere ve çalışmalara katılanların cezalandırılması da hükme bağlanıyor. Bu şekilde bakıldığında, üniversitelerde ve liselerde terör estiren ülkü ocaklarının ve MHP'nin örgütlenmesine izin verilmemesi ve dağıtılması gerekiyor. Ancak anlaşmayı imzalamaya yanaşmayan Türkiye'de, MHP hükümet ortağı! Sözleşme ile uzun bir haklar ve özgürlükler listesi yayınlanırken, listede bulunan konular arasında çalışma hakkı, sendikalara üye olma hakkı ve barınak bulma hakkı da yer alıyor.
Sözleşme neden hazırlandı?
Dünyadaki tüm insanların onuru ile eşitlik ilkelerine ve ırk, cinsiyet, din, dil ayrımı yapılmaksızın herkesin temel hak ve özgürlüklerine saygı gösterilmesini sağlamak üzere düzenlenen Irk Ayrımcılığına İlişkin Sözleşme, aynı zamanda 20 Kasım 1963 tarihli "Her Türlü Irk Ayrımcılığının Kaldırılması Birleşmiş Milletler Bildirgesi"nin ırk ayrımcılığının her biçim ve görünüşüyle kaldırılmasını öngören hükümleri de göz önünde bulundurularak hazırlanmış. Sözleşme, tüm insanların yasa önünde eşit olduğunu ve herhangi bir ayrıma ve ayrım kışkırtıcılığına karşı eşit olarak korunma hakkı olduğunu vurgulayarak, ırk engellerinin 'insan toplumu ideallerine' de ters düştüğünü dile getiriyor.
Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO)'nün 1958 yılında kabul ettiği Çalışma ve Meslek Ayrımcılığına İlişkin Sözleşme ile Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO)'nün 1960'ta kabul ettiği "Eğitimde Ayrımcılığa Karşı Sözleşme"yi de temel alarak hazırlanan Irk Ayrımcılığına İlişkin Sözleşme'nin gerekçeler kısmında, aynı zamanda, ırksal üstünlük ve düşmanlığa dayalı hükümet politikalarından kaygı duyulması sonucu sözleşmenin meydana geldiği söyleniyor. Sözleşmede ayrıca, ırk ayrımcılığının bilimsel açıdan yanlış, ahlakça kınanması gereken, toplumsal bakımdan haksız ve tehlikeli olduğuna dikkat çekilirken, herhangi bir kuram ve uygulamada ırk ayrımcılığını haklı gösterecek hiçbir dayanak bulunmadığına da vurgu yapılıyor.
Maddelerin Türkiye'yle ilişkisi
Daha 1. maddesinin 1. fıkrasında ırk ayrımcılığının, "ırk, renk, soy, ulus ya da etnik kökene dayalı herhangi bir ayrım, kısıtlama, dışlama ya da yeğlemede bulunulması" şeklinde tanımlandığı sözleşme, bu tanım ile Kürtlerin bu konulardaki taleplerinin inkârının, ırk ayrımcılığı olarak nitelenebileceğinin de delili sayılabilir. Zira, zamanında Genelkurmay'ın bilimsel açıdan pek itibar görmeyen tezleriyle "dağ Türkleri" oldukları ileri sürülen Kürtlerden, Başbakan Bülent Ecevit'in basına verdiği demeçlerde "Kürt kökenli vatandaşlar" olarak bahsetmesi bile ayrı bir etnik kökenden geldiklerinin ispatı sayılabilir. Kürtlerin ayrı bir etnik kökene sahip olduklarının belirlenmesi ışığında sözleşme dikkate alındığında, anadili üzerindeki kısıtlamalar, gıda ambargoları, köyünden zorla sürülme, olağanüstü hukuk ve yaşam koşullarına maruz bırakılma gibi Kürt illerinin bildik olguları da ırk ayrımcılığından başka bir kavramla nitelenemez hale geliyor.
Herkes anadilinde konuşabilmeli
Sözleşmenin diğer maddelerinde de, insan hak ve özgürlüklerinden tam ve eşit yararlanmalarını güvenceye almak amacıyla belli ırk gruplarının ya da bu grupların üyesi olan bireylerin yeterince gelişmesi ve korunmasını sağlamak üzere toplumsal, ekonomik, kültürel ve başka alanlarda özel ve somut önlemler alınması öngörülüyor. Sözleşme metni ışığında değerlendirildiğinde de, Türkiye'nin, sözleşmeyi imzalaması durumunda Kürtlerin temel hak ve özgürlüklerden tam ve eşit olarak yararlanabilmesi için kültürel, toplumsal, ekonomik açıdan özel ve somut önlemler almak zorunda kalacağıdır. Bu daha somut olarak ne demektir? Dil konusundaki yasakların kaldırılması ve eğitimde Kürtçenin kullanılabilmesine ilişkin önlemler alınması, iş ve örgütlenme olanaklarının sağlanması, yoksul köylülüğün toprak talebinin karşılanması gibi adımların Türkiye tarafından atılmasını gerektirir. Muhtemelen bu yüzden Türkiye, azınlık hakları söz konusu olduğunda, Lozan Anlaşması ile kabul ettiği "yalnız dinsel toplulukların azınlık olduğu" yolundaki tezini yineliyor. BM'nin bu konudaki sözleşmesini imzalayıp da yükümlülük altına girmiyor.
ÖNCEKİ HABER

Tekel'i özelleştirmek için

SONRAKİ HABER

Sağlık meta haline dönüştürülüyor

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...