15 Şubat 2000 22:00

İki tarih, iki Jeanne d'Arc

'Leon', 'Derinlik Sarhoşluğu', 'Beşinci Güç' gibi filmlerinden tanıdığımız Fransız Yönetmen Luc Besson, son filmi "Jeanne d'Arc" ile sinemaseverlerin karşısında.

Paylaş
İki tarih, iki Jeanne d'Arc
Şenay Aydemir
'Leon', 'Derinlik Sarhoşluğu', 'Beşinci Güç' gibi filmlerinden tanıdığımız Fransız Yönetmen Luc Besson, son filmi "Jeanne d'Arc" ile sinemaseverlerin karşısında. Geçtiğimiz cuma günü gösterime giren film, daha önce gösterildiği Amerika ve Avrupa'da seyircinin ilgisini çekmişti. Fransız tarihinin önemli 'imgelerinden' birisi olan "Jaenne d'Arc" aralarında sinema tarihine geçmiş birçok ünlü ismin de bulunduğu ekipler tarafından birçok kez beyazperdeye uyarlanmıştı.
Ancak Luc Besson, son yıllarda hızla gelişen sinema sanayiinin kendisine sunduğu teknik olanakları da arkasına alarak, özellikle savaş sahneleriyle 'görkemli' ve eğlenceli bir filmle seyircinin karşısında.
Bir önceki filmi '5. Güç'te Bruce Willis ile birlikte başrol oynayan Mila Jonovich'in Jeanne d'Arc'ı canlandırdığı filmde, sağlam bir oyuncu kadrosu yer alıyor. 'Fareler ve İnsanlar'da unutulmaz bir oyunculuk sergileyen John Malkovich, 'Gece Yarısı Kovboyu' ve 'Yağmur Adam' gibi filmlerin yıldızı Dustin Hoffman ve sinemada yılların tecrübesi Faye Dunaway gibi isimlerin yer aldığı film, oyuncu kalitesi bakımından oldukça iyi. Bu Amerikalı tiplerin yanında, Fransız sinemasının önemli isimleri Pascal Gregor, Vincent Cassel, Tcheky Karyo da filmde ağırlıklarını hissettiriyorlar.
Tanrı'nın elçisi olduğunu söyleyerek Fransa Kralı VII Charles'ten destek alan ve İngilizlerin işgali altındaki Fransa'yı kurtarma derdine düşen Jean d'Arc'ın 1400'lü yılların başında geçen öyküsü, filmdekiyle ne kadar örtüşür bilinmez ama Besson, filmi yalnızca bir tarih filmi olmaktan çıkarıyor.
İktidarın rengi
Küçük yaşta başına gelen bazı olayları "Tanrı'nın birer işareti" olarak yorumlayan genç köylü kızı Jeanne, Orleans İngilizlerin elinde olduğu için bir türlü taç giyemeyen VII Charles'i zafer kazanacağına ikna eder. Başka bir şansı kalmamış olan kral, ordularının komutasını bu kıza emanet eder ve Jeanne'nin komutasındaki Fransız orduları Orleansı geri alırlar. Ancak, iktidarın rengi hiç de bu 'masum' kızın düşündüğü gibi değildir. Ve Charles, kral olduktan sonra Jeanne'nin kendisi için bir tehdit oluşturabileceğini düşünür ve onu yalnız bırakır.
Filmin birinci bölümünde "Tanrı'nın alametlerinin" Jeanne'nin hayatındaki yeri ve Fransa'yı kurtarmak için Tanrı'dan aldığı güçle yaptığı savaş görkemli sahnelerle ve Besson tarzı mizah unsurlarıyla bezenmiş olarak çıkıyor seyircinin karşısına. İki saatten fazla olan filmin ikinci bölümünde ise, filmin bütün ağırlığını taşıyan Dustin Hoffman'ın Jeanne'nin bir iç sesi olarak ortaya çıkışına tanıklık ediyoruz.
Tanrı'nın izi nedir?
Besson, bu ikinci bölümde yalnızca tarih anlatmaktan vazgeçiyor ve günümüz seyircisinin algılayabileceği felsefi bir bölüm yaratıyor. Jeanne'nin kendi yalnızlığını nasıl Tanrı ile ikame etmeye çalıştığını, gündelik hayatın sıradan unsurlarını bu ruh haliyle nasıl 'Tanrı hikmeti' olarak yorumlandığını ve aslında yaptığı her şeyin kendi kişisel hırsının ve kimliğinin sonucu olduğunu gözler önüne seriyor. Jeanne'nin yaşadığı iç hesaplaşma Dustin Hoffman'ın zaman zaman ortaya çıkan, zaman zaman yok olan karakteri ve 'esrarengiz' oyunculuğu ile daha da etkili oluyor.
Ancak Besson'un filmi iki ayrı bölüm halinde değerlendirmesi, birbirinden bağımsız iki tarih ve iki film ortaya çıkmasına da neden oluyor. Filmin birinci bölümünde, efsaneleşen tarihe bağlı, bol bol savaş ve kan öğesinin kullanıldığı ve Jeanne'nin bir 'Azize' gibi aktarıldığı sahneler ağırlık kazanırken, ikinci bölümde tarih ve Jeanne başka bir biçimde yorumlanıyor.
Ve bu iki başlılık her iki bölümde de eksikliklere neden oluyor. Birinci bölümde koskoca Fransa'nın neden kılıç kullanmayı bile bilmeyen bir genç kızın peşinden sürüklendiğini anlamakta güçlük çekerken, ikinci bölümde; böylesine bir ilginin nasıl tersine döndüğünü anlamakta zorlanılıyor.
'Sapkın' olduğu ispat edilemediği ve bazı rahiplerin Azize olduğunu düşündüğü için kilise tarafından cezalandırılamayan Jeanne d'Arc, İngiliz Krallığı tarafından cadı olduğu gerekçesiyle 19 yaşında yakılarak öldürülüyor. Ancak Besson'un filminden arta kalan, onun bütün yaptıklarından kendisinin sorumlu olduğu izlenimi. Besson, Jeanne d'Arc'a yüklenen vasıfları Tanrı'nın hikmetinden kurtarırken, ölümüne giden yolu da kendi yaptıklarına yıkıyor.
Son olarak Asterix ve Jeanne d'Arc ile Türkiye sinemalarında kendisine yer edinen Fransız yönetmenler, yıllardır Fransa sinemasının dile getirdiği 'ulusal sinemanın korunması' tezinin gereklerini yerine getirirken, bir yandan da, sinema özellikleri bakımından Hollywood'un peşine takılmaktan kaçınamıyorlar. Sinema pazarının bugünkü ortamında seyirciye ulaşma çabasının kaçınılmaz sonuçlarından birisi Hollywood kriterlerini kullanmak. Biraz kan ve biraz görkem...
ÖNCEKİ HABER

İnşaat işçileri iş durdurdu

SONRAKİ HABER

Yılmaz Güney, halkın sanatçısıdır

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...