24 Ocak 2000 22:00

Sır değil, devlet sırrı!

Uğur Mumcu cinayeti, bugüne kadar hep, 'şeriatçı örgüt işi'yle sınırlı tutulmaya çalışıldı.

Paylaş
Sır değil, devlet sırrı!
24 Ocak 1993 Pazar günü Gazeteci Uğur Mumcu'nun Ankara Karlı Sokak'taki evinin önünde arabasına konulan bombanın patlaması sonucu ölümü, 7 yıldır "çözülemeyen" bir cinayet olarak bugün de gündemde. Daha ilk günlerden bu yana, "İslami Hareket'in işi", "Hizbullah yaptı", "İran öldürttü", "Şeriatçılar yok etti" gibi açıklamalarla "devleti gizleme çabası", son günlerdeki Hizbullah operasyonuyla bir kez daha yürürlüğe konuyor. Oysa, delillerinin ayaklar altında çiğnenmesinden tanıkların kaçırılmasına, Hizbullah üyelerinin yakalanıp hemen serbest bırakılmasına, araştırma komisyonlarının engellenmesine kadar onlarca gelişme ve bilgi, Mumcu cinayetinde aynı noktayı işaret ediyor: Kontrgerilla.
Ve bu cinayet, kökü devletin tepelerine kadar uzanan büyük bir organizasyonun ilk adımlarından biriydi. En açık kanıtı da, dönemin Emniyet Genel Müdürü olan Mehmet Ağar'ın "bir tuğla çekilirse tüm duvarın yıkılacağını, kendilerinin de yıkılan duvar altında kalacağını" söylemesi, Savcı Ülkü Coşkun'un "Bu işi devlet yapmıştır" sözü ve MİT Müsteşarı Sönmez Köksal'ın "Tüm faili meçhul cinayetlerin faillerini biliyoruz" açıklaması oldu. Devlet için Uğur Mumcu cinayetinin "sır" olan, "bilinmeyen" hiçbir tarafı yoktu, suikastin kendisinin "devlet sırrı" olması dışında...
27 Ocak günü, Mumcu'nun cenazesi, devletin tüm kurumlarının verdiği destekle yüzbinlerce insanın katılımıyla yapılmıştı. Cinayetin hemen ardından devlet yetkilileri ve gazeteler suikastin ardında İslami örgütlerin ve İran'ın olduğunu söyleyen açıklamalar yaptılar. Mumcu cinayetinden birkaç ay sonra, yaşanan Sivas katliamı da yaratılan laik-şeriatçı ayrışmasını güçlendiriyordu. "Mumcu cinayetini kimin işlediği" sorusunu bugün bile yanıtlamak çok zor, ancak "bu cinayetten kimin çıkarı olduğu" sorusuna verilecek yanıt, katilin kimliği konusunda da ipucu veriyor. Cinayet ve sonrasındaki süreç değerlendirildiğinde, bombayı yerleştiren kim olursa olsun en fazla "şeriatçı çevreler" ve İran'ın zarar gördüğü görülüyordu. Süreçten kârlı çıkan ise, şeriatçı-laik ikilemi üzerinden sistemi yeniden yapılandırmaya çalışanlar oldu.
Hizbullahçıları bırak, devleti kurtar!
Cinayetin hemen ardından, cinayeti İran yanlısı İslami Hareket örgütünün işlediği açıklandı. Bu örgütün üyeleri gözaltına alındı, evlerinde bol miktarda silah ve cinayette kullanılan türden C-4 patlayıcılar bulundu. "İslami Hareket Örgütü" deniyordu, ancak gözaltına alınanlar Hizbullah üyesiydi ve çoğu Batmanlıydı. Ama gözaltına alınanların tutanaklarında polis tarafından yapılan tahrifatla, sanıkları olay yerinde gördüğü iddia edilen bir tanık etkisiz hale getirildi ve soruşturmada somut ilerleme sağlanması engellendi. Gözaltına alınanların kimlikleri, İslami Hareket örgütü adı ve İran bağlantıları hedef alınacak adresi yeteri kadar tarif ediyordu. Bu da yeterliydi. Somut adımların atılacağı, ciddi bir soruşturma, sanıkların devletle olan bağlarını ortaya koyabilecek gelişmelere yol açabilirdi. Ancak, bu olayda da konsepte uygun gelişmeler sağlandıktan sonra, ötesi sis perdesinin ardında yitip gitti.
Hizbullah biliniyordu
Oysa, Hizbullah'ın devlet ile ilişkisi gözler önündeydi. TBMM Faili Meçhul Cinayetleri Araştırma Komisyonu, TBMM Başkanlığı'na sunduğu raporda, Hizbullah kamplarının varlığı ve burada gördükleri silahlı eğitimde ordudan aldıkları yardımı açıkça ortaya koymuştu. Raporda, Batman Emniyet Müdürü Öztürk Şimşek şöyle diyordu: "Ne yazık ki, Hizbullah örgütü mensupları bir dönem askerlerden yardım gördüler. Buradaki bazı askeri birliklerde silahlı eğitim yaptılar, lojistik destek gördüler. Bir ihbar aldık bu konuda. Araştırdık, maalesef doğru çıktı. Hizbullahçılar belli bir dönem ordudan yardım görmüşler."
Polat'ı da yakalayıp bıraktılar
Daha sonra, Mumcu cinayetinin zanlısı olarak aranan "İslami Hareket" örgütü yöneticisi Şefik Polat, bir ihbar üzerine Ankara'da yakalandı. Ancak "Polis aranmıyor ve bir şüphe görmedik" diyerek, Polat'ı serbest bıraktı. Üstelik, Polat'ın arananlar listesinde olmasına rağmen... Ayrıca Polat'ın Batman'daki evinde Batman İHD yöneticisi Sıddık Tan üç kişi tarafından öldürülmüştü. Polat, 'ideolojik amaçla adam öldürme suçuna iştirak etmekten' idamla yargılanmıştı. Ama Batman'daki birçok Hizbullah cinayetinde olduğu gibi bu davada da Diyarbakır DGM Polat'ı beraat ettirmişti.
Araştırmalar engellendi
Faili Meçhul Cinayetleri Araştırma Komisyonu da, çalışmalarının önemli bir bölümünü Uğur Mumcu cinayetine ayırdı. Komisyon, hazırladığı raporda, karşılarına çıkan karanlık bir gücün, devletin içersindeki bir örgütün kendilerini engellediğini yazıyordu. Araştırma sürecindeki engelleme, rapor hazırlandıktan sonra da sürdü ve komisyonun raporu hiçbir zaman TBMM gündemine getirilemedi. Uğur Mumcu Cinayetini Araştırma Komisyonu raporunda da tıpkı Faili Meçhul Siyasi Cinayetleri Araştırma Komisyonu raporunda olduğu gibi şu yakınma yer alıyordu: "Milli İstihbarat Teşkilatı, Genel Kurmay Başkanlığı, İçişleri Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı ve bankalar, komisyon tarafından talep edilen bilgi ve belgeleri 'devlet sırrı' gerekçesiyle vermekten kaçınmışlar, ancak iyi niyet ölçüleri içerisinde komisyona istediği bilgileri göndermişlerdir."
MİT suikasti biliyordu
Üstüne üstlük, "Biz cinayetlerle uğraşmayız" diyen MİT'in, Uğur Mumcu cinayetinden birkaç ay önce bir gazetecinin öldürüleceğini bildiği ve açıktan ilan ettiği ortaya çıkıyordu. Devletin çeşitli kurumlarının kendilerini gazetecilere 'daha iyi anlatması' kapsamı içersinde gazetecilerle yemekli bir sohbet toplantısı düzenleyen zamanın MİT Müsteşarı Teoman Koman, terörün önümüzdeki günlerde sansasyonel eylemlere başlayabileceğini açıkladıktan sonra "Hatta aranızdan birileri de hedef olabilir, öldürülebilir" diyordu, aralarında Uğur Mumcu'nun da bulunduğu gazetecilere. Uğur Mumcu'nun eşi Güldal Mumcu da, Mumcu suikasti ile kontrgerilla arasındaki bağlantıyı komisyona anlatıyordu. Raporda bu bölüme ilişkin şöyle deniyordu: "Güldal Mumcu, tutanaklardaki tahrifat olayında Mehmet Ağar ile ayrıca görüşme talep ettiğini, konuştuklarını, tutanaklardaki tahrifatı kabul ettiğini, bu sebeple bu yolsuzlukları yapanların yakalanmasını, tuğlaların çekilmesini istediğini, Ağar'ın bunu yapamayacağını söylemesi üzerine, 'bu tuğlalar devrilirse kendilerinin de altında kalacağını' söylediğini, bunun da mümkün olmadığını, bu işin arkasında bulunanları çıkarmalarını Ağar'dan istediğini, Ağar'ın ise 'bunu yapamayacağını' söylemesi üzerine Savcı Ülkü Coşkun'un 'Bu işi devlet yapmıştır' sözünü Ağar'a aktardığını, buna da 'Bunlar da pek sersem oluyorlar' diyerek cevap verdiğini..."
Failleri meçhul değildi!
Güldal Mumcu, düşüncelerini MİT Müsteşarı Sönmez Köksal'a da anlattığını komisyona aktarıyor, Köksal'ın da, bu konuda MİT'in bir ilişkisi olmadığını, polis için ise bir şey söylemeyeceğini belirttiğini söylüyordu. Güldal Mumcu, Köksal'ın görüşmede, faili meçhul tek cinayetin Uğur Mumcu suikasti olmadığını, Batman'da bir sürü faili meçhul yaşandığını, aslında bu bilinen cinayetlerin faillerini bildikleri için faili meçhul cinayet olmadığını, bilinenlerin faili meçhul olmadığını söylediğini ve "Bizim görevimiz sadece rapor etmektir" dediğini aktarıyordu.
Her aşamada soruşturma engellendi
Güldal Mumcu'nun bu anlatımları, Uğur Mumcu cinayetinin devlet için hiç de sır olmadığını açıkça ortaya koyuyordu. Uğur Mumcu Cinayetini Araştırma Komisyonu'na, Faili Meçhul Siyasi Cinayetleri Araştırma Komisyonu Başkanı Sadık Avundukoğlu da bilgi vermiş ve çalışmalarının nasıl engellendiğini anlatmıştı. Avundukluoğlu, komisyonda, Uğur Mumcu cinayetinde engellendiklerini, en önemli engellemenin Ankara DGM Savcısı Nusret Demiral ile Ülkü Coşkun'un oluşturduğunu, ayrıca emniyetten ve İçişleri Bakanlığı'ndan gerekli ilgi ve desteği görmediklerini, Uğur Mumcu cinayetini soruşturan polislerin yetersiz olduğunu, daha açıkçası bu konuda ehil elemanların bu araştırmaya verilmediğini, bu tespitlerini objektif olarak rapora yazdıklarını, bu cinayetle ilgili araştırmada mevcut yetkiler çerçevesinde ulaşılabilecek yere ulaştıklarını, bunun ötesine gitme ihtimali gözükmediğini söylemişti.
Bombanın kaynağı da devlet
Mumcu Komisyonu'na ifade veren Faili Meçhul Siyasi Cinayetleri Araştırma Komisyonu'nda görev yapmış olan Malatya eski Milletvekili Mustafa Yılmaz da, kullanılan C-4 tipi bombanın kaynağı hakkında önemli bilgiler aktarıyordu. C-4'ler Türkiye'de yalnızca askeriyede bulunmakta. Patlama sonrası da herhangi bir iz bırakmadığı için birçok sabotaj ve bombalama olayında C-4'ler kullanılmakta. '80 öncesi de faşistlerin birçok bombalamasında C-4 kullanılmıştı. Bu C-4'lerin ordu malı olduğu ve MHP militanlarına ordu mensupları tarafından verildiği anlaşılmıştı.
Aynı konuda, JİTEM mensubu olarak geçen Jandarma Astsubayı Hüseyin Oğuz da, Uğur Mumcu Komisyonu'na bilgi vermiş ve "Uğur Mumcu'nun katledilmesinde kullanılan C4'ün 2.5 kg olabileceğini, piyasada satılmadığını, bombaların Cem Ersever'den sağlanmış olabileceğini, C4'ün Amerikan yapımı olduğunu, ordunun haricinde bir yerde bulunamayacağını..." söylemişti. Susurluk Komisyonu'na bilgi veren diğer bomba uzmanlarının sözleri de aynı minvaldeydi. Bombayı Uğur Mumcu'nun arabasına yerleştiren kim olursa olsun, ister Hizbullah, ister İslami Hareket örgütü, ister herhangi bir devlet görevlisi, cinayet öncesi ve sonrasında yaşananlar "devletin bu suikastte parmağı olduğunu" tüm açıklığıyla ortaya koyuyordu. TBMM Araştırma Komisyonu da yaptığı incelemelerde, topladığı bilgi ve belgelerde bu gerçeği işaret eden onlarca ipucuna ulaşmıştı. Ancak, raporlara da giren bu ipuçlarının peşinin getirilmesi, çorap söküğü gibi ortaya çıkacak bir devlet ilişkisini ortaya çıkarabileceği için engellendi. Devletin, her türden yetkililerinin, devleti Mumcu suikasti bağlantısından uzak tutmak için giriştikleri çaba da herkesçe malum. Mumcu'nun, resmi bir bina olduğu tartışmasız bir yerde yapılan planlara ve duyulan ihtiyaca denk düşecek şekilde bir kontrgerilla operasyonuyla öldürüldüğü açık. Tetikçinin kim olduğundan bağımsız olarak, kesin olarak ifade edilebilecek bu gerçek, 7 yıl sonra bugün Hizbullah operasyonunun tozu dumanı arasında da kaybolmayacak orta yerde duruyor.
Susurluk süreciyle de bu anlamda büyük benzerlikler taşıyan Mumcu suikasti, Susurluk gibi "toplumda inifial yaratma" amaçlı operasyonlardan biri. Büyük olasılıkla da, bu konuda uzmanlaşmış Özel Harp Dairesi'nin psikolojik savaş uzmanları tarafından yürütülen "şeriata karşı laik, Kemalist cephe" örülmesi operasyonunun da ilk adımı... Tıpkı, günlerdir televizyon ekranlarında izlediğimiz art arda bulunan toplu mezar evleri gibi...
ÖNCEKİ HABER

EGO'da hak aramaya ceza

SONRAKİ HABER

Uğur Mumcu her yerde anıldı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa