01 Ocak 2000 22:00

Deprem bölgesinden

   milenyum manzaraları

Paylaş
Deprem bölgesinden milenyum manzaraları
Bütün sıkıntılarımızı giderecek büyülü bir kavram olarak parlatılarak havaya fırlatılan 'milenyum'un, hiç de parlak karşılanamadığı, "çılgınlar gibi eğlenilemediği" yerlerin başında bu yıl kuşkusuz, deprem felaketinin yaşandığı bölgeler geliyordu. Yeni bin yıla girerken, deprem bölgelerinde hayat ne durumdaydı? Depremzede yeni bin yıla hangi koşullarda ve nasıl duygularla giriyordu? 1999'u, 2000'e bağlayan son gün bu soruların yanıtlarını alabilmek için 17 Ağustos ve 12 Kasım 1999 depremlerini yaşayan bölgeleri dolaştık, yeni bin yıla onlarla birlikte girdik.
Derince'de bir çocuk
İlk durağımız Derince Çadırkenti. Daha önce gönderilen yardımların tasnifinden, pişirilmesine ve dağıtımına kadar her türlü organizasyonu çadırkent halkının oluşturduğu komitenin yaptığı bu bölgede teybimizi bir çocuğa uzatıyoruz. Adı Ümit Çetin. 13 yaşında. Kızılay'ın bu çadırkente el koymasına kadar mutfak bölümünde gönüllü çalışmış. Beş aydır çadırda kaldığını anlatan Ümit'e bir kaç soru soruyoruz:
Yeni yıla çadırda giriyorsunuz. Bu konuda ne düşünüyorsun?
Yeni yıla çadırda girmek çok kötü. 2000 yılına bütün yılbaşılarında olduğu gibi evimizde girmek isterdim ama... Deprem ve bulunduğuz koşullar nedeniyle eskisi gibi yeni yıl nedeniyle sevinç duyamıyorum.
Deprem sana neyi anlatıyor?
İlgisizliği, bazı kurumlar için yalanı, dolanı, devletin halkını dışlamasını, halkı bataklıktan çıkartacağına iyice bataklığa itmesini ve insanları kendi başına bırakmasını anlatıyor.
Yeni yılı nasıl kutlayacaksın?
Gezeceğiz ve eğlenmeye çalışacağız.
Nereleri?
Bu çevreyi.
Depremden önce çadır deyince aklına ne geliyordu?
Çadırın, insanların eğlenmek ya da pikniğe gitmek için kullandıkları bir şey olduğunu düşünürdüm.
Depremden sonra?
İnsanların barınamadıkları, çok kötü bir şey.
Konuştuğumuz diğer çocukların da söyledikleri benzer şeyler. Kendilerini yeni bir yıla giriyormuş gibi hissetmediklerini söylüyorlar. Az sonra akşam olacak. Yemek verilen çadırın önündeki kuyruk, yemek arabasının gelmesini bekliyor. Burada yeni yıl nedeniyle ekstra bir durum yok. Kızılay'ın devralmasından öncesine göre bir ekstra var. Resmi kıyafetli üç polis, çadırkentin ortasındaki ince ve kısa yolu bir ucundan diğerine, 'buraya devletin geldiğinin' kanlı canlı kanıtı olarak dolaşıyor, telsizlerinin cızırtılarını tüm depremzedelere dinleterek.
İftar saati geldiğinde Derince'den ayrılmış ve Adapazarı'na ulaşmıştık. 17 Ağustos depreminin altüst ettiği Adapazarı'ndaki son durum hakkında bilgi almak için Türk Tabipleri Birliği (TTB)'nin çadırına gidiyoruz. Depremzedeler için yaşamsal önem taşıyan sağlık ihtiyaçlarının karşılanması için çaba harcanan bu çadırda, depremden 15 gün sonra bir haftalığına Bursa'dan gönüllü olarak buraya gelen ancak, üç aydan beri burada bulunan Berat Göçen (38) ile yine başından beri yardım çalışmalarına katılan Hakan Doğan (23), öğrenci iki kardeş Vildane İlkaya (24) ve Nurcan İlkaya (22) sorularımızı yanıtlıyorlar.
Depremzedeye deprem vergisi
Berat Göçen, buraya yardım amaçlı gelen ilaçların artık hastanelere verildiği ve döner sermayeye gelir kaydedilerek depremzedeye, deprem öncesindeki gibi paralı yansıdığına dikkati çekiyor. Hakan Doğan ise, cep telefonlarına konan deprem vergilerinden, deprem bölgelerinin muaf tutulacağının ilan edilmiş olmasına rağmen gerçeğin böyle olmadığını, son gelen cep faturalarında kendilerinden, orada bulunan depremzedelerden deprem vergisi alındığını gördüklerini söylüyor.
Ayrıca, depremin ilk günleri halkın ve kamuoyunun baskısıyla deprem bölgelerinde ev telefonlarından para almadıklarının açıklanması üzerine depremzedelerin, bu rahatlıkla yakınlarını aradıklarını ancak, onun ardından 70-80 milyona varan faturalarla karşılaştıklarını söylüyorlar. Devletin evleri yıkılanlara yardım vaadiyle verdiği paraların, Başbakan Ecevit'in açıkladığı gibi daha sonra geri ödemeli olduğu düşünüldüğünde, devletin deprem 'maliyetini' hiçbir şekilde ödemeye yanaşmadığını görüyoruz.
Burslar harçlara gitti
Berat Göçen'in dikkati çektiği diğer bir nokta da, bir 'şov' şeklinde basına yansıyan Berna Yılmaz prefabriklerinin, ormanlardan kesilen ağaçlarla yapıldığı şeklinde. Burada 28 Şubat'ta okullar açılacak. O açıdan durumun ne olduğunu sorduğumuzda, yardımsever kurum ve kişilerin öğrencilere burs verdiğini, devletin ise onlardan 'harç' aldığını öğreniyoruz. Yani öğrenciler, yardımseverlerden aldıkları bursları, devlete harç olarak ödüyorlar. Burada görülenlerden anlaşılıyor ki, milenyuma girerken depremzedeler değil, ama devlet normale dönmüş. Sağlıktan eğitime kadar her şey paralı. Üstelik deprem felaketinin yol açtığı yıkımın ardından şimdi bir de faturalarına yansıyan deprem vergisi var. Adapazarlı depremzede yeni bin yıla böyle giriyor.
Düzce'ye geldiğimizde ise saat 22.00'e geliyordu. Burada konuştuğumuz depremzedelerden Nevzat Tönyeli (51) yakınlarından üçünü depremde kaybetmiş. Beş çocuğu ve eşiyle çadırda kalıyor. Şu anda kendilerine yardım yapılmadığını söylüyor. Sadece dört battaniye almış. Bürokrasiden ve hizmet dağıtımındaki ayrımcılıktan yakınan çok. Örneğin Adnan Şengül (22) isimli öğrenci, Kriz Merkezi'nde bir fotokopi bile çektiremediklerini söylüyor. "Orada kalburüstü birisi değil de, sıradan bir depremzede iseniz bir fotokopi bile çektiremiyorsunuz" diyorlar.
Ağaköyü'nde 'Kürt'e su bile yok'
Kürtlerin yoğunlukta yaşadığı bölgelere ise, yardım dağıtımı konusunda ayrım yapıldığı belirtiliyor. Gever Erenci (45) isimli Ağrılı bir kadın, kocasının daha önce ölmüş olduğunu belirterek şöyle devam ediyor: "2 yetim, 2 torun, 1 gelin var. Oğlum ise askerde. Yardım için gittiğim muhtar (Ağa Köyü Mahallesi muhtarı Mehmet Sıtkı Demir) bana, 'Kürtlere su bile yok' dedi." Aynı muhtardan yakınan başka kişilere de yansıyoruz. Erzurumlu olan Muhtar Mehmet Sıtkı Demir'in, yardım için kendisine verilen erzakları muhtarı olduğu Ağaköyü Mahallesi'ne değil, Çay Mahallesi'ndeki akrabalarına ve hemşerilerine dağıttığını söylüyorlar. Ağrılı İbrahim Akkoyun (54) 12 nüfustan sorumlu olduğunu, aynı muhtardan ancak bir battaniye, 1 açık makarna, 4 sabun alabildiğini makarnanın içinden de Tursil çıktığı için yiyemediklerini söylüyor. Bu bölgede yaşayan Kürtler arasında, yardım dağılımında Kürt oldukları için kendilerine çifte stardartlı davranıldığını düşünenler ve ifade edenler az değil.
'2000'e girdik. Yeni yılınız kutlu olsun'
Saat 24.00'e yaklaşırken Zonguldak TTK'da 29 yıl çalıştıktan sonra emekli olmuş İbrahim Kırıkçılar (55)'ın evindeyiz. İkinci depreme evinde yakalandığını, şans eseri kurtulduğunu belirten İbrahim Kırıkçılar emekli maaşıyla aldığı evinden olmuş. 5 oğlu olduğunu, ikisinin burada onunla birlikte kaldığını söylüyor. Prefabriğe başvurmuş, ancak henüz çıkmamış. Onlarla kalan, avundukları bir torunu varmış, onu da annesi önceki gün alıp götürmüş. Yılbaşı nedeniyle Zonguldak, İzmir ve Antalya'dan yakınları, arkadaşları çağırmışlar. Ama gitmek istememiş. Çadırında bir küçük televizyonu var. Onu izliyor. Biz konuşurken, saatler 24.00'ü gösteriyor. Coşkulu bir şekilde "2000'e girdik. Yeni yılınız kutlu olsun" diyor bize. "O kadar şey yaşadıktan sonra, kendinizi bırakmayıp böyle güçlü kalabilmeniz ne güzel" diyoruz. Kendisini bıraktığı günler olduğunu, ama artık alıştığını söylüyor. Emekli maden işçisi Kırıkçılar gibi, çadırkentlilerin tümünde "güçlü olma" çabası göze çarpıyor. Her şeye rağmen üç beş çadırda insanlar yılbaşı programları için antenleriyle uğraşıyor, gençler en güzel kıyafetlerini giymiş, anneler çocuklarını güzel güzel giydirmiş. Kâğıt oynayanlar, çiğ köfte yapanlar, hepsi her şeye rağmen güçlü.
Bizim için son çayları içip, deprem bölgesinden ayrılma vakti geldiğinde saat 00.45'i gösteriyordu. Ayrılırken, işte "Üçüncü bin yıla girdik" diyordu, uğurlayan gençler.
ÖNCEKİ HABER

Belediye kira bedellerinde büyük artış

SONRAKİ HABER

Olmayan hakların tanıtımı kampanyası

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...