29 Aralık 1999 22:00

1999'da işçi hareketinin

   zaaf ve olanakları

Paylaş
1999'da işçi hareketinin
   zaaf ve olanakları
1999 yılı, işçi sınıfı ve sermaye cephesi arasında bir dizi çatışmaya sahne oldu. İşçilerin sendikalaşma çabaları, yaklaşık 700 bin işçiyi kapsayan TİS süreci ve "uluslararası tahkim" ve "mezarda emeklilik yasası" işçi sınıfı ve sermaye arasındaki başlıca çatışma noktalarını oluşturdu. Bu dönemde gerçekleşen Türk-İş ve Hak-İş konfederasyonlarındaki kongre süreçleri ve değişik kıtalardan 16 ülkeye mensup 300 sendikacının katıldığı, "Uluslararası Ören Konferansı" ise sendikal hareketin geleceği açısından önemli veriler sundu.
Öncelikle vurgulanması gereken, '99 yılının da, karşıt sınıflar mücadelesi zemininde önceki yılların bir tekrarı olarak yaşandığı ve geleceğe etkilerinin de benzer şekilde olacağı eğilim ve fikrinin yanlışlığıdır. Birinci olarak; "uluslararası tahkim"e imkân veren yasa tasarısının ve emeklilik yaşının yükseltilmesinin yürürlük kazanmasının, işçi sınıfı ve emekçi halk bakımından ileriye dönük olumsuz etkileri nedeniyle ve ikincisi; bu mücadeleler içinde işçi kitle hareketinin aldığı biçimler ve ortaya çıkardığı platformlar (Emek Platformu) yönüyle durum tamamen farklıdır. Bu nesnelliği dikkate almadan yapılacak her tespit ve her taktik girişimi sınıf hareketini tahrip edecektir.
Bu nedenle, '99 yılının işçi hareketi ve sendikal hareket açısından; bir yanıyla hak kayıplarına uğradığı, ama öbür yanıyla sermaye cephesine karşı yürüttüğü mücadelesinde olanaklarını genişlettiği ve yeni araçlar geliştirdiği bir yıl olarak yaşandığını söylersek, gerçeği ifade etmiş oluruz.
Sendikalaşma eğilimi güçlendi
Sendikaların, işçilerin gözünde bir örgüt olarak itibarını yitirdiği tespiti, sendika bürokrasisinin ve küçük burjuva sol reformist siyasi çevrelerin, sendikal harekete dair yaptıkları tespitlerin başında geliyor. Öncekiler bir yana, '99 yılı içinde işyeri bazında yaşanan işçi direnişlerinin büyük çoğunluğu, işçilerin sendikalaşma çabaları nedeniyle olması; işçilerin gösterdiği kararlılık, militan tutum ve fedakârlık, bu yönlü tespitlerin boş gevezeliklerden ibaret olduğunu kanıtlamaya yeter. İşçilerin gözünde itibar yitiren sendikalar değil, tersine bürokratik sendikacılıktır. Zaten sendika bürokrasisi de bu gerçeğin üstünü küllemek için bu zırvaları peş peşe sıralıyor. Yetmiyor, inançsızlık ve kişisel kaygıları nedeniyle sendikal örgütlenmenin önünde bir engel haline geliyorlar.
Ancak mevcut yasalar, örgütlenmenin önündeki asıl büyük engeli oluşturuyor. Sendikalaşmanın amaçlarına ulaşabilmesi, öncelikle bu soruna bir çözüm bulmasına bağlıdır. Bu yüzden, önümüzdeki dönemde sendikal platformların taleplerinin biri de, kaçınılmaz olarak, "2821-2822 Sayılı Sendikalar Toplusözleşme, Grev ve Lokavt Yasası ile 1475 Sayılı İş Yasası demokratikleştirilsin" olacaktır.
'Sağ-sol' ayrımının yol açtığı tahribat
Türkiye sendikal hareketine, dışarıdan sınıfdışı politik akımlar tarafından taşınmış geleneksel 'solcu işçi-sağcı işçi', "bölünme"sinin, işçi hareketine ve sendikal harekete verdiği zararlar, bu dönemde somut olarak görünür hale geldi. 1986-92 yılları arasındaki kitlesel mücadelelerin bir sonucu olarak pek çok sendika şubesi ve genel merkezinde yaşanan değişimlerin, gerçek anlamda bir "mevzi" olmadığı, 1999 yılı içinde yapılan her düzeydeki sendika kongreleriyle açığa çıktı.
İşçilerin taleplerinin savunusu yerine kendilerinden menkul 'solculuk' platformunda hareket edenleri, işçiler eliyle sendika yönetimlerinden uzaklaştırdılar. Gidenlerin yerine, daha mücadeleci olanların gelmemiş olması şüphesiz üzüntü vericidir. Ancak, bu durumdan çıkarılacak ders, "hayıflanmak" değil, talepler üzerinden sınıfı birleştiren bir yenilenmenin sendikal platformlarda başlatılmasının gerekliliğidir. Kendiliğinden bilincin etkisi altındaki işçinin "göreceli" politik eğilimlerini değil, işçilerin taleplerini merkezine alan bir sendikacılık akımının aşağıdan yukarıya boy vermediği bir zeminde, Bayram Meral'in hâlâ Türk-İş'in başında kalması şaşırtıcı değildir. Bu yüzden, kongrelerin sonuçlarına bakarak, "sağ güçlendi" tespitleri zahiridir. Gerçek olan ise "sol" sendikacılığın sınıfdışı tutum ve anlayışının işçileri silahsızlandırdığı ve sendika bürokrasisinin hakimiyetine bir kez daha yol verdiğidir.
SSK eylemleri ve Emek Platformu
99'un ikinci yarısına girilirken, sermaye ve hükümet cephesi asıl büyük saldırıyı pratik olarak gündeme getirdi. Uluslararası tahkim ve özelleştirmenin Anayasa'ya sokulması ve sosyal güvenlik sisteminin tasfiye edilmesine yönelik yasal düzenlemeler, 18 Nisan seçimlerinin hemen ardından Meclis'te görüşülmeye başlandı. Bu dönemde, özellikle emeklilik yaşının yükseltilmesi (mezarda emeklilik) temelinde ortaya çıkan ve uluslararası tahkimi, özelleştirmeyi ve sosyal güvenliğin tasfiyesini de kapsayan büyük bir işçi öfkesi sokağa taştı. Tabandan gelen işçi baskısı, yerel işçi platformları aracılığıyla sendika konfederasyonlarını saldırılara karşı birlikte tutum almaya zorladı.
MGK konseptine uygun olarak 5'li sivil inisiyatif ve Ekonomik Sosyal Konsey'de sermaye ve hükümetle yan yana duran konfederasyon başkanları, bu baskı ve zorlama karşısında, kamu emekçileri sendikalarını ve meslek örgütlerini de kapsayan bir Emek Platformu'nu oluşturdular. İşçi kitlesinin ve yerel sendika platformlarının baskısı ve zorlaması sürdüğü oranda Emek Platformu da merkezi düzeyde eylem kararları aldı ve hareketi ilerletici bir rol oynadı. 24 Temmuz'da Cumhuriyet döneminin en kitlesel işçi mitingi gerçekleştirildi. Ve yine uzun yıllar sonra işçi sınıfı ve emekçiler 13 Ağustos'ta bir genel grev gerçekleştirdiler. Ancak sermaye ve hükümetin saldırısı geri püskürtülemedi ve yasalar deprem de fırsat bilinerek Meclis'ten geçirildi.
Emek Platformu'nun yeni tarzda örgütlenmesi
Sosyal güvenliğin tasfiyesi ve mezarda emekliliğe karşı yükselen hareket içerisinde, yerel sendika platformaları, sınıfın öfkesini sendika genel merkezleri ve Emek Platformu'na yansıtmakla sınırlı bir rol oynadılar. Yerel düzeyde hareketi yönlendiren birer otorite haline gelemediler.
Bu zaaf, işyeri ve fabrika düzeyindeki örgütlülüğün zayıflığıyla da birleşince, sendika bürokrasisinin sınıf üzerindeki "entrika ve oyunlarına" engel olunamadı. Çok önemli bir tecrübe ve sınıf hareketini ilerletecek ciddi olanaklar, dişe diş bir mücadele sonucunda alınan bir geçici yenilginin muhasebesi üzerinden pratik olarak görüldü.
Hükümet tahkim ve sosyal güvenlik yasalarının çıkarılması sürecinde elde ettiği moralle, yeni saldırıları peş peşe devreye sokuyor. Sonucu belirleyecek olan, işçi sınıfı ve sendikal hareketin, bir önceki dönemin mücadeleleri içinde ortaya çıkardığı Emek Platformu gibi araçları günün ihtiyaçlarına uygun şekilde örgütleyip, kullanmasıdır. Sınıfın ileri bölükleri ve politik gücü, sınıf mücadelesinin pratiği içerisinde kendini hiç olmadığı kadar doğrudan açığa vuran eksiklikleri ne kadar giderirse, işçi ve emekçi sınıflar, kaybedilen haklarını geri alma, yeni haklar kaybetmeme ve kendisi için sınıf olma yolunda o kadar çok ilerleyecekler.
ÖNCEKİ HABER

Koruculuğu MGK'nın

SONRAKİ HABER

Kamu emekçilerine zam yok ceza var

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...