28 Aralık 1999 22:00

Doğayı ve mekânı kavramak

Yazılı ve görsel sanatsal çalışmalarda betimleme, çalışmanın ana unsurlarından biri olmuştur hep. Mekân, insan-olay-olgu çatışmasının zeminidir.

Paylaş
Doğayı ve mekânı kavramak
Mustafa Şala
Yazılı ve görsel sanatsal çalışmalarda betimleme, çalışmanın ana unsurlarından biri olmuştur hep. Mekân, insan-olay-olgu çatışmasının zeminidir. Ve insan-olay-olgu üçlemesiyle anlamlanır ve gelişmeleri anlamlandırır. Bu boyutuyla 'mekânsız' bir insan tanımlamasından söz edemeyiz. En zorlama bir yaklaşımla insanı mekândan koparsak bile, onun düşünsel ve kültürel etkinliğinin altında, insanı var kılan ve şekillendiren ve tarihsel süreç ve mekânlar zinciri olgusuyla ister istemez karşılaşırız. İnsanı tüm toplumsal ilişkileri ve doğayla olan etkinliğiyle tanımlıyor oluşumuz, aradaki bu diyalektik bağın zorunluluğundandır.
Doğa insandan önce de vardır
Ama tersinden olaya yaklaşacak olursak, doğa insanın etkinlik alanı olmakla birlikte, bu etkinliğin dışında iken de vardır. Hatta insandan önce de vardır.
'Olay'ın ise zaman ve mekânı bellidir, sınırlıdır. Elbette bin bir bağ ile diğer tüm etkinliklere bağlıdır ama, esas olan söz konusu olayın ya da olgunun dışında da kocaman bir doğa-mekân ya da insansal etkinlikler varlığını sürdürür.
Roman, öykü ya da sinema gibi sanatsal çalışmalar, konu-olay ve mesajları itibariyle etkinliklerimizin şu ya da bu yanını işlerler. Ve betimlemenin burada kazandığı anlam, insan ve olay örgüsünü ayakları üzerine bastırmasındadır. Doğrudan ilişkilidir ve birbirlerini belirleyenlerdir.
Örneğin bir savaş meydanı, savaşan taraflarla, orada ölenlerle ya da savaşın tarihteki yeri ve insan yaşamındaki etkileriyle anlamlanmıştır. Ve olay içindeki yeriyle tanımlanmak zorundadır. Bu tarihselliğinden soyutladığımızda, meydan 'özellik'sizleşir, anlamını kaybeder. Ya da bir fabrika, bir ev, bir kır, bir makine vs. tüm mekân ve nesneler, insanların o nesnelerle etkinliği içerisinde 'olayın bir parçası olarak' var olur, anlamlanırlar. Bizi biz yapan ya da olayı olay yapan toplam toplumsal koşulların içindedirler.
Mekânla yaşamak
Viktor Hugo'nun uzun betimlemeleri bilinir. Bazen sayfalarca bir köprüyü ya da bir şatonun tüm ayrıntılarını anlattığını görürüz. Ama hepsi konu edindiği tarihsel kesitin -Fransa tarihinin- birer belgesi durumundadır. Onca betimlemenin arasında 'gereksiz' ve olayın dışında bir bilgiye rastlamazsınız. Romanla birlikte Fransa'nın o tarihsel kesitlerini o mekânda yaşarsınız.
Ama öte yandan bir filmde ya da bir romanda, konuyla pek bağlantısı olmayan uzun uzun 'görsel şölenlere' de tanık olmuşuzdur. Bu şatafat ve doğa 'güzellemelerinin' olay içindeki yerini ararsınız ilerleyen sahnelerde, ama bir türlü bulamazsınız.
İnsan ilişkilerinin açığa çıkardığı kültürel etkileşim içerisinde doğa her yanıyla yeniden üretilip, yeni anlamlar-içerikler yüklenmiştir elbette. Özellikle bazı mekânların ve doğa parçalarının rastgele ve sıkça kullanımına, belki birazda onların güçlü ve çok yönlü metaforik özellikleri neden oluyor. Örneğin deniz, gökyüzü, köy, kır vb. gibi. Ama bu ilişkiler ağıyla bağlarını kurup onu sanat düzeyine çıkarmadıktan sonra gözümüzü boyayan bir 'görsel şölen'in ötesine geçmez, değerlenmez.
Biçimin güzelliği!
Biçimin güzelliği, onun içini dolduran insan yanımızdır. Salt biçimcilik kapitalizmin hormonlu yüzüdür. Koftur ve altını kazıdığınızda herhangi bir değer çıkmaz karşınıza.
Çehov, "Birinci sahnede eğer bir tüfek göstermişseniz, üçüncü sahnede onu mutlaka patlatın" diyor. Kullanmayacağız bir tüfeği, gösteriş olsun ya da boşluk dolsun diye sahneye sokmayın"... Olay örgüsündeki etkinlik, gereklilik-gereksizlik bağlamında ortaya konduğunda, öz-biçim uyumu da sağlanmış oluyor. Öyle ki, Potemkin Zırhlısı'nda olduğu gibi olay-mekân ilişkisi yerli yerine oturduğunda, mekân bir tarihsel aktarımın çok güçlü bir öznesine dönüşebiliyor. Ya da Şolohov'un Don hikâyelerinde mekân, insanı, hayvanı, bozkırıyla, o günkü toplumsal siyasil koşullar içersinde köylünün tamamlayanı olabiliyor.
Pablo Neruda'nın şiirlerini okuyanlar, onun doğaya olan tutkusunu ve onu, insanın saf, duru, coşkun yanıyla kavrayışını bilir.
Geçtiğimiz yıllarda gösterilen ve Pablo Neruda'nın İtalya'ya geldiğinde kaldığı bir adadaki birkaç aylık yaşamını anlatan 'Postacı' adlı filmin kendisi de, Neruda'ya yaraşır tarzda aynı şiirsel tadı bırakmıştır bilincimizde.
'Postacı'nın, Neruda sayesinde yıllardır yaşadığı mekânı yeni yeni kavrayışıyla, insan yaşamını mücadeleyi ve şiiri kavrayışı yan yana gider film boyunca. En az söz kadar etkilidir görüntü-mekân. Neruda'nın adadan ayrılışından sonra, ona göndermek üzere yaptığı ses kaydında, arka arkaya sıralanan sesler bilincimizden silinmeyecek kadar çarpıcıdır:
Doğru yerde. doğru ilişkiler
Doğayla çok yönlü olarak etkinlik içindeyiz kuşkusuz. Ve her bağlamda dolayımlayarak, yaşamımızla ilişkilendirebiliriz. İtiraz edilmesi gereken nokta ise, üzerinde insansal etkinlik gösterilen doğanın her nesnesinin arka planındaki emek süreçlerini, yalnızca beğendirme-şatafat ve güzelleme için kurban etmemesi. Doğru yerde, doğru olaylarda, doğru mekânsal ilişkiler yakalamalıyız. Ötesi insan duygusunun ve doğanın sömürülmesidir.
Derinlemesine kavrama
Özcesi, doğa ve mekânı kavrama yöntemi, onu insan yaşamıyla ilişkisi içerisinde anlamlardırma isteği tamamıyla ideolojik ve sınıfsal bir tercihtir. Öz-biçim sorunun diyalektik çözümlenmesinin, doğa-mekân-insan ilişkilerindeki tezahürüdür. Eserlere yansıyan biçimciliğin bir görüngüsü de mekân ve doğa kullanımındaki keyfi savurganlıktır ve aslında bu doğayı kavramamaktır.
Kitabın ya da filmin adının seçiminden, içindeki, malzemelerin kullanımına kadar tüm süreçler estetik kavrayışımızın birer sonucudurlar. Hele ki kapitalist popüler kültürün dışında kendisini tanımlayan sanatçı ve kültür adamlarının bu tür kaygıları hep olmalıdır.
Yeni bir kültür, yeni bir dünya, yeni bir insan idealleri, doğayı da toplumu da derinlemesine kavrama sorumluluğunu veriyor onlara. Doğayı da, onun tüm nesnelerini, mekânlarını da, güzelliklerini de en çok biz kullanacağız yapıtlarımızda. Tabii ki, insani değerlerimizle ve arkasındaki emek süreçlerinin bilincinde olarak ve yerli yerinde...
ÖNCEKİ HABER

İşkenceci polisler tutuklanmadı

SONRAKİ HABER

DSP'ye göre her şey yolunda

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...