10 Aralık 1999 22:00

Ölüm cezasına karşı olmak ilkesel

   bir sorundur

Paylaş
Ölüm cezasına karşı olmak ilkesel
    bir sorundur
Uğur Oğuz
Yargısız infazlar, faili meçhul cinayetler, gözaltında kayıplar, işkence, cezaevlerinde katliamlar, düşünceye hapis, gıda ambargoları... Türkiye'nin değişmez gerçeği olan insan hakları ihlalleri doludizgin sürerken bir insan hakları haftasına daha girdik. Helsinki Zirvesi ve Avrupa Birliği'ne üyelik tartışmalarının gündemin birinci sırasına oturduğu bu hafta aynı zamanda, emek örgütlerinin, OHAL'in kaldırılması ve Kürt illerinde yaşamın normale dönmesi için başlattığı kampanya nedeniyle de önem taşıyor. Ayrıca, PKK lideri Abdullah Öcalan hakkında verilen idam kararı nedeniyle ölüm cezasının da güncellik kazanması, konunun hukuk çevrelerinde yoğun olarak tartışılmasını beraberinde getirdi. Tüm bu olgular önümüzdeki dönem demokrasi mücadelesinin yükseleceğini gösteriyor.
Türkiye'nin insan hakları ve demokrasi açısından bugünkü karnesi ve demokrasi mücadelesi üzerine görüşlerine başvurduğumuz İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Semih Gemalmaz da, emekçilerin ve demokratların, öteden beri ülkenin demokratikleşmesi gerekliliğinden söz ettiklerine dikkat çekerek, ekledi: "Türkiye'de demokratik ve toplumsal bir muhalefet var. Çok özverili bir demokrasi mücadelesi sürdürülüyor. Savunulan talepleri dile getirmek için bile başlı başına riskler göğüsleniyor." Gemalmaz, ölüm cezaları karşısında ilkesel bir tavır sergilemek gerektiğine dikkat çekerek, bunun demokratlığın süzgeci olduğunu vurguladı.
Temel hak ve özgürlükler ekseninde ele alınacak olursa, Türkiye sizin gözünüzde nasıl bir görünüm sergiliyor?
Kamuoyunda genel olarak, 1961 Anayasası'nın demokratik özellikler barındırdığı yönünde ve üzerinde herkesin uzlaştığı bir tez vardır. Birçok yönüyle, -hele 82 Anayasası ile karşılaştırıldığında- bu doğrudur. Türkiye, 12 Eylül 1980 darbesi ile fiili olarak işbaşına gelen bir rejim içerisine girdi. İktidarı fiilen gasp eden darbe erki, Türkiye'nin, o ana kadar yürürlükte olan ve siyasi ve hukuki düzenin çerçevesini oluşturan bütün mevzuatını tersyüz etti. Kanunlar, kanun hükmünde kararnameler ve Milli Güvenlik Konseyi bildirileri ve kararları olmak üzere, 900'e varan sayıda hukuk belgesi üretildi. Bu belgeler, sözde sivil rejime geçilen tarihi de kapsar. Burada, sözde sivil rejime geçilen tarih için de 6 Aralık 1983'ü almak gerekir. Çünkü darbeden itibaren ilk kez o zaman, seçimle birlikte, TBMM Başkanlık Divanı oluşturuldu. Ancak, o ana dek iktidarda olan Milli Güvenlik Konseyi'nin fiili iktidarı sürdü.
Hemen herkesin görüş birliğinde olduğu diğer konu ise ülkenin demokratikleşmesinin gerekliliğidir. Aksini iddia eden neredeyse hiç yoktur. Gördüğümüz kadarıyla Türkiye'de emekçi kesimler de, demokrat denebilecek kesimler de zaten yıllardır bunu söylüyor.
Türkiye'de demokrasi ve insan haklarına ilişkin çizdiğiniz portreye etki eden faktörler nelerdir?
Burada iki faktör öne çıkıyor. Birincisi, Türkiye'de demokrasi ve insan hakları eksenli bir mücadelenin varlığıdır. Çok özverili bir demokrasi mücadelesi sürdürülüyor. Savunulacak talepleri dile getirmek için bile başlı başına riskler göğüsleniyor. Diğer faktör de, Türkiye'nin içinde bulunduğu bölgesel ve uluslararası örgütlenmeler çerçevesinde -'demokratik' rejimin ihdasına dönük olarak- Türkiye'ye yönelik baskıların ve taleplerin varlığıdır.
Türkiye'nin demokratikleşmesi sorunu, en son olarak, AB'ye tam üyelik sürecinde, adaylığın tescil edilip edilmemesi üzerine yürütülen tartışmalar ekseninde bir kez daha gündeme geldi. Keza süreç içerisinde, PKK şefi Öcalan'ın yargılanması ile güncelleşen idam meselesi, DGM'lerin kompozisyonu meselesi, düşünce ve ifade özgürlüğü önündeki kayıtlamalar ve yine bu konuda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)'nce Türkiye'yi mahkûm eden pek çok kararın verilmiş olması sorunu, siyasal parti kapatma davalarının ve başta Güneydoğu ağırlıklı olmak üzere hak ihlallerine ilişkin davaların AİHM önünde Türkiye aleyhine neticelenmiş olması 'demokratikleşme' yönündeki taleplerin dayanağını oluşturuyor. Ayrıca Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS)'nin 2. maddesindeki yaşam hakkı, 3. maddesindeki işkence ve kötü muamele yasağı, 5. maddesindeki kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı ve 6. maddesindeki adil ve usulüne uygun yargılanma hakkını eksen alan şikâyetlerde, Türkiye'yi mahkûm eden çok sayıda kararın çıkartılması, demokratikleşme yönündeki uluslararası baskının hukuksal dayanaklarını oluşturuyor.
Bölgesel ve uluslararası örgütler tarafından Türkiye'deki insan hakları ihlallerine ilişkin verilen cezalarda başka hangi uluslararası belgeler dayanak alınıyor?
Avrupa İşkenceyi Önleme Sözleşmesi, Türkiye tarafından imzalanmış. Onun uyguladığı birtakım yaptırımlar var. Keza Türkiye, Birleşmiş Milletler İşkenceyi Önleme Sözleşmesi'ne de taraf olmuş. Bunun da kendi içerisinde bazı yaptırımları var. Her iki mekanizma içerisinde de, en ağır yaptırımların uygulandığı sözleşme tarafı olan devlet ise yine Türkiye. Dolayısıyla bunlar da uluslararası siyasal organlarca, kuruluşlarca yöneltilen 'demokratikleşin' yönündeki baskılara hukuksal malzeme sunan verileri teşkil ediyor. Bu veriler kullanılarak, Avrupa Birliği'nin siyasal nitelikli organlarının; özellikle Avrupa Parlamentosu'nun Türkiye'ye yönelik çok sayıda kararında, işte bu uluslararası ve bölgesel insan hakları kuruluşlarının kararları ve imzalanan belgeler referans olarak kullanıldı.
Türkiye'de 'ölüm cezası' karşısında sergilenen tavıra bakıldığında, değişik toplum kesimlerinin farklı görüşler arkasında toplandığını görüyoruz. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Genel olarak, kişi ya da grupların ölüm cezası karşısındaki tutumu, aynı zamanda o çevreyi değerlendirmemize yarayacak bir süzgeç rolü görür. Zira ölüm cezasına karşı olmak tümüyle ilkesel bir sorundur. Ölüm cezasına ya karşı olunur, ya da olunmaz; bunun arası yoktur. Oysa Türkiye'de bazı kişi ve grupların ölüm cezasına karşı alınacak tavır konusunda net olmadığı gözleniyor.
Bugün savunulması gereken taleplere gelince... 6 No'lu Protokol'de bulunan bazı maddeler savaş zamanında işlenen suçlar için ölüm cezasının saklı tutulabileceğini söyler. Bugün, yaşamın devlet tarafından gasp edilmesi olgusu karşısında savunulması gereken, savaş-barış ikiciliğine yer vermeksizin ölüm cezasının kaldırılmasıdır.
Bununla birlikte yalnız Türk Ceza Kanunu (TCK) değil, Anayasa'da yer alan, ölüm cezası ile ilgili hükümler de değiştirilmelidir. Bir başka tartışma konusu olan şey ise ölüm cezasının ne ile ikame edileceği sorunudur. Kimi sözde demokratlar idam yerine af imkânı olmayan ömür boyu hapis cezasının konulmasını istiyor. Af imkânı olmaksızın ömür boyu hapis cezası, insan hakları standartlarına aykırı bir cezadır, savunulacak bir yönü yoktur.
ÖNCEKİ HABER

İnsan hakları haftası başladı

SONRAKİ HABER

Tutuklular 'yaşam hakkı' için

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa