18 Kasım 1999 22:00

Tanelerin ekonomi politiği!

Altın Portakal Film Festivali'nde ödül törenine kadar gözlerden uzak olan 'Salkım Hanımın Taneleri', bugün gösterime giriyor.

Paylaş
Tanelerin ekonomi politiği!
Şenay Aydemir
Tomris Giritlioğlu'nun Altın Portakal Film Festivali'nde beş ödül kazanan filmi 'Salkım Hanımın Taneleri', bir dönemin kısa tarihine yaptığı tanıklıklarla bugünün Türkiye'sinin egemenlik ve sermaye ilişkilerine de gönderme yapıyor. Bugün gösterime girecek olan film, Antalya Altın Portakal Film Festivali sırasında ödül törenine kadar en az konuşulan film olmuştu.
Bir tren garının gri tonları ve bir o kadar gri yüzlerle birlikte açılıyor film. Gri bir İstanbul'da bekleyenler ve beklenenler. Giritlioğlu'nun kamerası bizlere böylesine bir tarihin anlatılacağını gösterdikten sonra bir yıl geriye götürüyor. Niğde'den zengin olmak hayallariyle İstanbul'a gelen Durmuş (Zafer Algöz), hemşerisi Bekir'in (Güven Kıraç) yanına yerleşir. Bekir, Ermeni soyundan gelen sonradan 'dönen' Halit Bey'in (Kamuran Usluer) yanında çalışmaktadır. Bekir'in bu ilişkileri sayesinde Durmuş'a da bir iş bulunur ve karısı Nimet'le (Derya Alabora) bir ev tutarlar. Küçük bir taşra kasabasının 'sonradan görme' kişisi olan Durmuş, zengin olmayı kafasına koymuştur. Bunun için Halit Bey'in kayınbiraderi Levon'un (Uğur Polat) yardımıyla bir dükkân açar ve ticarete atılır. Aslında her şey yolunda gitmektedir. İstanbul'un esnaf çarşısında Türk, Yahudi ve Ermeni esnaflar birlikte tavla oynamakta, kahve içmekte ve sohbetler etmektedirler. Ama her şey birden değişir. Veraset Vergisi çıkmıştır. Birçok Ermeni elindeki mal varlığından daha fazla bir borçla karşı karşıya bıraktırılır; kimileri toplama kamplarına gönderilir, kimileri ellerindeki malları haraç mezat satılığa çıkartır.
Bir melodram filmi olarak nitelendirilebilecek olan 'Salkım Hanımın Taneleri', Veraset Vergisi sonrasında yaşanılan parçalanmayı anlatması, Ermeniler ve Türkler arasındaki suni gerilim göstermesi ve önemli bir tarihsel gerçeğe cesurca parmak basması bakımlarından önem taşıyor kuşkusuz. Türkiye sinemasında 'tarihsel' olma nitelikleri gösteren ve doğrudan 'cumhuriyet' iktidarına sorular yönelten, ince düşünülmüş, üzerinde çalışıldığı belli olan ve oyuncularının gösterdikleri performansla da dikkat çeken bir film 'Salkım Hanımın Taneleri'.
'Vergisini ödemeyen' Ermenilerin toplantığı Aşkale Toplama Kampı'ndan, İstanbul'un konaklarına kadar önemli tarihsel öğeleri, doğru bir biçimde kullanan Giritlioğlu, söz konusu olan Salkım Hanımın Taneleri'yle aslında Türkiye'de ulusal sermaye yaratma çabalarına ve sermayenin el değiştirmesinin ince bir ironisini yapıyor.
Film melodrama dayalı biçiminden ayrılıp kavrandığında; söz konusu tanelerin bir dönem içinde 'asilsaze bir Ermeni'nin boynudan, bir Türk yosmasınını boynuna geçişinin; Türk ulusal sermayesinin soysuz temellerinin öyküsünü görmek de mümkün.
Üzerine kurulu olduğu temel bir karakter olmamasına reğmen, Durmuş'un film boyunca devam eden seyri bu görüntüyü daha da netleştiriyor. İlk sermayesini 'faili meçhul'e kurban götürdüğü bir mutemedi öldürerek elde etmesi; Veraset Vergisi'ni fırsat bilerek Ermenilerin -kendisinden yardım edenlerden dahi- ellerindeki malları haraç mezat satın alması; adliyelik bütün işlerinin Ankara'dan halledilmesi bizlere tanıdık geliyor. Bir başka önemli karakter de önceleri Haluk Bey'in, sonradan da Durmuş'un metresi olan Nefise'nin (Zuhal Olcay) öyküsü. Onun Haluk Bey'in varlıklarına el konduktan sonra Durmuş'la olan ilişkisinin herhangi bir duygusal yanı yok. O Nora'nın (Hülya Avşar) boynunda asılı duran tanelerin peşinde. Ve onları alıncaya kadar da herkesle yatmaya, istenilen her şeyi yapmaya hazır!
Yılmaz Karakoyunlu'nun aynı adlı romanından Etyen Mahçupyan ve Tamer Baran tarafından oluşturulan senaryo; birbirinden bağımsız aktardığı öyküleri, bir bütünlük içinde ve sonunda aynı noktaya bağlamayı başarıyor.
Filmin dikkate değer bir başka yanı da, bütün bu süreçler boyunca Ermenilerin yaşadıkları 'trajedi'nin öyküsünü sonuna kadar takip etmesi. İstanbul'un hanlarında, konaklarında başlayan öykülerin 'Aşkale Toplama Kampına' kadar uzanması. Burada borçları karşılığında çalıştırılan Ermeniler ve Türkler arasında yaşanan diyaloglar ve bir ateşin başında söylenen ortak bir türkü. Bütün bu bileşenler, birbirinden bağımsız, ama bütünlüklü bir çerçeve içinde aktarılan öykünün önemli öğeleri.
Sağlam bir oyuncu kadrosuyla çalışan Giritlioğlu'nun yönetiminde Levon rolünü oynayan Uğur Polat, rolüyle aynılaşıyor. Zafel Algöz, Türk sinemasında az rastlanır türden bir inandırıcılıkla kötü adam oluyor. Güven Kıraç, özellikle finale doğru ağırlığını koyuyor. Ve medyada gündemden düşmeyen Hülya Avşar, hiç konuşmadığı film boyunca o mahur ve ezilmiş kompozisyonu büyük bir ustalıkla gerçekleştiriyor. Belki yalnızca sinemayla ilgilenmeli.
ÖNCEKİ HABER

Erzurumlu işçiler Ankara'da

SONRAKİ HABER

BAV operasyonu politik

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa