30 Eylül 1999 21:00

İşgüvencesi olmadan

   işsizlik sigortası olmaz

Paylaş
İşgüvencesi olmadan
    işsizlik sigortası olmaz
Şengül Karadağ
İlk kez 1901 yılında İngiltere'de, 1927 yılında da Almanya'da uygulanmaya başlanan, daha sonra da bütün Avrupa ülkelerinde yaygınlaşan işsizlik sigortası, bu yıl, Sosyal Güvenlik Yasası'yla birlikte Türkiye işçi sınıfının en önemli gündemlerinden biri haline geldi. Yüzbinlerce işçinin "hayır" dediği Sosyal Güvenlik Reformu Yasası'yla birlikte hükümet tarafından 'bahşedilen' işsizlik sigortası gerçekten işsizlik tehlikesine karşı bir 'sigorta' olacak mı, yoksa bir aldatmaca mı? DİSK uzmanlarından Ahmet Asena, konuyla ilgili sorularımızı yanıtladı.
İşsizlik Sigortası Yasası kimleri kapsıyor? Başka bir ifadeyle işsizlik ödeneğinden yararlanabilmenin koşulları nelerdir?
Asena: İşsizlik ödeneği, belli bir süre sigortalı çalışmış ve prim ödemiş olmayı zorunlu kılıyor. Aynen şöyle diyor yasada; "Kuruma süresi içinde şahsen başvurarak yeni bir iş almaya hazır olduklarını kaydettirmeleri, hizmet akitlerinin sona ermesinden önceki son 3 yıl içinde en az 600 gün sigortalı çalışıp işsizlik sigortası primi ödemiş ve işten ayrılmadan önceki son 120 gün içinde prim ödeyerek sürekli çalışmış olmaları kaydıyla işsizlik ödeneği almaya hak kazanırlar." Burada aslında birden fazla kriter devreye giriyor: Son 3 yıl içerisinde 600 gün sigortalı olarak çalışmış olmak lazım. Ama bunun 120 günü iş akdinin feshedilmesinden önceki dönemde çalışıyor olmak lazım. Dolayısıyla esas olarak bu yasa, düzenli iş sahibi olan insanların işsiz kalmasına dayalı olarak gündeme gelen bir şey.
Başvuru sırasında grev ve lokavt döneminde olanlar, tarımda çalışanların, askerlik yapanların, cezaevlerinde çalışanların, psikolojik tedavi görenler de yasadan yararlanamıyor...
Asena: Evet. Gözüken odur ki, yasanın esas olarak kapsayacağı kesim sigortalı ve hatta sendikalı olarak çalışma şansına sahip olan azınlıktaki işçi grubu olacak. Sigortasız olarak çalıştırılan bir işçinin işsizlik sigortası alabilmesi mümkün değildir. Zaten bizim baştaki itirazımız da bu buydu. Bunları yapmadan bu yasayı çıkartmak, hülledir aslında.
Baktığımız zaman Türkiye'de sigortalı işçi sayısı 4.5 milyon. Bunun yüzde 50'sinin aylık ödeneklerinin tam olarak yatırılmadığını düşünün -ki bunlar SSK'nın rakamları- demek ki baştan o nüfusun yarısı sigortalı olmasına rağmen işsizlik sigortasının dışında kalıyor. Çünkü adamın ayda 10-15 gün prim ödemesi varsa otomatikman yasa gereğince kapsam dışına çıkıyor. Çünkü işten atılmadan önceki 120 gün kesintisiz prim ödemiş olması gerekiyor.
Geriye 2 küsur milyon insan kalır. Bunlar da sadece yararlanma potansiyeline sahip olanlardır. Ödemelere başlanıncaya kadarki süre içerisinde bu potansiyelin nasıl bir evrime uğrayacağını hep birlikte göreceğiz.
Tehlikeli bir durum da ücretsiz izin uygulamalarında yaşanacaktır, ki ekonomik kriz nedeniyle batan işletmelerde çok sık karşılaşılan bir şey bu. İşveren der ki 'Ben 6 ay sonra kendi toparlayabilirim, sizi 6 aylık izne çıkartıyorum.' Altı ay ücretsiz izne çıktınız, döndünüz, 15 gün işbaşı yaptınız, işinize son verildi. İşsizlik sigortasından yararlanamıyorsunuz. Daha önce 600 gün prim ödeme süresini doldurmuş olmanız da hiçbir şey ifade etmiyor. Dolayısıyla işsizlik ödeneğinden potansiyel olarak yararlanabilecek 2 milyon civarında insanın da pratikte neyle karşılaşacakları belli değil.
İşsizlik ödeneğine hak kazanabilmek için aranılan "kendi kusuru olmaksızın işten çıkarılmış olma" şartı ne gibi sonuçlara yol açabilir?
Asena: 'Kendi kusuru olmaksızın' diye getirilen nokta kötü niyet halinde ciddi problemlere neden olabilecek bir hadise. Diyelim ki; işveren hakaretten dolayı çıkarırsa bu işçinin kendi kusuru oluyor. Hakaret, çok rahatlıkla kullanılabilecek bir şey. Hele ki sendikal örgütlenme gibi birtakım işler de varsa, kusur yaratma noktasında çok karşılaşılan bir durumla karşı karşıya kalınmış olunacak. Zaten işgüvencesiyle bağlanmaksızın işsizlik sigortasının çıkmış olması asıl problem. Hadi kendi kusuru olmadığına dair mahkeme sürecini yaşayıp bu tazminatı tekrar kazanmak mümkün diyelim. Ama işgüvencesi olmadığı zaman işsizlik sigortası getirdiğinizde, bu, insanların 'Nasılsa sigortan var' denilerek işten çıkartılması sonucunu doğurabilir.
İşsizlik Sigortası Fonu'nun, İş ve İşçi Bulma Kurumu bünyesinde bir daire başkanlığı olarak tanzim edilmesi planlanıyor. Sigortanın uygulanmasını İş ve İşçi Bulma Kurumu, sigorta primlerinin toplanmasını ise SSK üstlenecek. Ayrıca fon yönetimi idari ve mali yönden özerk değil. Bu yöntemle ilgili düşünceleriniz nedir?
Asena: Yasanın uygulanmasının SSK ile İş ve İşçi Bulma Kurumu arasında paylaşılmış olması ciddi problemler doğuracak. Zaten her iki kurumun da yetersizliğini düşünürsek, yaşanacak sorunların ikiye katlanması anlamına gelir bu.
Kaldı ki hiçbir fon, kendi amacına uygun olarak kullanılmıyor. En yakın örneğini depremle yaşadık. Yıllarca bizden afet fonu için para kestiler. Deprem oldu fonda para yok. Para toplanıldığı zaman bu fona aktarılıp aktarılmayacağı, herhangi bir durumda hatalının kim olduğu, kimden hesap sormanız gerektiği filan belirsiz.
Diğer yandan fon yönetimi de hükümet ağırlıklı olarak oluşturulmuş vaziyette. Hükümet kendisinin doğrudan çok ciddi katkılarının bulunmadığı bir fonun yönetimini üstlenmiş bulunuyor. Bu bana çok mantıklı gelmiyor. 'Bütün parayı kendisi versin, kendisi yönetsin' demek daha rasyonel bir şey.
Peki bütün bu şartlar yerine getirilerek işsizlik ödeneğine hak kazanan bir işçinin, bu hakkını kaybetmesi hangi nedenlere bağlı?
Asena: Kurumca tespit edilen, mesleklerine uygun ve son çalıştıkları işin ücret ve çalışma koşullarına yakın ve ikamet edilen yerin belediye mücavir alanı içerisindeki bir işi haklı bir nedene dayanmaksızın reddedenler bu haklarını kaybediyor. Bu ödeneği alırken başka bir gelir getirici işte çalıştığı veya bir sosyal güvenlik kuruluşundan para aldığı saptanan kişiler ile 'meslek geliştirme' gibi kurum tarafından verilecek kursları kabul etmeyenler ya da kabul etmesine rağmen bu kurslara katılmayanlar da işsizlik ödeneğini kaybediyor. Bir de bürokratik prosedürü yerine getirmemesi halinde ödenekler kesiliyor.
Baktığınız zaman işsizlik ödeneğinin süresi maksimum olarak bir yıllık bir süreye çıkabiliyor. İş ve İşçi Bulma Kurumu'nun istatistikleri üzerinden iş bulma oranlarını takip ettiğinizde büyük bir çoğunluğun bir yılı aşkın bir süredir işsiz olduğunu görürsünüz.
Bütün bu koşulları taşıyan ve işsiz kalan sigortalıya verilecek ödenek, 16 yaşından büyükler için uygulanan asgari ücret ile sınırlandırılıyor. Bu ne anlama gelir?
Asena: İşsizlik sigortasında ücretlerle ilgili olarak getirilen sınırlamalar, pratikte bir hayli sorun çıkaracak. Birincisi getirilen sınırlama düzeyine baktığımız zaman çalışanın yaşam standartını korumak diye bir şey söz konusu değil. Ancak yaşamını idame ettirmesi gibi bir mantıkla hazırlanmış olduğunu görüyoruz. Batı örnekleri böyle değil. Esas, kaygı yaşamının kalitesini de koruyarak sürdürmek olmalı.
Artı, "16 yaşını dolduranlar için belirlenen asgari ücretin netini geçemez", beraberinde "başka bir yerden gelir elde edemez" dediğin andan itibaren ortaya şöyle bir tablo çıkıyor: Diyelim ki birisi 200 milyon lira net maaş alıyor ve işsiz kaldı. Bu insana başka bir yerde çalışma, asgari ücretle yani 90 küsür milyon lira ile yaşa, diyorsunuz. Şimdi 200 milyon alan biri o rakamla yaşamaya başlayacak. Bir süre sonra tabii yaşayamayacak. Gidip bir yerden gelir elde etmenin yolunu arayacak. Yani insanlar yasaya karşı hile yolunu arayacaklar. İşverenler de arayacaklar. Dolayısıyla tam anlamıyla bir kokuşma ve çürüme doğuracak.
Yeni Sosyal Güvenlik Yasası'nda zorunlu tasarruf kesintileri kaldırılarak, yerine aynı oranlarda işsizlik sigortası kesintisi getiriliyor. Ancak Zorunlu Tasarruf Fonu'nda biriken 3.5 katrilyon liranın, çalışanlara geri ödenmesi konusuna yer verilmiyor. Bu konunun belirsizliğe terk edilmesinin sebebi nedir sizce?
Asena: Bakan bununla ilgili olarak "Bu sadece Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'nın yetkisinde olmayan bir şey. Hazine'yle de konuşmamız lazım. Maliye'yle de konuşmamız lazım" dedi. Tabii bunun siyaseten bir anlamı yok. Bu konuşmaları ben yapmayacağım, yapmış olmaları gerekiyordu. Sanıyorum fonda biriken rakamın büyüklüğü karşısında, peşlerinden atlı kovalar gibi deprem sonrasında yasa çıkaran hükümet, buna bir çözüm üretemedi. Yani ödememenin yoluyla ilgili bir çözüm üretemediği için bununla ilgili herhangi bir şey söylemedi.
Çalışanlardan kesilerek fonda biriken bu paranın çalışanlara iade edilmesi gerekir. Zorunlu Tasarruf Fonu'nun nakit olarak ödenerek tasfiyesi lazım. Bunun mümkün olacağı kanaatindeyim. Nasıl iç borçların faizlerini ödüyorlarsa -ki bunlardan çok daha yüksek tutarda rakamlar- devlete zorunlu olarak borç veren ve reel olarak eksi faizler alma durumunda olan insanlara hayli hayli ödeyebilirler. Bunun 'para yok'la izah edilebilir bir yanı yok. Yüzde 27 net faiz verdiklerine ödemesinler, bize ödesinler. Bu para ödenecek, bulacaklar, ödeyecekler. Aksi halde işçilerin ciddi bir tepkisiyle karşı karşıya kalırlar.
Bu haliyle bile işsizlik sigortasına tahammül edemeyen işverenler, işçilerin kıdem tazminatlarını tartışma konusu yapıyorlar. Bu iş güvencesi için de geçerli. Çalışma Bakanı Okuyan, işgüvencesi yasasının Meclis'e gelmesi için işçi ve işveren kesimi arasında uzlaşma şartı getirdi. Kıdem tazminatı üzerinden bir uzlaşma söz konusu olabilir mi?
Asena: Kıdem tazminatıyla işgüvencesini karşılıklı koymak, Süleyman Bey'in tabiriyle söyleyeyim, abesle iştigal etmektir. İşverenler tarihsel olarak yasanın çıktığı tarihlere gönderme yapıyorlar, işgüvencesi olmadığı için kıdem tazminatı getirildi diyorlar. Avrupa'dan örnekler veriyorlar. Bütün bunlara 'evet' diyelim. Ortalama yaşam düzeyini, çalışanların toplum içerisindeki haklarını o örnek verdiği ülkelerdeki düzeye getirsin, biz de oturalım bunu konuşalım. Ama siz insanların büyük bir bölümünü sigortasız çalıştıracaksınız. Büyük bir bölümüne asgari ücret ödeyeceksiniz. Büyük bir bölümü her an işten atılma riskiyle karşı karşıya olacak ve kıdem tazminatını ortadan kaldıracaksınız.
Kıdem tazminatı Türkiye'de çok farklı bir işlevi olan bir olay. İşgüvencesiyle sınırlı bir olay değil sadece. Sigortasız işçi çalıştıran işveren dahi kıdem tazminatı ödüyor Türkiye'de. Birçok yerde bu örnek yaygın. Çünkü yerleşmiş teamül, bunun işçinin yıpranması karşılığı olmasıdır. Gerekçede ne yazdığı beni çok ilgilendirmiyor şu anda. Teamül olarak ortaya çıkan bu.
Kamu çalışanlarının emeklilik ikramiyesi var. Bu işgüvencesinin karşılığında mı? Hayır. Kamuya yapmış olduğu hizmetler sonrasındaki yıpranmasının payı olarak ödeniyor. Kıdem tazminatı da artık Türkiye'de bunun üzerinden kuruluyor. Kıdem tazminatını işgüvencesinin karşısına koymak... Ben bunu kötü niyet diye nitelendiriyorum.
Peki nasıl bir işsizlik sigortası?
Asena: İşsizlik sigortası esas olarak insanların yaşam standartlarını korumayı esas almalı. İnsan olmaktan kaynaklandığını düşündüğünüz bazı hakları varsa, konut edinme gibi, karnını doyurma gibi, kendini geliştirme gibi, kendine ve ailesine güvenilir bir gelecek kurma gibi hakları varsa, işsizlik sigortasının kendisi bu hakların korunmasını sağlayacak bir paketin parçası olabilir. Hepsini işsizlik sigortasına koyamayabilirsiniz. Ama böyle bir paketin parçası olduğu takdirde bir anlam ifade eder.
İkincisi mutlaka işgüvencesiyle bağlantılı oluşturulması gerekir. Bunu yapmadan sadece 'ben sana hayatını sürdürmene ve asli olarak da kendi hayatını sürdürmene yetecek bir ücreti ödeyeceğim' dediğiniz takdirde işsizlik sigortası tatmin edici bir şey olmaktan uzak hale gelecektir.
Bunu nasıl çözeriz... Valla herhalde bu yasa üzerinde daha çok tartışma olacaktır. İşgüvencesiyle birlikte işsizlik sigortası da tartışmaya girecek.
Bu maç daha yeni başlamış bir maç. Çalışanların aslında bunu görmesi lazım. Yani 'Yasa çıktı, yapacak bir şey yok' denilmemesi gerekir diye düşünüyorum. Zaten önümüzdeki dönem Meclis gündemine gelecek olan yasalar, bu yasanın ayrılmaz parçası halindeki yasalar. O açıdan Emek Platformu'nun bu yasalar karşısında da Sosyal Güvenlik Yasası'na gösterdiği direnci göstermesi gerekiyor. Çünkü bu yasalara karşı durmak aslında sosyal güvenlik yasasına da karşı durmaktır. DİSK'in Genel Başkanı, 'Bu yasayı çıkarttık diye kimse sevinmesin, bu yasanın uygulanmasını engellemek için elemizden geleni yapacağız' demişti. O fikir halen geçerlidir.
ÖNCEKİ HABER

AGSK projesi işlemeye başladı

SONRAKİ HABER

Eyvah Meclis yine açılıyor!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...