15 Ağustos 2011 11:19

Öğretim elemanlarına ‘Akademik karşı duruş’ çağrısı

Öncelikle bilimin ve bunun uzun süredir yuvalanabildiği tek yer olan Üniversite’nin, rüştünü ispat sürecine bakmamız gerekiyor. Zira üniversiteyi akademiden ayrı düşünemediğimiz en az 400 yıl geçirdik. Hatta, dinden ayrılıp, deneye ve etiğe yönelmelerini üniversitenin henüz cenin haldeki bir nüvesi olar

Öğretim elemanlarına ‘Akademik karşı duruş’ çağrısı
Paylaş
Prof. Dr. H. Neşe Özgen

Elbette, yönetici olarak atanma koşulu, bilimsel çalıştığını iddia eden bir kurum olmanın tek kanıtı değil. O kurumun bilime kalkıları ve akademiyi besleme yollarını asıl kanıtlar olarak ele almak gerekiyor.

ÜNİVERSİTELERE ‘SIKI DAYAK’

Türkiye’de üniversitenin, kendi bağımsız bilim anlayışını gösterebildiği -ve sıkı dayak yediği- iki dönemeci var: Dar-ül Fünun ve 1948 sürgünlerinin yaşandığı dönemler. Her ikisinde de Üniversite kendi rüştünü ispatlayamadı, sosyal bilimleri, özellikle onları koruyamadı; sosyal bilimleri feda ederek, bilimi muhafaza edebileceğine dair ciddi bir yanılgı içine girdi. Türkiye’nin üniversite ve sosyal bilimlerinin bağımsızlığına dair serüveni böylece başladı ve bu serüvendeki ilk sınavlarında deyim yerindeyse ‘çuvalladı’. Kendi özerkliğini koruyamadı ve ilmiyye, kulluktan kurtulamayışının öyküsünü yazmaya başladı.

İLK HEDEF SOSYAL BİLİMLER

Oysa, bir ülkenin değişim ve dönüşüm dönemlerinde sosyal bilimlerin ne denli önemli olduğunu biliyoruz. Öte yandan, bir ülkede değiştirme hareketine kalkışanların, öncelikle sosyal bilimlere el attığını da biliyoruz. 1400’lerdeki Bologna dönüşümü, Felsefe, Roma Hukuku ve Sosyal Bilimlerin üniversiteye girmesiyle başladı. 1980 Askeri Darbesi’nin ilk vurduğu bölümler sosyal bilimler bölümleriydi. Neo-liberalizm, üniversite müfredatlarını ilk olarak sosyal bilimlerde değiştirmeye başladı. “Girişimcilik”, “Yönetişim”, “Yönetim”, “İşletim, işletme” vb. adlarla bazı ‘ideolojik ve kökü dışarda(!)’ öğretiler sosyal bilimlere sokularak; temel entelektüel ve eleştirel bilgilerin yerine geçirilmeye başlandı.

ÜNİVERSİTELER CİDDİ BİR DÖNÜŞÜM İÇİNDE

Neden bunları konuşuyoruz? Zira, Vakıf Üniversiteleri’nden başlayarak yayılan gerilemenin anlaşılabilmesi için, şimdiki mücadele alanlarımızı sadece “İyi yönetilmeyen ve/veya iyi üniversite olamamış birkaç üniversitenin işgören hakları” meselesine sıkıştırmamak gereklidir. Üniversiteler, ciddi bir dönüşüm içindeler. Dünya’da pek çok örneğini gördüğümüz üzere, üniversiteler eleştirel aklı besleyen temel görevlerini terkedip, bilimi bir kültür olarak öğreten, iş buldurmaya yönelik olmayı öne çıkaran, bir konu üzerinde yıllardır uzmanlaşmış bilim insanlarının değil de, bir konuda biraz fikri olan herkesin ders verebileceği yerler olmaya doğru gidiyorlar. Bugün Türkiye’de vakıf olsun kamu olsun, sosyal bilimlerin büyük bir saldırı aldığını ve öncelikle bu bölümlere yönelik ciddi saldırıların bulunduğunu söyleyerek konuşmaya başlayalım.

ÜNİVERSİTE-ŞİRKET

1990’ların sonunda ard arda kurulmaya başlayan ve galatat’ı özel üniversite olarak geçen Vakıf üniversitelerindeki direnme ve akademik karşı koyuşların, en nihayet kamuda yankı bulabildiği bir döneme girdik. Bu üniversitelerin ‘özel’ üniversite adıyla anılması, elbette halkımızın o güzel sadeleştirmesiyle, o üniversitelerin aslında birer şirket oluşumu olduğunu içten bir bilgiyle tesim etmesinden kaynaklanıyor.

Nasıl oldu da, hepi topu 10 milyon doları bulabilen tüm bu ‘şirketler’ kendilerine ciddi prestij ve yeni iş alanları açma yolu olarak gördükleri birer üniversite açabildiler? Nasıl oluyor da, YÖK, devlet üniversitelerinde belirli öğretim üyesi sayısı olmayan onlarca doktora programını kapatıyor da, özel üniversiteler bir profesör, iki yardımcı doçent ile üç bölüm, bir merkez, ve ek olarak iki yüksek lisans ve bir doktora programını yürütebilme iznini alıyorlar? Nasıl oluyor da, Sayıştay’ın her yıl yaptığı AYNI uyarılar, yıllarca düzeltilmeden kalabiliyor bu üniversitelerde? Bunlar elbette YÖK’ün yanıtlaması gereken sorular. Ama bizim, yani bu üniversitelerde bir süre çalışmış olanların, şimdi “Akademik haklar”, “İş/işçi hakları” ve hatta –şaşırmayın- “insanca, insana yaraşır bir işyerinde çalışma hakkı’ olarak formüle ettğimiz bu mücadele sürecinde, bazı iddialarımız ve karşı koyuşlarımız var.

AKADEMİK KARŞI DURUŞ ÇEMBERİ

Vakıf Üniversiteleri Çalışanları Platformu, bir network olarak işliyor ve tüm vakıf üniverstelerindeki akademik, etik,  finansal ve iş’e dair süreçleri denetlemeyi ve bir karşı koyuş çemberi yaratmayı hedefliyor. Biliyorsunuz Bilgi Üniversitesi’nden Ağustos ayı içinde 25 akademisyenin ilişiği kesildi, 2 kişi de emekliye ayrıldı. Ama kıyımın başını sadece bu üniversite çekmiyor. Pek çok üniversitede, büyük işten çıkartmalar olduğunu biliyoruz. Hemen her üniversitede mobbing, yıldırma, itibarsızlaştırma ile atbaşı giden; işten atma tehdidi, hakaret ve maaş indirimleriyle cezalandırmaya ve hukuk sürecine başvuranları kara listeye alma ile devam eden birçok haksızılığa karşı da bir direnme ve akademik karşı koyuş networku oluşturmaya ve birbirimize destek olmaya çalışıyoruz. Bu hususlarda, dünyadaki örneklerle birleşmeyi, Türkiye içinde de bir akademik karşı duruş çemberi yaratmayı da hedefliyoruz.

KÂR HIRSI

Elbette Vakıf Üniversiteleri’nin bu yeni hali, dünyada akademiyi itibarsızlaştırarak, üniversiteleri birer ‘iş edindirme’ kurumu olarak meşrulaştırmaya çalışan anaakımlardan ayrı değildir. Bilimden özellikle sosyal bilimden korkudan ve sosyal bilimi ahlak ve ideoloji zeminine indirgemeye çalışan Anglo-Amerikan ‘iş-letmecilik’ anlayışından ayrı değildir. Ama Türkiye’deki bu pervasız saldırının kendine özgü birçok yanları var: Öncelikle, mesele artık üniversite kurma/açma, meslek vb. meselesinin dışına çıkmakta. Üniversiteler hızlı bir yeniden yapılanma içindeler ve yeni sağ’a ideolojik yakınlaşma amacıyla ve tabii üniversitenin dışından gelecek olan ciddi kâr hırslarıyla, akademik olan ne varsa dışarıya süpürüyorlar.

ÜNİVERSİTENİN EN YAYGIN SORUNLARI

Mesele, sadece bazı ‘kötü yönetilen’ ikinci ve üçüncü sınıf üniversiteler meselesi de değildir: ‘Birinci sınıf’ tabir edilen, en akademik ve başarılı olduğunu bildiren üniversitelerden, öyle akademi ihlalleri, öyle akıl almaz etik ve yasa dışı uygulamalar duyuyoruz ki, inanmakta güçlük çekiyoruz. Şimdilik ele aldığımız ve üzerine gittiğimiz en yaygın temel sorunlar:

1. Eksik kadro ile çalışan bölümler, doktora öğrencilerini ve Araştırma Görevlilerini ders vermeye zorlayanlar, 2. Öğrenci çekmek için, aslında kadrosunda bulunmayan, veya bir sonraki yıl bulunmayacağı belli olan öğretim elemanlarını hala kadrosunda gösterenler; açılmayacağı belli olan bölümlere öğrenci alınmış gibi yapanlar, üniversitenin kendi fotoğrafları dışında, ABD üniversitelerinden alınmış fotoğrafları kullananlar, aynı öğretim elemanlarıyla iki-üç bölüm açanlar, olanakları konusunda yanlış ve yalan reklam yapan üniversiteler, 3. Maaş ödemeyen üniversiteler, kendi kadrosu dışında hizmetler kadrosuna alınan öğretim üyeleri (Özellikle araştırma projelerinin parasıyla bursiyerlerin araştırma görevlisi olarak çalıştırılmaları ve doktora öğrencilerinin sigorta sitemine sokulmadan, bursiyer olarak işe alınmaları), 4. Kendi uzmanlık alanı dışında ders vermeye zorlayanlar, İdari kadronun işlerini yaptıranlar (Bir Mütevelli Heyet Başkanı, ‘nasıl olup da, bir Matematik Profesörünün tüm matematik derslerini veremeyecek olduğunu’ hayretle soruyor), 5. Sözleşmesiz veya sigortasız çalıştıranlar (SGK Kayıtlarına bakıyoruz), 6. Mesai saatleri dışında çalıştırılma koşulları dayatanlar (Cumartesi ve Pazar kent dışı tanıtım seyahatleri, öğretim elemanlarının görevleri dahilinde olmadığı halde dış fuarlarda göreve yollanması vb.), 7. İnsani olmayan çalışma koşulları dayatanlar (Kampüsün bütünüyle bir denetim alanı olması ve kafeteryaların, spor salonlarının dahi mesai saatleri içinde yasaklanması vb.), 8. Açılmış ve öğrencilerinden ücretleri tamamen alınmış bölümleri kapatanlar veya programın içini boşaltarak, öğrencileri bu yeni duruma zorlayanlar (Özellikle 1. sınıf üniversitelerden pek çok örneğimiz var), 9. Bilimsel çalışmalarına zaman ayırmak isteyen öğretim elemanlarını istifaya zorlayanlar (Bu konuda açılmış mahkemeler sürüyor), 10. Öğretim elemanın ‘reklam panosu’ olarak görünmeye zorlayanlar (Rektör ve Dekanların, kendilerinden izin alınmaksızın reklamlarda görüntülenmesi vb.), 11.  Bölüm öğretim elemanlarından her yıl belli bir miktar ciro yapmalarını isteyenler, bu ciro –öğrenci- elde edilmezse bölümü kapatarak, gerekçesiz olarak öğretim elemanlarına yol verenler, 12. Öğretim elemanlarını sadece belli konular ve ideolojilerde –neo-liberal vb.- görüş bildirmeye, danışmanlık yapmaya ve kamusal açıklamalarda bulunmaya; şirketlerinin işlerini iyi götürmek için belirli kurumlarla proje yapmaya zorlayanlar, 13. Hocaları, başarısız olan öğrencileri (bunlar genellikle mütevelli heyet başkanı yada rektör’ün bir yakını oluyor) geçirmeye ya da mezun etmeye zorlamayanlar (Hatta bununla ilgili bir öğretim görevlisi direndiği için sözleşmesi yenilenmedi), 14. İndeksli dergilerde yazısı çıkacak olan akademisyenleri, üniversitede çalışı-yor-muş gibi göstererek, yayınını veya projesini kiralayanlar, öğretim gelirlerinden elde edilen parayla, vakfa, vakfın şirketlerine ve inşaata harcama yapanlar, 15. Öğretim gelirleri dışında, kurucu vakıf tarafından bütçelerin hiç destek almaması, 16. Araştırma projelerinden elde edilen gelirin, sözleşmeye rağmen araştırma dışında ve üniversiteyi alt yapı olarak ihya eden işlere harcanması, 17. Vakıf veya şirketin mal varlıklarının, üniversiteye fahiş fiyatlarla kiralanarak, öğretim gelirlerinin zarara uğratılması, 18. Mütevelli heyet üyelerine ve danışman heyetlerine öğretim gelirlerinden yapılan yasa dışı ödemeler, 19. Ünlü öğretim üyelerinin veya çeşitli siyasi networklere mensup olanların; bu ünleri yoluyla vakıf ve şirketlere ticari yarar sağlamak üzere işe alınması olarak sıralanabilir.

TÜM ÖĞRETİM ELEMANLARINA ÇAĞRI

Görebileceğiniz üzere, ana meselemiz, sadece “iş ve çalışma koşullarını iyileştirmek isteyen birkaç hırslı hocanın’ meselesi değil. Aksine biz, üniversitelerin durumunun 17 yaşındaki gençlerin kendileri için daha iyiyi seçmeleri’ne indirgenmesi olarak görülmesine kuvvetle karşı çıkıyor; akademi ve akademik etiği, eleştirel aklı savunmaya, tüm üniversitelerdeki öğretim elemanlarını çağırıyoruz.

ÖNCEKİ HABER

Abbasağa Parkı Fosforoğlu’nu ağırlıyor

SONRAKİ HABER

Asya’da kravatsız ama ciddi zirve

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...