08 Eylül 1999 21:00

Topyekûn bir sinema ustası

Geçtiğimiz sezon teknik olarak yenilenen ve yıllar sonra kendi topraklarında 'özgürce' gösterime giren "Yol" filmi Yılmaz Güney'i ve sinemasını yeniden gündeme taşımıştı.

Paylaş
Topyekûn bir sinema ustası
Melike Arslan - Pınar Şahin
"Yol"un, "Sürü"nün, "Baba"nın, "Umut"un yaratıcısı, Türkiye'nin 'sıradan' insanının hayatından birer 'destan' yaratmasını bilen sinema adamı Yılmaz Güney'in ölümünün üzerinden tam 15 yıl geçti. Geçtiğimiz sezon teknik olarak yenilenen ve yıllar sonra kendi topraklarında 'özgürce' gösterime giren "Yol" filmi Yılmaz Güney'i ve sinemasını yeniden gündeme taşımıştı. Türkiye sinemasının 'dirildi', 'atağa kalktı' serzenişleri arasında sürekli kendi içine kapandığı, 'Amerikalı'laştığı bir toplumsal düzlemde bu buluşma, genç sinemacılar açısından büyük deneyimlerle doluydu kuşkusuz. Yılmaz Güney ölümünün üzerinde geçen bunca yıla rağmen ülke sinemasına getirdiği yeni solukla, tartışılmaya, tartıştırmaya devam ediyor.
Yılmaz Güney'in yakın dostu ve çalışma arkadaşı, Gazeteci-Yazar Mahmut Tali Öngören de onun sinemasının ayrı ve özel bir yeri olduğunu düşünenlerden. Öngören, Yılmaz Güney'in sinema dili, konu seçimi ve hayatına ilişkin görüşlerini gazetemize aktardı.
Sizce Yılmaz Güney sinemasının en özgün yanı nedir?
Yılmaz Güney, Charlie Chaplin gibi topyekûn bir sanatçıdır. Hikâye, senaryo yazıyor, oynuyor ve de yönetiyordu. Bu kadar çok yönlü çalışan birçok sinemacı var ama Yılmaz Güney bunun Türk sinemasındaki tek örneği. Sinemanın aşağı yukarı her yanıyla haşır neşir olan bir insan. Burada bir başka önemli nokta var. Yılmaz Güney "Sürü" filmine kadar hiçbir filminde yazılı bir senaryo kullanmamıştı. Senaryo kafasının içinde ve filmi çekerken bir sahneyi kameramana, oyuncuya da anlatıyordu, oysa normalde bütün sahnelerin ayrıntılarıyla kâğıda dökülmesi gerekiyor.
Örneğin "Baba" filminde kendisiyle ilgili bir bölümü beğenmedi ve o sahneyi yeni baştan yarattı. Kameraların yerleri değişti, çekim açıları değişti, oyuncuların rolleri değişti. Onunla çalışan ekipler filmi çok kısa zamanda yetiştirmek ve senaryosuz çalışmak gibi zorluklara onun etkisi altına girdikleri için katlanıyorlardı. Yılmaz Güney, filmlerinde sürekli bir mücadelenin öyküsünü anlatır. Son derece insancıl bir anlatımı vardır. Bu bakımdan filmin mekanik yanı ikinci boyutta kalıyor, insancıl yanı öne çıkıyor. Kahramanları anti kahramandır, yerine göre korkak, yerine göre mücadelecidir ama klasik kahramanlardan farklıdır.
Yılmaz Güney sinemasını sinematografik açıdan ele aldığımızda, görsel dil, detay, görüntü hakkında neler söylenebilir?
"Umut"la başlayan dönemi içeren filmler; "Umut", "Ağıt", "Acı", "Umutsuzlar", "Baba", "Arkadaş", "Zavallılar", "Sürü", "Duvar" ve bence Türk Sineması'nın baş yapıtı olan "Yol"...
Bu filmleri sadece sinemasal açıdan değerlendirdiğimiz zaman bunlar insanı çok başarılı bir şekilde anlatan (darda olan toplum içinde kendini tanıyamayan, yerini değerlendiremeyen insanları) öyküsü kuvvetli, görüntüleri çok çarpıcı, iyi betimlenmiş mekânlar, ayrıntı zenginliği, başarılı oyunculuk ve başarılı bir yönetim...
Yılmaz Güney'in kişiliğiyle de efsaneleşmesi konusunda neler söyleyebilirsiniz?
Yılmaz Güney'in sinemanın ötesinde halka ulaşan bir yanı var. Bu özel yaşamını da içeriyor. Ama tüm bunların dışında her bakımdan son derece etkileyici karizmatik bir insan. O tutkuları olan bir insandı, çalkantılı bir yaşantısı, silaha ve kumara düşkünlüğü vardı. Ama bu insanlarda bir kızgınlık yaratmıyordu çünkü, Yılmaz'ı kendisi gibi düşünen, başı her zaman dertte olan, ekonomik gücü yetersiz, dardaki, kendi sorunlarını nasıl çözümleyeceğini tam bilemeyen insanlar kendilerine yakın buluyorlar. Bu bakımdan insanların onu yadırgamayıp daha da duygusal bağlar kurduklarını düşünüyorum, kalabalıkar üzerinde büyük etki yaratıyor, insanlar ona baktıkları zaman ve onun içinde bulunduğu olayları gördüklerinde bir bakıma kendilerini buluyorlar.
Devrimci sinemanın özelliklerini göz önünde bulundurarak, Yılmaz Güney'in trajik ve umutsuzlukla biten sonlarını, başkaldırsa bile yenilen kahramanlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kendisi bu konuda, bu sistem içinde bir çözüme inanmadığını yine de ileride yapacağı filimlerde daha güçlü umut verileceğini söylüyor. Türk sinemasında çok iyi filmler var ama devrimci sinemaya yaklaşan Yılmaz Güney dışında isim yok. Devrimci sinemanın sonunda hüsran başarısızlık olmaz mı? Devrimci sinema ille de kahramanların kazanacaklarına dair bir unsur taşımaz. Ama ne olursa olsun sonuca ulaşılsa da ulaşılmasa da mücadele edilecektir. Yılmaz Güney'in filmlerinde hep bu mücadele azmi var. Yılmaz Güney'in bütün filmlerindeki insanlar bazen farkında bile olmadan bu mücadelenin içinde yer alıyor. Mesele devrimci sinema tanımına tıpatıp uygun olup olmamak değil. 1970'ten yani "Umut" filminden başlayarak ölümüne kadar olan kısa bir süre içinde bütün başyapıtlarını ortaya çıkarıyor. Bu başyapıt kabul edilen filmlerin hiçbirinden de yeterince memnun değil, kusurlu buluyor. Devrimci sinemaya yaklaştı dememin nedeni daha çok dış nedenlerdir yani film yapma zorlukları, yasalara takılması, kendi özel yaşamındaki birtakım karışıklıklardan ötürü sorunlar yaşaması, filmlerinin sansüre takılması, filmler sansürden geçmiş olsa bile gösteriminin engellenmesi gibi kendi dışındaki politik, toplumsal, ekonomik engeller onun çalışmalarını zorlaştırıp yavaşlatmıştır.
Yılmaz Güney sinemasında Kürt kimliğinin Kürt gerçeğinin yeri nedir?
Yılmaz Güney filmlerinde Kürt kimliği siyasi propaganda olarak kullanılmaz. Kürt insanının ezilmişliği, baskılar ve zor ekonomik koşullar Türk insanı için de geçerli. Ezilmişlik, yoksulluk, aile ve toplum baskısı ve insanların sorunları nasıl çözülebileceğini bilememe korkusu filmlerindeki başat konulardır. Bunlar aslında ayrım yapılmadan ele alınan ama Yılmaz Güney'in, Kürt kimliği ve doğu kültüründen aldığı duygu ve düşünceleriyle şekillenen hikâyelerdir. Onun filmlerinde Kürtler kadar Türkler de etkileniyor. Filmlerinin evrensel yapısı var. Bu, hem sinemasal açıdan hem de etkili olma bakımından başarıyı getiren bir etkendir.
Yılmaz Güney, feodalizmle, feodal değerlerle mücadele halindedir. Onat Kutlar bir yazısında 'bu hesaplaşmanın serinkanlı bir eleştiriden çok trajik bir boy ölçüşme biçiminde' geliştiğini söyler. Bu noktadan hareketle neler söylenebilir?
Hesaplaşmaktan çok gözlemleyip betimlemenin baskın olduğunu düşünüyorum. Kahramanların kolayca kazanması bütün o gerçekçilik görüntüsünü yıkardı. Yılmaz Güney'in filmlerinde kahramanlar, yerleşik ahlaki değerler, törelerin baskısı ile kötü ekonomik koşullar arasında sıkışıp kalmış, bir çıkış yolu arayan, daha çok farkında olmadan karşı koyan ve sonunda yenilen, yok olan tiplemelerdir. Büyük zaferlerle biten sonların filmin gerçekçiliğine aykırı olacağını düşünüyorum. Örneğin, "Yol"daki bütün mahkûmlar geleneklerinin tutsağıdır ve bu durumu delecek koşullara, kafa yapısına sahip değildirler. Gerçekte de böyledir. Daha çok kendiliğinden gelen bir değişimdir. Filmler trajik bir sonla bitse bile çok ince tespitler var. Bu bakımdan eleştirilen bu yönü beni rahatsız etmiyor.
"Kahramanlık ve kahraman yaratma, her toplumun en etkili sömürü araçlarından biridir" denir. Bu bakımdan sizce Yılmaz Güney kültü toplumu nasıl etkiledi?
Yılmaz Güney önemli bir malzeme, özellikle de popüler kültürün egemen olduğu bir toplumda. Hakkında yazılan yanlış haberler, yazılar, onun ismi üzerinden ün sağlamaya çalışanlar, bayramlarda popüler sanatçıların yanında yer alan Yılmaz Güney kartpostalları... Kapitalizm ve tüketim çılgınlığının yaşandığı bir ortamda gerçekleşmesi kaçınılmaz bir durum. Bugün 'Televole kültürü' o kadar yaygın ki... Yine de bu sömürüye prim vermeyen bilinçli bir kitlesi de var. Ve ben o kitleye güveniyorum.
ÖNCEKİ HABER

Başka çocuklar ölmesin diye!

SONRAKİ HABER

Yüz binlerce insan çadırda

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...