29 Ağustos 1999 21:00

Çürümüşlüğe makyaj tehlikesi

Çürümüşlüğe makyaj tehlikesi
Ayhan Özgür
Devlet ve devlete bağlı kuruluşların depremin yol açtığı yıkım ve on binlerce insanın enkaz altındaki feryadına kulak tıkayan tavrı, bir tartışmayı da başlattı. Devletin bu tür felaketlerde "kurtarıcı" görevi var mıdır; yoksa bu işleri "sivil toplum örgütleri" mi yapar?
Var olan devletin insan karşıtı tutumu ve devleti temsil eden Meclis, hükmet ve Kızılay gibi kurumların halkın ihtiyaçlarını karşılama kaygısından uzak, halka karşı bir pozisyonda olduğunun açığa çıkması; "sivil toplumculara", "2. Cumhuriytçi" takımına halkçı görünme imkânı tanırken, çeşitli kitle örgütlerinin de "devletin yapması gerekenleri" kendi rolü sayarak devleti rahatlatlattıkları da görüldü.
Deprem felaketinde halkın, çeşitli meslek kitle örgütlerinin daha atak davranması elbette depremzedeleri yaşama sarılmasını kolaylaştırdı.
Daha ortada herhangi bir devlet kuruluşu yokken, halkın önce elleriyle kurtarma çalışmasına başlaması, AKUT, TMMOB, TTB, KESK, çeşitli yerel platformlar gibi kitle ve meslek kuruluşlarının EMEP, Emek Gençliği gibi siyasi kuruluşların daha devlet, başabakanın deyimiyle "iletişim ve ulaşım sisteminin çöküntüsünün altında"yken harekete geçmesi; arkasından tüm dünyadan öncelikle "develet dışı kuruluşlar"dan başlatılan yardım atağı elbette depremzedeler ve halk tarafından olumlu karşılandı. Dahası bu durum devletin duyarsızlığını, halkın hayatına değer vermezliğini göstermesi bakımdan da herkes için öğretici oldu. Ama aynı zamanda herkesin kendi tarafına çektiği üstü kapalı, ama yarın açığa çıkacak bir tartışma da başlamış oldu.
İkinci Cumhuriyetçi liberaller "devlet eleştirisi"nde Devlete ve onun kurumlarının aymazlığına ve hantallığına yönelik en sert eleştirler; basın ve TV kuruluşlarından geldi. Başlıca üç büyük medya grubu; Doğan, Dinç Bilgin ve Uzanlar; aralarında renk farkı olsa da, devleti çürümüşlükle, hizmet veremez duruma gelmiş olmakla; iltimasçılık vb. akla gelebilecek ve bir kuruma yöneltilecek bütün sıfatları kullanarak eleştirdiler. Ve bu gazeteleri okuyanlar, bu TV kanallarını izleyenler bu kuruluşları yönetenlerin derin bir halk sevgisi taşıyan, sömürücü, baskıcı sisteme karşı kişiler olduğu intbaına kapılır. Oysa; 2. Cumhuriyetçi takımının içinde ağırlıklı olduğu bu takım; daha dün (tabii bugün de) devleti; sosyal görevlerinden bütünüyle kurtaran, liberal ve sadece güvenilk, savunma, vergi toplama ve mahkemeler ve cezaevlerinden ibaret "küçülmüş" bir kurum olmasını istiyorlardı. Dolayısıyla da; "Şu niye yok, bu niye yapılmyor" diye söyledikleri şeyler, aslında kendi istedikleri devlette de yoktur. Ancak bu kesim; halkı kendi arkalarına almak, onun üstünden bir politika geliştirmek için böyle halkçı; sosyal amaçları olan bir devlet istiyorlar havasında görünmeye özen gösteriyorlar.
"Sivil toplumcular" devleti koruyor
2. Cumhuriyetçilerle devlet konusunda hemen tam bir mutabakat içinde bulunan "sivil toplumcular" ise, kurtarma, "sivil savunma" olarak tarif edilen görevlerin devletin değil sivillerin işi olduğunu, dolayısıyla kurulacak sivil inisiyatiflerin bu görevleri yapması gerektiğini öne sürerek depremin yarattığı psikolojiyi değerlendirmek istemektedirler.
Bu ilk bakışta, halkın kendi kendisini yönettiği "olumlu" bir şey gibi görünse de; mülk sahibi sınıfın devletini sosyal yüklerden kurtaran, onun yapması gereken işleri "vatandaşa" ve "sivil örgütlere" yükleyerek devleti rahatlatan bir yaklaşım olması bakımından halktan çok devlete yarayan bir yaklaşımdır. Nitekim, deprem bölgelerinde, "sivil inisiyatif" oluşturmak isteyenlerin saydıkları gerekçelere bakılırsa; halk ve halk kesimlerinin çeşitli örgütleri bu tür işleri kendi kendilerine yapmalıymış; bunun için devlete ihtiyaç yokmuş!
"Devletin görevi" nedir?
Son deprem felaketi iki şeyi çok net açığa çıkardı. Birincisi; halkın büyük bir dayanışma duygusuyla, diğer emekçilere yardım etmek için elinden geleni yaptığını. Dolayısıyla, eğer ortaya çıkarılabiyorsa; halktaki dayanışma duygusunun, bunca bireycilik propagandasına, kapitalist çıkar hırsının bunca yüceltilmesine karşın yaşadığını göstermiştir. Dolayısıyla, çeşitli kitle örgütlerini ve siyasi örgütlerin halka yardım için girişitikleri yardım organizasyonları, Kızılay'ın yerine geçmek için değildir. Tersine Kızılay'ın, "sivil savunmanın", devletin görevini yapmadığı koşullarda halkın daha büyük zarar görmesini önlemek içindir. Bu nedenle son depremde depremzedelere yardıma koşan emekçiler ve emekçi örgütleri bir halk sevgisi ve dayanışma duygularıyla hareket etmiştir. Yoksa devletin görevin beni yapayım da "Devlet gereksiz hale gelsin" diye düşünmemiştir kimse.
İkincisi; bu deprem, devletin çürümüşlüğünü, halka hizmete yönelik olarak organize edilen (bir zamanlar bu niyetle kurulmuş) devlet organlarının (Kızılay, sivil savunma, afet işleri, Sağlık Bakanlığı vb.) işlemediğini, tümüyle felç edildiğini; ama buna karşın yasak, engel çıkarma, halka karşı yasalar yapma (Tahkim, SSK Yasasası, Af Yasası) refleksinin ise çok gelişmiş olduğunu göstermiştir.
Devlet kendi görevini yapsın!
Elbette ki; halkın, kitle örgütlerinin ve siyasi örgütlerin felakete uğrayan emekçilerin, insanların yardımına koşması çok olumlu ve önemlidir. Devletin halka hizmet için kurulmuş organlarının işlememesi de devletin gerçek yapısını göstermiştir. Ancak bundan devletin halka yardım etmesinin gereksizliği sonucu çıkmaz. Tersine devlet, halktan, emekçilerden topladığı vergileri aynı zamanda bir doğal ya da insani felaket karşısında halka yardım etmek için kullanmakla da yükümlüdür. Çünkü; vergileri toplarken ya da başka türden yollarla halkın elindeki birikime el koyarken böyle durumlarda devletin üstüne düşen görevleri gerekçe göstermektedir. Dahası devlet; halka bu tür durumlarda yardım ederken "herkesten" değil; ellerinde fazla bulunanlardan, yüksek gelirli kesimlerden (büyük patronlardan, faizcilerden, rantçılardan) sağlamakla da yükümlüdür. Bu yüzden de devletin görevlerini "sivil kurumlara" yüklemek yanlış olduğu gibi, devleti halka hizmetle ilgili yükümlülükten kurtarmak, onu rahatlatmak olur.

Evrensel'i Takip Et