24 Temmuz 1999 21:00

Hasan Cemal'ler ve

Hasan Cemal'ler ve
   mezardan demokrasi çıkarmak
Fatih Polat
Hasan Cemal, son yazılarında tahkimi, IMF'yi, 'sosyal güvenlik reformu'nu ve özelleştirmeyi savunmanın emeğe karşı olmak anlamına gelmediğini kanıtlamaya çalışıyor. Neoliberal politikaların kendini gerekçelendirdiği klasik argümanların ortalama düzeyle bir tekrarından ibaret olan bu yazılar, bu politikalardan zarar gören işçiler ve emekçiler açısından tam anlamıyla çığırından çıkarıcı.
Bu, Hasan Cemal'in önceki günkü köşe yazısından da anlaşılıyor. 11 yıldır SSK'ya prim ödeyen Tamer İncesu, Ankara'dan Hasan Cemal'e gönderdiği mektubunda, bir çocuk babası ve emeği ile ailesini geçindiren bir işçi olduğunu belirtiyor ve Hasan Cemal'in son günlerdeki söz konusu yazılarının emekçileri rencide ettiğini söylüyor.
Cemal, Tamer İncesu'nun kendisine yazdığı şu satırları köşesine almış: "Özel hastanelerde bir beyin ameliyatı 4-5 milyara, bir kalp ameliyatının 5-6 milyara yapıldığı, daha da ötesi gecelik hastane oda ücretlerinin yüz milyonlarca liralık faturalarla karşılandığı bir vahşi kapitalizm ortamında, hiç istemiyorum ama, 153 milyon TL'si aylıkla çocuğunuzu bir gece ateşler içinde hastaneye götürüp, her türlü bakımsızlık ve ilgisizlik içinde bile, tedavi ettirme umudunu yaşamamanızı isterim."
Cemal, Tamer İncesu'nun yazdıklarının "kendisinin de içini acıttığını" belirttikten sonra, "Peki ya çare?" diye soruyor. Ardından işçi Tamer İncesu'nun IMF'yi suçlayan ve SSK'yı çöküşün faturasının emekçilere çıkarılamayacağını anlatan satırlarını aktardıktan sonra, onun sözünü ettiği sistemin Sovyet Bloku'nda 75 yıl uygulandığını belirterek kendince çarpıcı olan bir vurgu yapıyor: "Ama çöktü 1989'da her şey..."
İşçi İncesu'ya verilen bu yanıt, neoliberal gericilik dalgasının bildik argumanlarının ortalama bir ifadesi olmaktan öte bir bilimsellik ve ikna edicilik içeriyor mu peki? Türkiye'deki klasik eğitim sisteminin ilkokuldan başlayarak pozivist, olgucu bir temelde geliştiği, dolayısıyla ortalama bir Türk'ün bu türden yanıtlarla ikna olabileceği düşünülerek mi böyle bir yanıt veriliyor?
Birincisi; "1989'daki çöküş", bugün Tamer İncesu'nun bir işçi olarak kazanılmış sosyal haklarından vazgeçmesinin vesilesi yapılabilir mi? İkincisi, bir şeyin çökmüş olması onun ezeli ve ebedi olarak yanlış olduğu anlamına mı gelir? Sosyalizmin kurulduğu her ülkede de kapitalizm yıkılmıştı, ancak şimdi işçi İncesu'nun mektubunda da belirttiği gibi yine 'vahşi bir kapitalizm' olarak karşımızda. Yarın sosyalizm açısından da yenilgiden zafere geçilmeyeceğinin garantisi Hasan Cemal'in Milliyet'in birinci sayfasında kollarını kavuştururup mağrur ve kendinden emin bir ifadeyle okurlara bakarak 'Hayır o artık çöktü" demesi mi? Üçüncüsü bir futbol karşılaşmasını mı, yoksa bir sosyal gerçekliği mi değerlendiriyoruz. Yani, galip getiren gol sosyalizmden gelene kadar, kapitalizmin doğrularına inanıp, onun şampiyonluğu mu alkışlanacak?
Hasan Cemal'in o kendinden emin, yukarıdan aşağıya doğru konuşan uslübuna gelince. Kendi sözünün gücünün diplomalı olmasından geldiğini mi sanıyor bilmiyoruz. Eğer öyleyse işçi Tamer İncesu'nun görüşlerini savunan onlarca profesör, bilim adamı nereye konacak? Onların diplomalarını sosyalizm çökmeden önce Sovyetler Birliği'nden aldıkları ve eskiye rağbet etmeyi pek seven dinozorlar oldukları için böyle düşünmeye davam ettikleri söylenmeyecek herhalde (!)
Hasan Cemal, yazısının sonunda ise, IMF reçeteleri uygulandığı için değil, yarım bırakıldığı için Türkiye'nin bu hale geldiğini öne sürüyor, "Yirminci yüzyılın dersi böyle" dedikten sonra da ekliyor:
"Çare, siyasette olduğu gibi ekonomide de serbest rekabetten geçiyor. Bunun adı demokrasi..."
Böyle denilince, haftalardır IMF'yi ve IMF'nin politikalarını dayatan hükümeti protesto için eylemler yapan on binlerce işçi ve kamu emekçisinin yaptıkları, 'cahil' davranarak demokrasiye engel çıkarmak biçiminde tanımlanmış oluyor. Aynı şekilde, 'sosyal güvenlik tasarısının' gazeteciler açısından da mezarda emeklilik anlamına geldiğini belirten ve işçilerle aynı görüşleri savunarak karşı çıkan TGC ve TGS gibi gazetecilik örgütlerine de, 'geri kafalı gazeteciler kulübü' olmaktan başka bir seçenek kalmıyor. IMF, hükümet ve sermaye örgütleri ise, 'çağdaş' ve 'ilerici' kabul ediliyor. Ve işçiler böyle yapmasa, aslında IMF ve hükümetin politikaları nihayetinde topluma da demokrasi olarak yansıyacak!... Sanki IMF, uluslararası bir emperyalist kurum değil de bir işçi sendikası!
Hasan Cemal'in yirminci yüzyıldan çıkardığı ders bu olabilir ancak, "Bunun adı demokrasi" değil. Tamer İncesu'nun işaret ettiği şey demokrasi. Çünkü 'liberal demokrasi', 'batı demokrasisi' ya da 'burjuva demokrasisi' denen süreç, dünyanın her ülkesinde sermayeye karşı verilen mücadelelerle gelişen bir şey. Bu Avrupa için de, Amerika için de, Türkiye için de böyle. Yani dünyanın hiçbir yerinde ve hiçbir döneminde, karşı sınıfı oluşturan işçi ve emekçilerin mücadelesi olmadan 'verilen' ve 'bahşedilen' bir demokrasi deneyimi yok. En azından gezegenimizin tarihi açısından böyle bu.
Son olarak bir "popülist" hatırlatma! Hasan Cemal, Yılmaz Güney'in, "Arkadaş" adlı filminde, oldukça varlıklı bir burjuva olarak karşısında duran eski arkadaşına, ekmeğin fiyatını sorarak verdiği mesajı, gençliğinde herhalde etkilenerek izlemiştir. Öyle ya, o zaman daha '1989' değildi ve Cemal'in çöktüğünü söylediği değerler, onun açısından da hegemonyasını koruyordu. Aslında işçi Tamer İncesu'nun, Hasan Cemal'e gönderdiği mektupta kullandığı ifadeler, simgesel düzeyi ve göndermeleri bakımından Yılmaz Güney'inkinden farklı değil. Ama şimdi sözün gücünü belirleyen rüzgâr Hasan Cemal açısından farklı yerden estiği için, o ya da benzerleri bunlara aldırış etmiyor. Tabii o bir tipoloji. Türkiye ve dünyanın birçok ülkesindeki 'serbest rekabetçi ilerici' gibi, milyonlarca emekçinin, ve -meslektaşı- plazanın lanetlilerinin 'mezarda emeklilik' dediği şeyde demokrasi adına bir keramet bulabiliyor. Mezardan demokrasi çıkarabiliyor. Az şey mi!