03 Temmuz 1999 21:00

Emeklilik yaşı ilk vuruş

Öztürk, sorunu yaş üzerinden tartışmanın sermaye açısından "bu mücadeledeki ilk vuruş" özelliği taşıdığını belirtiyor.

Paylaş
Emeklilik yaşı ilk vuruş
Şengül Karadağ
Uganda'yı örnek veriyorlar. Diyorlar ki; Uganda'da bile yaş sınırı 55. Ama Uganda'da ortalama ömür kadınlar için 46, erkekler için 43. Yani Uganda'da zaten emekli olmak mümkün değil. Türk Tabipler Birliği (TTB) SSK Kolu Sekreteri Dr. Osman Öztürk, "Yapmaya çalıştıkları aslında bu" diyor, "Yani insanları emekli etmeden mezara göndermek, ama bunu itiraf etmiyorlar."
Sosyal güvenlik sistemi, DSP-MHP-ANAP koalisyonunun hazırladığı ve "reform" olarak sunduğu yasa tasarısıyla yeniden gündemde. IMF, sosyal güvenliğin tasfiyesini, sağlık ve sigorta hizmetlerinin özelleştirilmesini dayatıyor. Hükümetin, bunun ilk adımı olarak hazırladığı "Sosyal Güvenlik Reformu Yasa Tasarısı", emeklilik yaşının 62, prim ödeme gün sayısının ise 10 bin 800'e çıkarılmasını öngörüyor. Peki, işgüvencesi ve işsizlik sigortasının olmadığı, kayıtdışı çalıştırmanın ve eksik prim ödemenin bu kadar yaygın olduğu bir ülkede, ortalama yaşam süresinin düşüklüğü de göz önüne alınırsa, bu koşullarla emekli olabilmek mümkün mü? Dr. Öztürk, bu sorunun cevabını şöyle veriyor: "Hayır! Şu an SSK'dan emekli olan 1 milyon 791 bin kişi var. Baktığımız zaman bunun 62 yaşın üzerinde olanı 524 bin kişi. Eğer bu yasa geçerli olsaydı, bu 1 milyon 791 bin sigortalıdan ancak 524 bini emekli olacaktı. İkincisi, aslında onlar da emekli olamayacaktı. Çünkü şu anki prim ödeme gün sayısı olan 5000, 10 bin 800'e çıkıyor. SSK'nin istatistiklerine baktığımız zaman emekli olan insanların ortalama yaşı 49, emeklilerin ortalama yaşı 57, ortalama ölüm yaşı da 64. Yani 62 yaşında emekli olan biri ancak 2 yıl yaşayacak. Bunun adı, çok daha önceden emek cephesi tarafından konuldu: Mezarda emeklilik."
Öztürk, özellikle özel sektörde çalışanların emekli olamayacaklarına dikkat çekiyor. Çünkü prim ödeme zorunluluğu getirilen 10 bin 800 işgünü 30 yıl kesintisiz istihdamı gerektiriyor. Oysa, yine SSK verilerine göre, prim ödeme oranı yüzde 50. O da sadece kamuda. Özel sektörde ise sürekli giriş-çıkış yapılıyor.
Tasfiyenin ilk adımı
Hükümet ve sermaye çevreleri Türkiye'nin "genç emekliler cenneti" olduğu iddiasıyla, sorunu, yaş meselesine indirgeyerek tartışıyor ve tartıştırıyor. Bu iddiaya göre Türkiye'de kadınlar 38, erkekler 43 yaşında emekli oluyor. Bunun teorik olarak mümkün olduğunu belirten Öztürk, ancak gerçekte böyle olmadığını söylüyor: "Bunlar ya saymasını bilmiyor, ya sopa yememişler ya da kendi rakamlarını unutuyorlar. SSK'nın kendi resmi istatistikleri var. 1997 verilerine göre toplam emekli sayısı 1 milyon 791 bin, 40 yaş altındaki emekli sayısı ise 18 bin 697. Yani 40 yaşın altındaki emeklilerin toplam emeklilere oranı, yüzde 1. Türkiye'de insanların 40 yaşın altında emekli olduğundan bahsetmek için gerçekten utanmaz olmak lazım."
Öztürk, sorunu yaş üzerinden tartışmanın sermaye açısından "bu mücadeledeki ilk vuruş" özelliği taşıdığını belirtiyor. "Bunu kabul ettirdikleri zaman diğerlerini de getirecekler. Yaşla başladılar 50-55 dediler, 62'ye çıkardılar. Prim gün sayısına dokunmuyorlardı, 5000 günden 10 bin 800'e çıkardılar. Prim oranlarını artırıyorlar, devamı da gelecek. Sağlıkla ilgili şeyler peşinden gelmeye başladı. Kurum yapısında da birtakım değişiklikler yapacaklar ve özellikle TÜSİAD'ın istediği, Şili modeline doğru gidecekler. Özel emekliliği teşvik edecekler, mevcut fonları borsaya sürecekler" diyen Öztürk, sosyal güvenlik sisteminin sorunları olduğunu, ama bunun emekçilerden kaynaklı olmadığını ifade ediyor.
456 firma mı, 30 milyon insan mı?
Bu sorunların en önemlilerinden biri sosyal güvenliğe devlet katkısı. Dr. Osman Öztürk, bu konuda şunları anlatıyor: "Türkiye'de SSK'ya devletin katkısı yok. 1946'da Sosyal Sigortalar Kurumu kuruluyor. 1992'ye kadar hiçbir katkısı yok. Tam tersine o dönemde SSK fonlarını sermaye sınıfına transfer etmekten dolayı 20 milyar dolar dolayında hesaplanan bir SSK açığı var. 1997 yılında SSK'ya yaptıkları yardımın yüzde 10 fazlasını 456 tane büyük firmaya teşvik olarak verdiler. Yani bir yanda 456 firma, bir yanda 30 milyon insan var. Bunu söylemiyorlar, 30 milyon insana verdikleri için ise 'açık', 'kambur', 'ekonomimiz battı' diyorlar. Zaten devletin önemli ölçüde prim borcu var. O gösterdikleri açıkların önemli bir bölümü de prim borcu. Prim borcunu ödemiyor, öte yandan açığını kapadım diye gösteriyor. Kestirmeden söylersek Türkiye'de devletin milli gelirden sosyal güvenliğe ayırdığı pay, yüzde 5. Bu Avrupa'da yüzde 15'ten yüzde 30'a kadar çıkıyor. Bütçenin yüzde 40'ı faize gidiyor. Burada halen sosyal güvenliğin bir yük olduğunu söylemek başlı başına utanmazlıktır. "
Bir diğer önemli sorun kaçak işçilik. Türkiye'de 5 milyon civarında kaçak işçi var. "Bunun hesabı asgari ücretten yapılsa, SSK'ya yıllık 2 katrilyona yakın girdi sağlayacak" diyen Öztürk, şöyle devam ediyor: "Bir başkası eksik prim ödeme. İşverenler, hem kaçak işçi çalıştırıyor, hem de normal olarak çalıştırdıkları işçilerin primlerini tam ödemiyorlar. Devlet bunu denetlemiyor. Gayet danışıklı bir dövüş."
'Önce diğer tedbirleri alsınlar'
Dr. Osman Öztürk, hükümet ve bakanlık yetkililerinin hazırlanan taslakla kaçak işçiliğin önlenmesine yönelik yeni düzenlemeler getirecekleri yönündeki açıklamalarını da inandırıcı bulmuyor: "Eğer gerçekten samimiyetleri varsa, öncelikle diğer tedbirleri alsınlar. Öncelikle kaçak işçiliği önlesinler, işsizlik sigortası çıkarsınlar, işgüvencesini getirsinler, insanların yaşam standartlarını yükseltsinler ondan sonra yaşı tartışsınlar. Bu bir aldatmaca. Nasılsa diğerlerini hiçbir zaman yapmayacaklar. Bugün de yapmıyorlar. Kaçak işçilik yasal değil ki zaten, yasadışı. Bugün Türkiye'de tek bir kişi bile çalıştırsanız sigortalamak zorundasınız. Yapmıyorlar, kim yapmıyor? Her biri topu kendi üstünden atıyor. Bakan güya çok harbi konuşuyor, diyor ki 'SSK çökmüş, SSK'yı siyasiler çökertmiş'. Allah allah, kim bu siyasiler? En başta Bakan'ın kendi partisi. '83'ten '91'e kadar tek başınaydı. Geçen bir buçuk yıl boyunca yine iktidardaydı. Ama bunun sorumluluğunu hiç almıyor."
Sosyal güvenliğin açığından söz etmenin doğru olmadığını da belirten Öztürk, "Bu ülkede Milli Eğitim'in açığından söz etmiyoruz. Adliyeye para yatırıyoruz ve oradan da para gelmiyor. Bu açık mı? Ne yapalım şimdi her ceza verilenden, mahkûm edilenden para alıp kâr mı edelim? Güvenliğe para yatırıyoruz ve oradan da kâr etmiyoruz. Bunlar kamusal hizmetler. Aynı şekilde sosyal güvenlik de kamusal hizmet. Bu ülkenin ulusal kaynaklarından tabii ki buraya para aktarılacak. Şunu kabul ettirmeye çalışıyorlar: Sağlık ve sosyal güvenlik sizin yurttaşlık hakkınız değildir, paranız varsa alırsınız, paranız yoksa alamazsınız. Oysa sağlık ve sosyal güvenlik, herkesin doğuştan kaynaklanan haklarıdır, devletin bunları karşılaması da kamusal görevidir. Açığa en başta bunun üzerinden karşı çıkmak gerekiyor. Ve bunu karşılayacak kaynaklar da Türkiye'de var" diyor.
'Paran kadar sağlık'
Tasarıyla sosyal güvenlik kuruluşlarının tek bir çatı altında toplanması, sigorta ve sağlık hizmetlerinin ayrılması, sosyal güvenlik kurumlarının sağlık hizmetlerini dışarıdan satın alması öngörülüyor. Sağlık konusunda ne yapmak istediklerini henüz tam olarak açıklamadıklarını, ama oldukça planlı bir çalışma yürütüldüğünü ifade eden Dr. Osman Öztürk, şöyle devam ediyor: "Buna değişik isimler koydular; Sağlık Finansman Kurumu dediler, Genel Sağlık Sigortası dediler, en son Kişisel Sağlık Sigortası dediler. Yani 'paran kadar sağlık' dediler. Yani bu Türkiye'deki yoksul insanların sağlık haklarına da bir saldırı aslında. Bugünden başlamış bir şey değil ama hızlı bir şekilde buraya gideceklerini de biliyoruz. Kendi sağlık kurumlarımızı işletmeye çevirecekler."
Her gün televizyon kanallarında gecenin saat 03.00'nde SSK hastanelerinde kuyruğa giren ve saatlerce bekleyen insanları gösteriyorlar. Peki bu insanlar niye giriyor gecenin bir vakti kuyruğa? "Çaresiz çünkü" diyor Dr. Öztürk, "SSK Hastanesi'nin etrafında 20 tane özel hastane var. Niye oralara gitmiyorlar? Oraya verecek parası yok da ondan. SSK ortalama 41 dolara hizmet veriyor. Kalitesi düşük ama her şeye rağmen önemli bir hizmet veriyor. Özelleştirdikleri zaman bunu da bulamayacak insanlar."
Öztürk'ün verdiği bilgilere göre, 1997 yılı için SSK'nın yaptığı sağlık harcaması 200 trilyon lira. Bu paranın 56 trilyon lirası özel sağlık kurumlarına, yaklaşık 61 trilyon lirası da özel ilaç firmalarına aktarıldı. Üstelik SSK'nın kendi ilaç fabrikası var, ama çalıştırmıyor. Yani, toplanan paraların yarısı zaten özel sektöre akıyordu, özelleştirmeyle birlikte tamamı akacak. Ayrıca özelleştirme kişi başına sağlık harcamasını da artıracak. Örneğin; Emekli Sandığı bugün devletten yani kamudan sağlık hizmeti satın alıyor ama yine de kişi başına 188 dolar harcayarak, SSK'nın 4 katı harcama yapıyor. Özelleştirmeye geçildiğinde bu rakamlar çok daha hızlı fırlayacak.
"Sonuç olarak bu durumdan kârlı çıkacak tek bir kesim var; özel sağlık sektörü. Her köşe başında hastane açılıyor, MR merkezi, tomografi merkezi açılıyor. İstanbul'da Devlet Hastanesi olmayan ilçeler var ama özel hastane sayısı 150'ye yaklaştı. Ve kesinlikle hiçbir kaliteleri yok. Göstergeler de özel hastanelerin daha kötü durumda olduğunu ortaya koyuyor. Yataklarını en az doldurabilen hastaneler özel hastaneler. En çok dolduranlar SSK hastaneleri. Ama kaba ölüm oranları SSK'dan daha fazla. Üstelik de hastaları seçerek alıyorlar."
SSK büyük lokma
SSK hastanelerinin "çözülemeyecek sorunları" olmadığını dile getiren Öztürk, "Kişi başına sağlık harcamasını 41 doların üzerine çıkardığınızda, gerekli devlet katkısını yaptığınızda, gerekli altyapıyı kurduğunuzda, gerekli personeli aldığınızda, kurumun yapısını değiştirdiğinizde çözülecek. İşte İstanbul ortada, 8 milyon SSK'lı var, 10 tane SSK hastanesi var. 800 bin kişiye bir hastaneyle bu iş olmaz. 25 tane SSK dispanseri var. 300 bin kişiye bir dispanserle bu iş olmaz" diyerek aslında hiç de öyle 'sihirli formüllere' ihtiyaç olmadığını ortaya koyuyor.
Bu tartışmaların hep SSK üzerinden yürüdüğünü, oysa SSK'ya getirilmeye çalışılan normların Emekli Sandığı ve Bağ-Kur için de geçerli olacağını, dolayısıyla saldırının sadece işçileri değil, tüm halkı etkileceğine dikkat çeken Osman Öztürk, topyekûn bir mücadele verilmesinin zorunluluğuna işaret ediyor.
"IMF'den almayı düşündükleri 3-5 milyar dolar kredi karşılığında bu ülkenin insanlarının geleceğini ve sağlığını satıyorlar. Türkiye'deki zengin sınıfların yoksul sınıflara karşı açtığı bir savaş bu." Bu yalın gerçeğin görülmesini istiyor Dr. Öztürk. "Düşmanca bir saldırı var ve hepimizi hedef alıyor. Bir araya gelmek zorundayız. Hiç de güçsüz ve çaresiz değiliz. Ben Türkiye'deki emekten yana güçlerin bunu yapabilecek birikimleri ve güçleri olduğuna inanıyorum. SSK'yı kurda kuşa yem ettirmememiz gerekiyor" diyor, çünkü SSK kurdun da kuşun da kursağında kalacak kadar büyük bir lokma.
ÖNCEKİ HABER

Kitleler her gün kapitalizme inandırılmalı

SONRAKİ HABER

Akaryakıt fiyatları 36 yılda

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...