13 Haziran 2015 00:55

Türkiye neyi seçti?

Paylaş

Neval Oğan BALKIZ
Yard. Doç. Dr. 
Hukukçu/Akademisyen

7 Haziran’da; her izleyicinin bir müşteri olduğu, tartışmanın üsluplar arasındaki rekabete indirgendiği; en son kamuoyu araştırmasına, gelecekle ilgili ortak bir beklentiden daha çok itibar edildiği ve kendi kendini övmenin zorunlu görüldüğü ‘olağan’ bir seçimi daha yaşadık. 

Ancak bu olağan seçimde toplum, uzun dönemdir beklenilen ‘olağan dışı’ bir kararlılıkla önemli sonuçlar ortaya koymuş bulunuyor: Tek adam yönetimini reddediyor; AKP iktidarının inşa ettiği “disiplin ve denetim toplumu” koşullarına; muhafazakar, İslamcı otoriter hegemonik  baskılara dur diyor. Geniş ve yaygın kapatıp/ kuşatma mekanları düzenlemelerine dayanan; üretimi  örgütlemek yerine vergilendiren, emekçi kesimleri yoksullaştırarak birbiriyle karşılaştıran ve içlerinden bölen, hayatı idare etmekten çok ölümü yöneten, her birimizi bir koda dönüştürerek,  bireysel  özgürlükler  ve kişisel, toplumsal yaşamımızı  bütünüyle  denetim altına alan bu yapıyı parçalıyor. İktidarın, toplumda insanları dost ve düşman olmak üzere, etkili bir şekilde ayırmayı sağlayacak kadar güçlendirmiş olduğu dinsel, ahlaki, ekonomik, etnik karşıtlıklara ve ötekileştirmelere hayır diyor. Yaşanan süreçte; Kürt sorununa çözüm bulma umutları “çatışmasızlık sağlama” alanına sıkıştırılmış olsa da, yöntem olarak demokratik siyasetin yapısal koşulları bakımından sorunlu olsa da ve daha da önemlisi; kitlelerin demokratik şekilde nasıl mobilize edilebileceği sorusu cevapsız bırakılmış olsa da, bu sorunun kalıcı şekilde çözüme kavuşması için, meşru iradesinin var olduğunu ortaya koyuyor. 
E. Canetti’nin  belirtmiş olduğu gibi;”Artık hiç kimse, çoğunluğun kararının daha fazla oy almış olduğu için ille de daha akıllıca olduğuna inanmıyor. İradenin karşısında da irade vardır artık.” 
Bu gerçeklik her birimizde;  yaşamımızın bir amacı, anlamlı bir geleceği olduğunu hissettiren bilinçaltı inançlar kümesini harekete geçirmiş, S.Zizek’in deyimiyle; “Yaşamın sunabildiği olanaklar hakkındaki duygu” olarak tanımlayabileceğimiz umudu yeniden yaratmış bulunuyor. Bu umudun “Gelir düzeyiyle bir ilişkisi yoktur; onun öncelikli düşmanı, ortadan kaldırmayı yöneldiği şey,  kapana kısılmış olma duygusudur, yoksulluk duygusu değil.” 

Dolayısıyla “Kapana kısılmış olma duygusunu” aşmış olduğumuz bugünden sonraki süreçte,  toplumsal bilinç ve eylemliliğin  hedef noktasını, E. H Carr’ saptamasıyla şöyle ifade etmek gerekir: “Bugün onlarca yıldır veya yüz yıllardır bildiğimiz ve sahip olduğumuz bir şeyi savunurmuşçasına, demokrasinin savunuculuğunu yapmak kendini kandırmaktır. Ve tamamen sahtedir… Bunun ölçütü geleneksel kurumların varlığını devam ettirmesinde değil, iktidarın nerede bulunduğu ve nasıl kullanıldığı sorusunda aranmalıdır. Demokrasiyi savunma değil, oluşturma ihtiyacından bahsedeceksek, hedefe çok yakın olmalıyız ve çok daha inandırıcı bir sloganımız olmalı.” 

PEKİ HEDEFE YAKIN MIYIZ?

Seçim sonuçları ve HDP’nin barajı aşmış olması; Türkiye’de demokrasiyi oluşturma açısından  umutlu bir  olasılık  yaratıyor. Zira bu sonuç; halkın görünmesini ve tartışmasını ortadan kaldıran; dolayısıyla yalnızca devlet mekanizmalarının, toplumsal enerji ve çıkarların karışımının karşılıklı iletişimine indirgeyen bir sandık demokrasisinin (hükümet pratiğinin) artık  varlığını sürdürmeyeceğini açıkça ortaya koymuş bulunuyor. Oluşacak yeni Meclis yapısı; kitlelerin demokratik kurallar çerçevesinde mobilize edilebileceği farklı politik projeleri ortaya koyma olasılığı  açısından, önemli bir potansiyel taşıyor. Bu Meclis yapısı;  siyasi değişim süreci olarak demokratikleşme ve demokrasiyi birbirinden ayıracak, özellikle demokrasinin indirgemeci ve dar bir yorumla; “özgür ve adil seçimler olarak” yorumlanmasına karşı çıkacak dinamikleri oluşturma ve bu dinamikleri siyasal süreçlere katma araçlarını oluşturabilir. Çoğulcu demokratik sistemin; halkın bütün çeşitliliğiyle ne söylediğini dinlemeye hazır olmasını değil, dinlemek zorunda olmasını gerekli kıldığının bilinciyle; demokratik siyasal pozisyonların çarpışmasına ve onların husumet/ zıtlıklar  biçiminde ifade edilmelerine imkan tanıyan kurumları sağlayabilir. Böylelikle siyasalın husumet boyutu canlandıkça, demokrasinin amacı olarak görülen mutabakatın gerçekleşmesi de olanaklı hale gelebilir. Tartışma ve ikna diyalektiğinin, antidemokratik körü körüne itaatin yerine geçmesini sağlamanın olasılığı yaratılabilir ve ekonomik değerlerin yeniden bölüşümünü (ekonomik demokrasiyi) sağlayacak, toplumun demokratik olmayan güç ilişkilerini değiştirecek bir yapısal dönüşüm mümkün hale gelebilir. 

Türkiye’de;  din, dil ve gelenek bakımından birbirlerinden farklı olan toplum kesimlerini oluşturan bireylerin, “farklı olmaya dair hakları” tanınarak, toplumun eşit ve özgür birer üyesi olması, barış içinde bir arada yaşamayı sürdürebilmesi de, bu olanakların yaratılmasına bağlı bulunuyor. Zira barış; “…çatışmanın olmadığı durum” ya da “düşmanlığı geçici bir süreliğine askıya alma konusunda yapılan resmi bir anlaşma” değildir. “...insan haklarıyla doğrudan bağlantılı bir koşullar”  bütünüdür. Bir hukuk durumudur. Türkiye’de böyle bir düzenin kurumsallaşması ancak  siyasal alanın  yukarıda açıklanan çerçevede; insanlara politikalar sunmanın yanı sıra, gelecek için umut vadeden demokratik pratikleri gerçekleştirebilecekleri kolektif özdeşim biçimleri sunmaları ile olanaklı olabilir. Bu anlamda hedefe hiç olmadığımız kadar yakınız… 

ÖNCEKİ HABER

Adalet istiyorum

SONRAKİ HABER

MHP'li işçiler neden HDP'ye oy verdi?: Bu sefer kendimiz için farklı oy kullandık

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...