Oya Baydar'a mektup
Sennur SEZER
Sevgili Oya,
Adını yıllar önce ilk evliliğindeki kıyafetinden söz edilirken duymuştum: “Oya pembe bir elbise giymişti, gelinlik yakışmazdı zaten, eh ne de olsa akıllı kızdır, zevklidir...”
Baylan Pastanesindeydim. Yan masada bir avuç akademisyen kadın nikah dedikodusu yapıyordu. İstanbul’un sayılı yakışıklılarından toplumbilim dalındaki bir doçentle, Muzaffer Sencer ile evlenmiştin o gün. Alain Delon diye anılırdı. (“Osmanlı Toplum Yapısı”, “Toplumbilimlerinde Yöntem”, “Dinin Türk Toplumuna Etkileri”, “Türkiye’de Sınıfsal Yapı ve Siyasal Davranışlar”, “Türkiye’nin Yönetim Yapısı” kitapları da anılmalıydı oysa).
Çıtı pıtı bir genç kadındın.Liseli yıllarında bir roman yazmıştın: Allah Çocukları Unuttu. Hürriyet gazetesinde tefrika edilmişti. Bu yüzden Türk Françoise Sagan’ı olarak anılırdın.
Adını daha sonraları Türkiye İşçi Sınıfı ile ilgili kitabınla duyurdun. (Kitabın için 30 sayfalık bir giriş yazacaktın da 3. baskısını yapacaktık hani...) Sonraları arkadaş olduk. Sen Aydın Engin’le evlendin. Ekim doğdu. Sürgüne gittiniz. Romanlar yazdın. Ödüller aldın. Ben de hep toplum bilimci Oya’yı özledim.Bu yüzden senin için yazarken acımasız davrandım galiba.. Kitapların için yazdıklarımla belki incittim bile seni.Yolladığın son kitabın kitaba değil ayrı bir kağıda atılmış bir imza ve notla geldi. Sonra özel bir şey yollamadın.
Şu ara “An’lar Kitabı” diye adlandırdığın kitabını okuyorum: Yetim Kalacak Küçük Şeyler. Karıştırılarak okunmaya uygun bir kurgusu var. Anı parçacıkları. Kendini (bazen kuşağını da) alayla eleştiriyorsun. Bir kelepçe öyküsü anlatışındaki gibi. “Kelepçedaşıma bakıyorum, benimle ilgilendiği yok. Başını yana eğmiş, yüzünde bıkmış ve umursamaz bir ifadeyle yere bakıyor. Nefesi, giysileri tütün kokuyor. Yüzü biraz solgun ama sanki bir cigara molası vermiş gibi rahat. Devrimciliğimin kanıtı heyecan verici bir deneyim olan kelepçe, onun için kaderin sıradan parçası.
O anda, onların , her şeye her zaman hazır olduklarını, bileklerine takılan kelepçeyi de , yaşamın ağırlığını da aynı tevekkülle taşıdıklarını düşünüyorum. Onlar adına yola çıktığını sanan bizlerin konuya yabancılığımızı, beceriksizliğimizi, halk olmadan halk savaşı verme oyununun ölümcül masumiyetini seziyorum. Çıktığım yolun ne kadar uzun, engebeli olduğunu anlıyorum.”
Anlattıkların bazen burnumun direğini sızlatıyor. Öylesine tanıdık. Özellikle Ekim ile ilgili yazdıkların. Bunları yazmasam ilişkimizde eksikler kalabilirdi. Artık yanlış anlaşılmalara, eksik yorumlara zamanım pek kalmadı. Üstelik yanlışlar da yapmaya başladım. Pazar günü sevdiğim bir şiirin şairini (Kördüğüm) Sabahattin Ali diye yazmışım. Şevket Rado’nundu. Benim sevecen ama dikkatlidir okurum. Kusuru yüzlemez. Ama şakayla olsun hatırlatır.
İşte böyle “Bir kördüğüm ki içim, çözdükçe dolaşıyor”.
Hiç bir şeyin tadını çıkarmaya zaman ayırmadık doğru dürüst. Seni kucaklıyorum Oya Baydar. Lütfen büyükanneliğin tadını çıkar. Elinde kalanlardan okuruna bir iki sözcük ya da bir iki dize ayırırsın nasılsa.