07 Haziran 2015 00:46

Haydi hayırlı yolculuklar

Paylaş

C. Hakkı ZARİÇ

Süresiz baş dönmesiyiz çok garip adamların
Edip Cansever

Peki şimdi bütün bir yıl boyunca İstanbul’a gelip vapura binerek martılara simit atmak isteyen çocuklara ne yanıt vereceğiz? “Değerli yalnızlık” yönetimi böyle uygun gördü, İstanbul’un vapurlarında artık balkon olmayacak, demek kimi ikna eder? Al sana karne hediyesi!
Gezi Direnişi sırası ve sonrasında “Bundan sonra bütün projeler halka anlatılacak ve görüşleri alınacak. Bir otobüs durağının yeri bile değişse halka sorulacak. Yol güzergâh değişikliği ile ilgili bilgi verilecek”, diye açıklamamış mıydı belediye başkanı? Aynı günlerde Beşiktaş’taki Başbakanlık Çalışma Ofisi’nin yanındaki otobüs durağını kaldırmış, bunun için kimseye bir şey sormamıştı oysaki. 2006 yılında şehir hatlarında değiştirilmesi planlanan vapurlar için İstanbulluların fikri alınmış, itirazlar çoğalınca görsel yanı ağır basan bir anketle yeni vapurlar denize indirilmişti. Yerel yönetim tepkileri göğüsleyememiş, İstanbul sakinlerinin fikrini sormak zorunda kalmıştı.
“Sonra âlem değişiverdi/ Ayrı su, ayrı hava, ayrı toprak.”
Cahit Külebi’nin “İstanbul” şiirindeki dizesi gibi değişen âlem, şehir hatları vapurlarının da değişmesini getirdi gündeme. Gözümüze soka soka. Fiyakayla. İhtişamla. İnsana ait olmayan ne varsa büyük hizmet dalgasının bir ayrıntısı olarak cilalandı gene. Fikrimizi soran oldu mu? Haşa!
Bir kentte yaşamak kendi kültürel algısını ve nedenlerini de oluşturur kuşkusuz. Kentin güneşi, yağmuru, kar yağışı kendi biçimini dayatır insana. Kaçak yapılardan, çoğalan köprülerden, nedensiz havalimanlarından, anlam vermekte zorlandığımız kırmızı ışıklardan, sayısını bile bilmediğimiz “güvenlik kameraları”ndan, çoğunlukla kullanılmayan alt geçitlerden, kamyonların çarpıp dağıttığı üst geçitlerden ibaret değildir kent. Yağmalanan müzelerden, yıkılan sinemalardan, kapatılan tiyatrolardan, karakol yapılan kültür merkezlerinden, imara açılan tarihi mekânlardan, yasaklı meydanlardan, nicedir kapalı tutulan camilerden, ter kokusuyla bayılma tehlikesi geçirdiğimiz balık istifi toplu ulaşımdan, torba yasayla kökünden kazınan ormanlardan, yeşil alandan, parklardan, ibadet ve dinlenme alanlarından, konser salonlarından, kolu bacağı kırılan ve üstüne “edep yahu” diye yazılan heykellerden, festivallerden, üniversitelerden, panellerden ve daha sayamayacağımız nice ayrıntıdan ibarettir.
Mimaridir bir kent, yoldur, deniz taşımacılığıdır, eski yapılardır, sanattır, kültürdür! Yerel yönetimin Ramazan ayında kurduğu iftar çadırı fiyakasıyla açıklanamayacak kadar yaşanacak yerdir.
Metrobüslerde tek ayak üstünde yolculuk yapabildiğimizin farkına varan yerel yönetim, vapur ulaşımında elbette deniz havası almamızı hoş karşılamayacaktı. Bir devlet büyüğümüze ya da Dubaili bir şeyhe ne zaman peşkeş çekileceğini bilmediğimiz Kız Kulesi’nin önünden geçerken, geleceği hakkında fikrimizin olmadığı Haydarpaşa Tren Garı’na bakıp paslı vagonları sayarken, “çiftçinin kara gün dostu” ofis silolarının boyuna şaşırırken camların arkasında olmamız gerekiyor kentin yerel yönetimine göre. Boynuzlu bir “köprü”yü İstanbul’un orta yerine mıhlayanlar şimdi de on yeni vapurun şehir hatlarında salınacağı müjdesini verdi geçenlerde. Plan, proje hazır. Sarıyer’de düzenlenen bir törenle üç vapur tanıtıldı. Vapur yerine yüzen otobüs, demek daha doğru olur aslında. Gittikçe yalnızlaşmamızı ve hayattan payımıza düşenden mümkün olduğu kadar az istememizi kafaya takmış adamlar bir araya gelerek bizim için yeni bir kapalı mekân icat etmişler. Sanki vapur yolculuğu sadece oturmaktan ibaretmiş gibi, sanki vapurda sadece yolculuk yapılıyormuş gibi, sanki vapurdaki sosyal ortamdan rahatsız oluyorlarmış gibi bir güzel tasarlamışlar ve “ahan da buyur, biz yaptık oldu” diyerek gelip durmuşlar karşımıza. Hakkını yemeyelim adamların, yüzen otobüsü kendileri tasarlamış ama rengini halka soracaklarmış.
Bundan böyle ağzından girip kıçından çıkacağız vapurların. Saçlarımızda rüzgâr dolaşmasını istemeyen büyüklerimiz klimalarla donatmışlar ortamı. Her yer televizyon, her yer ses sistemi. Uçarı kaçarı yok. İşten çıkıp eve gitmeden önce azıcık dinlenmek isteyen sen misin, gel bakalım!
.  .  .
Akşam bir şiirin yorgunluğu gibi sinerken İstanbul’a, Karaköy vapuru tanıktır anlatmak istediklerimize. Orada günün sonu dinlenir, vapurun pruvasında çaylarını içip denize bakarak kitap okuyan insanlar bir yana, pupasında günün yorgunluğunu iki tek atarak gidermek isteyenler bir yana. Herkes kendi nedenini oluşturur vapurda. Yabancı değildir vapur. Karşılaşma mekânıdır. Müzik gruplarının, pazarlamacıların, binişte ya da inişte gazete satıcılarının uğrak yeridir.
Özgürlük alanıdır kent. Çoğunluğun tahakkümü ya da “ben yaptım oldu” kepazeliği değildir. Müteahhitlerin, sonradan görmelerin, adı yolsuzlukla özdeş “iş adamları”nın milletin anasına küfür ederek salındıkları yalılar hiç değildir!
. . .
Parasını tiko toslayıp bindiğimiz vapurlarda bundan böyle zorunlu tutsaklık halinde yolculuk yapacağız. Süzer Plaza, Zeytinburnu’daki kaçak katlar, malum kişilerin ofisleri, yalıları bakıp bakıp sırıtacak bize.
- Günaydın!
- Hayırlı sabahlar!

ÖNCEKİ HABER

Evrensel 21 yaşına girdi

SONRAKİ HABER

Bir kentin belleğidir onlar

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...