04 Haziran 2015 01:00

AKP'nin fıtratı kadınları öldürdü

2009 yılında, bizzat Adalet Bakanı tarafından açıklanan rakamlar, AKP’nin daha ilk döneminde kadın cinayetlerinin yüzde bin 400 arttığını ortaya koymuştu. İktidar, “şiddetin artmadığı görünürlüğünün arttığı” yalanı ardına sığınmaya çalışsa da 13 yıldır yama tutmayan gerçek, kadına yönelik şiddetin artarak devam ettiği oldu. Kadınlar, katliama dönüşen cinayetlerin yanı sıra gündelikleşen, artık şaşırtmayan ve çeşitlenen şiddet biçimleriyle karşı karşıya kaldı.

Paylaş

DOSYA: AKP'nin 13 yılı

Sevda KARACA

2009 yılıydı. DTP Milletvekili Fatma Kurtalan’ın Mecliste kadına yönelik şiddetle ilgili verdiği soru önergesine, Adalet Bakanı çok çarpıcı bir yanıt vermişti: 2002-2009 yılları arasında, yani AKP iktidarının ilk döneminde kadın cinayetleri yüzde 1400 artmıştı. Doğrudan doğruya Adalet Bakanının resmi açıklaması olan bu rakam karşısında iktidar için kaçacak yer yoktu. Ancak, 2009 yılından 2015 yılına kadınlar sistematik olarak şiddet görmeye ve öldürülmeye devam etti.

Bu sırada gerek iktidar söylemi düzeyinde gerekse uygulamalar düzeyinde kadına karşı şiddeti ve cinayetleri durduracak somut bir şey yapılmadı. Tersine, kadınlarla erkeklerin eşitliği fikri sürekli olarak aşındırıldı ve bu kadına karşı şiddeti körükleyen en önemli neden oldu.

EŞİTLİK YOK, FITRAT VAR!

AKP iktidarı boyunca kadınlar katliama dönüşen cinayetlerin yanı sıra, gündelikleşen, artık şaşırtmayan ve çeşitlenen şiddet biçimleriyle karşı karşıya kaldı. Kadınları “Fıtrat gereği eşit olamayacak” varlıklar olarak imleyen iktidar, kadınların en temel hakkı olan yaşam hakkını bile koru(ya)mazken, zaten işlemeyen eşitlik ve sosyal destek mekanizmaları tam anlamıyla etkisiz ve işlevsiz hale geldi.

Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü olan 25 Kasım’ın hemen öncesinde, bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından, “Kadın ve erkeğe biçilen rollerde adaletin tesis edilmesine imkan vermediği hatta zarar verdiği” savıyla “eşitlik” fikri yerine “cinsiyet adaleti” kavramının yerleştirileceği ilan edildi. Akabinde “Eşitlik yok, adalet var” düsturu derhal yaygınlaştırılmaya başlandı. AKP sözcüleri eşitliğin neden olamayacağını, kadını erkeğin itaat ve hizmetine veren “fıtrat” kavramıyla açıkladı.  
Her fırsatta kadınlarla ilgili ne kadar çok yasal düzenleme yaptığıyla övünen AKP iktidarı, “müjde” diye sunduğu bu yasal düzenlemelerle aslında var olan hakları bir bir geriye götürdüğünün üstünü örtmeye çalıştı. Kadınlar açısından eğitim, sağlık, istihdam gibi ekonomik ve sosyal temel göstergeleri düzmece raporlamalar ve kağıt üstünde oynamalarla “iyileşmiş” gibi göstermeye çalıştı. Ancak bu 13 yıl içinde kadına yönelik şiddetin artarak devam ettiği gerçeği yama tutmuyor.

BİR İKTİDAR YALANI: RAKAMLAR ARTMIYOR ŞİDDET GÖRÜNÜRLEŞİYOR!

İktidarın resmi ağzınca kadın cinayetlerinin 7 yılda yüzde 1400 arttığı gerçeği ortaya serildikten sonra yürüyen tartışmaya, bizzat şiddeti önlemekle sorumlu Aile Bakanı Fatma Şahin şiddet rakamlarını “azaltarak” dahil oldu. 20 Mayıs 2013’te Fatma Şahin, azaltılmış yeni rakamları açıkladı. Bu rakamlara göre, 2009 yılının bütününde kadın cinayeti sayısı 171 olarak görünüyor. Devletin bir bakanının Mecliste yaptığı açıklama ilk 6 ay 953 kadın öldürüldüğünü söylüyor, bir başka bakanı ise 2009’un tamamında 171 kadın cinayetinden bahsediyordu!
Oysa gerçekler ortadaydı. Kadına yönelik şiddet durmadan artıyordu. Bizzat Emniyet Genel Müdürlüğü, TBMM Komisyonuna, “Aile içi şiddet olayları ve mağdurları açısından 2014 yılında bir önceki yıla oranla yüzde 33 artış yaşandığını” ortaya koydu.
Kadın hareketi, iktidarı şiddet konusunda sistematik bir araştırma yapma ve önlem almaya davet ederken, Aile Bakanlığı tarafından ilk kez 2008’de yapılan ‘Türkiye’de Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet Araştırması’ 6 yıl aradan sonra tekrar yapıldı. Ama araştırmanın sonuçları uzun süre açıklanmadı. Basına sızan araştırma sonuçlarına göre;
* Her 10 evlenmiş kadından neredeyse 4’ü eşi veya birlikte olduğu erkeklerin fiziksel şiddetine maruz kalıyor. Türkiye genelinde kadınların yüzde 36’sı fiziksel şiddete, yüzde 12’si cinsel şiddete maruz kaldığını belirtirken, kadınların yüzde 38’i iki şiddet biçiminden en az birine maruz kaldığını söylüyor. Fiziksel şiddet her 10 kadının 1’inde gebelikte de devam ediyor.
* Kadınların yüzde 26’sı 18 yaşını tamamlamadan evlendiriliyor. Erken yaşta evlenen kadınların yarısı fiziksel ve/veya cinsel şiddete maruz kalıyor.
* Erken yaşta evlenen kadınların maruz kaldığı şiddet biçimleri arasında cinsel şiddetin oranı yüzde 19’la daha yüksek.
* Kadınların yüzde 9’u çocukluk döneminde (15 yaşından önce) cinsel istismara maruz kalıyor.
* Her 10 kadından 3’ü hayatında en az 1 kez ısrarlı takibe (stalking) maruz kalıyor. Ölüm ve zarar verme tehdidi içeren takip biçimlerinin failleri, daha çok eski eşler ve birlikte olunan erkekler.
* Özellikle kadınları ve çocukları disipline etmek amacıyla şiddet uygulanması toplumun kabul ettiği ve normal karşıladığı bir durum olarak ortaya çıkıyor.
* Kadınların haklarının bilincinde olmalarının, itaat etmemelerinin şiddeti tetiklediği erkeklerce dile getiriliyor.
* Şiddet uygulayan erkekler genellikle aldıkları cezaları hak etmediklerini düşünüyor ve ceza almalarının nedenini, eşleri başta olmak üzere diğer kişilere yüklüyor.
* Kadınların yüzde 80’den fazlası, evlilik yaşı, nikah türü ve mal paylaşımına ilişkin kanun maddelerini biliyor. Buna karşılık yüzde 60’ı kadının çalışmak için eşinden izin almasının gerekmediğinden habersiz.
* Kanun uygulayıcıları koruma yasalarını tam olarak bilmiyor.


‘KUTSAL AİLE’ YALANININ ARKASINDAKİ CEHENNEM

Türkiye’de yakın dönemde oluşturulan pek çok yeni yapı ile en yerelden en genele her alanda “kadın”ın adı aileye ikame edildi. Bunun en önemli göstergesi Kadından Sorumlu Devlet Bakanlığının Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığına dönüştürülmesi oldu. Kadın Bakanlığının kaldırılmasının ardından Meclisteki Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonunun Aile Komisyonuna dönüştürülmesi çalışmaları sürdürülüyor. Kadının Statüsü Sorunları Genel Müdürlüğünden önce ‘sorun’ kelimesi çıkartılıp, Türkiye’de kadınların sorunu olmadığı mesajı topluma verilmişti. Şimdi de genel müdürlüğün aile genel müdürlüğüne dönüştürülmesi tartışılıyor. Böylece resmi devlet mekanizması içerisinde kadınlarla ilgili tek bir mekanizma kalmamış olacak.

2012 yılında 6284 sayılı Kadına Yönelik Şiddet ve Ailenin Korunması Hakkında Kanun da aynı mantıkla “ailenin korunması”nı kapsadı. İktidarın “Dünyadaki en kapsamlı şiddet yasası” olarak reklam ettiği yasanın amacı, kadın örgütlerinin ısrarlı taleplerine rağmen, öncelikle ve sadece “şiddeti önlemek” değil, “ailenin korunması” olarak ifade edildi. Kadına yönelik şiddetle mücadele, söz konusu aile olduğunda pekala arka planda kalabilirdi!

Hükümet, özellikle Ayşenur İslam’ın bakanlığı döneminde, bir yandan artan kadın cinayetleri karşısında “Ama sadece kadınlar şiddet görmüyor, erkekler de görüyor” diyerek rakamlarla oynadı. Diğer yandan şiddete uğrayan kadınların ilk başvuru yerlerini kapatma hamleleri yaparak sığınakları konukevlerine, danışma merkezlerini ise “aile merkezleri”ne dönüştürme çabasına girişti. Bugün sığınakların hem sayısal hem de nitelik olarak yetersizliği ortadayken, yeni şiddet yasası ile ilk başvuru ve koordinasyon merkezi olarak kabul edilen Şiddet Önleme ve İzleme Merkezleri, gizliliği ihlal, kadınları fişleme, şiddet görenle şiddet uygulayan arasında arabuluculuk yapma gibi kabul edilemeyecek uygulamalara imza atıyor. 


KIYAFETTEN BOŞANMAYA 13 YILLIK YASAKLAR MANZUMESİ

2012 yılından beri, kazandıkları hakları kaybetmekle yüz yüze kalan kadınlar, iktidar tarafından pek çok kez de aşağılandı. Kadınların kılık ve kıyafetleri çokça gündem oldu. Kürtaj, doğum kontrol hakları, sezaryen seçimi gibi kadın üreme sağlığı ve hakları kadınların ellerinden alındı. Hamile olarak sokaklarda dolaşmaları eleştiri konusu oldu, annelerin oğullarını diz kapaklarıyla tahrik edebilecekleri gibi pervasız tartışmalar yaratıldı. Yalnız yaşayan, bekar kadınları toplumda “iffetsiz” damgasıyla yaftalayacak söylemler her fırsatta yinelendi. Kadınların kahkahaları bizzat Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç tarafından “namussuzluk göstergesi” olarak kayda geçirildi.

Ancak kadına yönelik sistematik şiddetin çok konuşulur hale gelmesi Özgecan Aslan’ın ölümünün ardından gerçekleşti. Ülke çapında yaygın eylemler yapılırken hükümet bu tür saldırıları “lanetlemekle” yetindi. Kadına yönelik şiddet sorununun nasıl çözüleceğine dair öneriler linçten idama giden bir yelpazede, insanlık dışı yöntemlerle tartışıldı. Bu yöntemler toplumda infial yaratan olaylarda tabiri caizse halkın gazını almak için kullanılan bir güç gösterisine dönüşürken, iktidarın kadına yönelik şiddetin artmasındaki sorumluluğunun üstü kapatılmak istendi.

Kadın hareketi ise bu önerilerin hiçbirinin kadının korunmasına, şiddet olaylarına gerçekleşmeden önce engel olunmasına hizmet etmediğini söyleyerek meclisi olağanüstü toplanarak önlem almaya, iktidarı da sorumluluğa çağırdı. 


ERKEK ADALET İKTİDARIN İZİNDE

Bu kara tablo içindeki kopkoyu karanlık bir nokta da adalet mekanizmaları. Geçmişe göre daha fazla oranda kadının hak aramak için adalet mekanizmalarına başvurduğu raporlara yansıyor, ancak adalet mekanizmaları kadınları “resmen” şiddet ortamına bıraktı. Hatta aldığı kararlarla bizzat şiddet uygulayanın koruyucusu oldu. Bu da şiddet gördüğü için kurumsal başvuruda bulunanların oranının giderek düşmesine neden oldu.

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının yaptırdığı aile içi şiddet araştırmasına göre şiddete uğradığında resmi bir başvuruda bulunan kadın oranı sadece yüzde 11. O da ancak tahammül edilemeyecek bir noktaya geldikten sonra!

Araştırma, şiddetin en ağır biçimine boşanan ya da eşinden ayrı yaşayan kadınların maruz kaldığını da ortaya koydu. Bu sonuç iki açıdan değerlendirilebilir. İktidarın makbul ailesinin dışına çıkan kadının “cezalandırılması”nın meşru görülmeye başlanması işin bir yönü. İkincisi ise çoğunlukla şiddet katlanılmaz boyutlara ulaştığında boşanmaya karar veren kadınlar açısından hayati tehlikeyi gözetmeyen ve kadını dikkate almayan yargı, verilmeyen koruma kararları ya da uygulanmayan koruma yöntemleri kadınları ölüme sürüklüyor.

İktidarın söylemleriyle kadına yönelik her türden kötü muamelenin sıradanlaşması yargının da taciz, tecavüz ve istismar davalarında korkunç bir sicile sahip olmasının önünü açtı:
* Çocuk yaşta cinsel istismar davalarının pek çoğunda çocuğun “rızası” olduğu gerekçesiyle ceza indirimleri yapılması olağanlaştı. Örneğin; Bingöl’de 15 yaşındaki kız çocuğunun sekiz uzman çavuşun cinsel istismarına maruz kaldığı davada mahkeme, başına gelebilecekleri öngörebilecek durumda olduğunu savunduğu çocuğun ‘rıza’sı olduğuna kanaat getirdi.
* Tecavüzcüye “masumiyet karinesi” gereği tahliye olağanlaştı. Örneğin 23 yaşındaki ODTÜ Öğrencisi İ.G’nin kaçırılarak tecavüze uğraması olayında, tecavüzcülerden birisine ait sperm örneği bulunmasına rağmen İstanbul Adli Tıp Kurumundan rapor gelmesinde ısrar eden mahkeme raporun gelmesinin uzun süreceği ve ‘masumiyet karinesi’ gereğince sanıkları tahliye etmişti.
* Kadın cinayetlerini teşvik eden “haksız tahrik” kararları olağanlaştı. Kadın cinayetlerine ilişkin davalarda katil kocalar “Eşinin çantasında doğum kontrol hapı bulup aldatılacağını düşünmek”ten, “kadının kot pantolon giyip tanımadığı erkeğe cilveli şekilde saati sorması”na kadar türlü “gerekçe”ler mahkemelerce “haksız tahrik” olarak kabul edilerek ciddi ceza indirimlerine gidildi.


DİN GÖREVLİLERİYLE ŞİDDET ÇÖZÜLÜR MÜ?

Kadına yönelik şiddetle mücadele için AKP’nin ortaya attığı en önemli araç “Din görevlilerinin aile danışmanları haline gelmesinin kurumsallaştırılması” oldu. Anlaşmalı boşanmaların ortadan kaldırılması ya da ŞÖNİM’lerdeki kadınlara destek vermek üzere 1600 Diyanet görevlisi eğitildi. Böylece şiddetin sürmesini sağlayacak kurumlar ve kadrolar yaratıldı. Kadın hareketi “Kadına yönelik şiddette uzlaşma ve arabuluculuk yapılamayacağı kanunda açıkça belirtilmeli” demesine rağmen böyle bir hüküm yasada yer almadı. Aksine gerek ŞÖNİM’lerin işlevi, gerekse boşanmanın zorlaştırılmaya çalışılması, şiddete rağmen aile söz konusu olduğunda tüm devlet mekanizmasının arabulucu ve uzlaştırıcı olarak çalışacağını gösterdi. “Aile irşat merkezi görevlileri”, din görevlileri vb. kadrolarla kadınların her koşul altında aile içinde kalmalarını sağlamak gibi bir yol izleyen iktidar, kadınların aile içinde korunmasız kalmasının da baş müsebbibi oldu. 


KARAR KADINLARIN!

AKP iktidarı, kadınların en temel bedensel haklarını ilgaya yönelik pek çok adım attı. Üstelik bu yasaklar herhangi bir yasal düzenlemeye ihtiyaç bırakmaksızın Erdoğan’ın sözünü talimat kabul eden görevliler tarafından “fiiliyatta” uygulamaya sokuldu. “Sezaryenle doğuma karşıyım, kürtajı bir cinayet olarak görüyorum” diyen Erdoğan, “Her kürtaj bir Uludere’dir” diyerek gerçek bir katliamı bir hakkın gasbedilmesi için kullanırken, pek çok hastane fiili olarak kürtaj yapmamaya başladı.
Dönemin Sağlık Bakanı Recep Akdağ, tecavüze davet çıkarır gibi, “Tecavüze uğrayan doğursun gerekirse devlet bakar” diyebildi. TBMM İnsan Hakları Komisyonu Başkanı AKP Sakarya Milletvekili Ayhan Sefer Üstün “Tecavüzcü, kürtaj yaptıran tecavüz mağdurundan daha masumdur” diyebildi. Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı İ. Melih Gökçek “Anası tecavüze uğruyorsa neden çocuk ölsün, günahı ne, anası ölsün” diyebildi.
Onlar bu lafları ederken tecavüzcüsünü öldüren Nevin Yıldırım, “Tecavüzcünün çocuğunu doğurmak istemiyorum” dediği halde cezaevinde doğurmak zorunda bırakıldı. Kadınlar ise bu süreçte “Kürtaj Haktır Karar Kadınların” ismiyle kurdukları geniş platformla ülkenin dört bir tarafında on binlerce kadının katıldığı çok yönlü eylemler yapıp bu fiili yasakların yasallaşmasını engellediler.

Yarın: AKP döneminde kadın istihdamı

ÖNCEKİ HABER

TEMSA’ya da Bursa ikramiyesi!

SONRAKİ HABER

AKP’nin cenaze namazını kılalım

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...