02 Haziran 2015 00:20

AKP iktidarında iş cinayetlerinde görülmemiş artış

AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılından sonraki rakamlara bakmadan önce isterseniz 2012 öncesi işçi sağlığı ve güvenliği rakamlarına bakalım: 2011 yılında 69 bin 227 iş kazası yaşandı, 697 meslek hastalığı tespit edildi. Bunların 1700’ü iş kazaları sonucu, 10’u meslek hastalıkları sonucu olmak üzere toplam 1710’u ölümle sonuçlandı.

Paylaş

Uzm. Dr. Gökmen ÖZCEYLAN

İşçi cinayetleri ve iş güvenliğinin bu kadar kötü olduğu bir ülkede belki de en tehlikeli konu, sayılardır. Çünkü rakamlar belirli bir süreden sonra sadece birer istatistik halini almaya başlar. Duygusu azalır, öfkesi azalır. Acı sadece düştüğü yerde kalmaya başlar. Ancak bu konuda bir şeylerin kökten değiştirilmesini savunan ve yanlış gidenleri göstermeye çalışanların da işi hep bu rakamlarla olur.
AKP Hükümetine, 13 yılında birçok alanda eleştiri getirebilirsiniz. Yolsuzluktan tutalım, halkı hiçbir dönemde olmadığı kadar kutuplaştırması falan... Bu eleştiri alanlarını o kadar çoğaltabiliriz ki... Ama bunun karşısında hemen savunma mekanizmaları işler. Size AKP öncesi durumun vahameti anlatılır. Oradan örnekler çoğaltılır ve AKP ile başlayan ve iyiye giden şeyler anlatılmaya başlanır. Ancak işte rakamlar, istatistikler ve bilimsel gerçekler devreye girdi mi işler değişir. Benim de yıllardır yapmaya çalıştığım bu. Bu çabanın bazen olayı duygu durumdan çıkarıp istatistiksel bir hale soktuğunun farkındayım; ancak bu bir mecburiyettir. Herkes her şeyi maniple edebilir, eğer rakamlar gerçekten net ve tartışmasız ortaya koyulamamışsa.
AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılından sonraki rakamlara bakmadan önce isterseniz 2012 öncesi işçi sağlığı ve güvenliği rakamlarına bakalım: 2011 yılında 69 bin 227 iş kazası yaşandı, 697 meslek hastalığı tespit edildi. Bunların 1700’ü iş kazaları sonucu, 10’u meslek hastalıkları sonucu olmak üzere toplam 1710’u ölümle sonuçlandı.
Eğer istatistiklere derinlemesine bakmanız gerekirse Çalışma Bakanlığının ve iş güvenliği ile ilgili kurumların istatistikleri arasında kaybolup gitme ihtimaliniz var. Ama ben size elimden geldiğince kolaylamaya çalışacağım.

Buraya kadar ki tablonun analizi çok basit: Ortalama iş kazalarından ölüm oranlarını önce bir aşağıya çekilen ivmede gözlemlerken 2006 yılında ciddi bir artış -ki bu artış şimdiye kadar Türkiye tarihinde görülmeyen bir artış- sonrasında ise hep aynı ivmede giden ölüm oranlarını gözlemliyoruz.
Tabloyu 2011 sonrasında devam ettirebilirim, ancak 2011 bu konuda önemli bir göstergeye sahip olduğu için orada durdum. Öncelikle iktidara geldiği rakamlar ile yeniden ulaştığı dönem olarak 2011 yılı gözlemlenebilir. 2011 sonrasını şöyle özetleyebilirim yüzde 16.8’ler artık mumla aranan dönemlere dönüyor. 2012-2013-2014 yıllarında her 100 bin kişiye karşılık iş cinayetlerinde ölüm oranı artık 20’nin altına hiç çekilemiyor. Bu 2013 için özel bir durumu oluşturup 23.1’i buluyor.

İŞÇİ ÖLDÜ, ONLAR BÜYÜDÜ
Şimdi bu rakamlar sizlere ne ifade ediyor bilmiyorum ancak bana şunu anlatıyor. Özellikle ekonomideki büyümeyi, inşaat sektöründeki gelişmeleri yakından takip edenler hemen savunmaya geçerek “üretim arttığı için bu sayılarda artış var” diyor. Ancak durumun böyle olmadığını size şöyle izah edebilirim. Bu rakamlar işçi sayısının ve üretim hatlarının oranlarına göre çıkan rakamlar. Daha sade hale getireyim isterseniz.

AKP iktidarı başa geldiğinde çalışma gününe oranla işçi ölüm sayısı günlük ortalama 2.8 iken bu sayının oranı ise 2014 sonu itibariyle 3.8 e ulaşmış durumda. Yani her gün toplam 3.8 işçi arkadaşımızı ortalama önlenebilir bir iş kazasında kaybetmekteyiz. İş cinayetinden ölenlerin sayısını da 878’den 1264’e çıkarmış durumda. Bu rakamların bir de görünmeyen yüzü var. O da kayıtsız işçi sayısını tam bilmememiz ve bu işçilerin kaza oranlarını bu istatistiklerde değerlendiremememiz. Rakamlar gerçekten korkutucu değil mi?


SOMA, ERMENEK VE TORUN CENTER BAĞIRARAK GELDİ
Peki, AKP hiç mi iş güvenliği ve işçi sağlığı konusunda adım atmadı?

Tabii ki adımlar atıldı. Öncelikle çıkarılan 6331 sayılı yasa çok ciddi bir çalışma olarak sunuldu. Birçok sorunumuza çözüm olacağı iddiasına sahipti. Çalışma ortamında güvenliğin artacağı, bu alanda ciddi bir profesyonellik geleceği ve tüm yapıtaşlarının değişeceği iddiası mevcuttu.  
2013 ocak ayında yürürlüğe giren 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası’nın rakamlarda nasıl değişiklik yap(a)madığını yukarıda verdiğim istatistiklerde görebilirsiniz. Yani soruna bırakın çözüm olmayı merhem dahi olamadığını görüyoruz. “Neden” sorusuna cevap bulmak ise bizlere düşüyor.
Bu kadar ciddi ve can alıcı bir konuda yasa çıkarmadan önce sivil toplum örgütleri, bu yasanın muhatabı işçi temsilcileri ve işverenlerle ön görüşmeler yapılmadı. Sivil toplum örgütlerinin en temel itirazı şuydu. Öncelikle işçi sağlığı ve güvenliği hizmetleri üretimin bir parçasıdır. İşverene işin doğası gereği bir maliyet getirecektir. Bu yüzden denetleme ve sonrasındaki hukuki süreçlerde yapılması gerekenleri yapmayanların hukuken cezalandırılabileceği bir yasa olmalıydı. Ancak yasaya öyle bir madde kondu ki, yıllardır süren sorun daha karmaşık hale getirildi. “İşveren temsilcisi” diye bir kavrama yaslanıldı. İşverenler de bu sorumluluktan kaçmanın yolunu kolayca buldular. Çalıştırdıkları fabrikalarda işveren temsilcileri atayarak hukuki sürecin dışında kalmayı başardılar. Böylece bu maliyetlere fazla ciddiyetle yaklaşmadılar.
Yasadaki ikinci itiraz konumuz ise şuydu: Avrupa Birliğinin ILO sözleşmelerinde imzalamaya mecbur tuttuğu inşaat ve maden düzenlemelerine imza atılmamıştı. Madende ve inşaat sektöründe özelleştirmelerin deli gibi yapıldığı bir dönemde özel sektörün koruyucu tedbirler açısından ciddi bir yükümlülüğe alınmaması nedeniyle bu iş kollarında yaşanacak cinayet ve facialara karşı tüm meslek odaları uyardı. Ancak dinlenmedi. Üretimi ve büyümeyi neoliberal politikanın piyasa insafına terk edince Soma, Ermenek ve Torun Center faciaları bağırarak geldi.
 
EN BÜYÜK NEDEN: TAŞERONLAŞTIRMA
Soma faciası sonrası ülkemizde inanılmaz bir toplumsal duyarlılık oluştu. Özellikle medyanın da bu konuda desteği ile ciddi bir baskı oluşacak diye düşündük. Ancak yanıldığımızı anlamak çok da uzun sürmedi. Bu yasaya getirilen yeni yönetmelikler ve ekler ile niyetin farklı olmadığını gördük.
Esnek çalışma saatleri, taşeron sisteme getirilen düzenlemeler bize gerçeği hemen gösterdi. Öncelikle esnek çalışma saatleri olsun, taşeron sistem olsun bunların hepsi işverenin daha fazla kâr ve daha fazla kazanç için hükümetten istedikleriydi. İşçi de daha fazla güvenlik ve daha insani bir yaşam için kadrolu sendikalı, güvenli bir çalışma ortamı istiyordu. Bu kadar toplumsal baskının etkisiyle AKP Hükümeti bir adım atabilirdi. Ancak olmadı. Yine işverenin isteği oldu. Tamamen yasada ortada bulunan düzenlemesi olmayan ve fiiliyatta ise çok fazla kullanılan taşeronluk, ağalık veya her iş kolunda başka isimlerle faaliyet gösteren bu sistem yeni yönetmeliklerle sağlam bir dayanak aldı. Artık bir inşaatta kaç çeşit taşeron firmanın çalıştığını bilme şansımız bile kalmadı. Oralarda meydana gelen bir iş cinayetinde top elden ele atılır oldu. Suçlu bulmayı bırakın mahkemelerde sorumlu kişiler dahi tespit edilemez oldu. Bu da iş kazalarındaki artışın en önemli sebeplerinden biri oldu. Esnek çalışma saatleriyle, sendikasız çalıştırma imkanlarıyla eli güçlenen işverenin kapitalizmin doğası gereği daha fazla kazanma hırsı iş güvenliği önlemlerini tamamen arka plana attı.

EN YIKICI HÜKÜMET
Şimdi son ve en can alıcı soru; Bu AKP’nin mi sistemin mi başarısızlığı?

Kapitalizmde işçiden yana bir hükümetin iktidarda olmasının zorluğu hatta imkansızlığına dair çok ciddi bulgular mevcuttur. Ancak kapitalizmle yönetilen ülkelerde dahi bazı yasalar ve düzenlemelerle işçisinin sağlığını çok fazla riske atmadan, insani koşulları yitirmeden çalışma ortamları yaratılamıyor mu? Avrupa bu açmazın cevabını yıllar önce bulmadı mı?
İfade ettiğim pek çok şey tartışılabilir. Ama şu kesin, AKP Hükümeti, diğer konuları bilemem ama iş güvenliğinde karşımıza gelen en yıkıcı hükümet olarak tarihe geçmeyi başarmıştır. Rakamlar, istatistikler duygusuz olabilir ancak gerçekleri en iyi onlar anlatır.

İŞÇİ SAĞLIĞI RANT KAPISI OLDU
İŞ Sağlığı ve Güvenliği Yasası’nın yanı sıra, bu dönemde Tabip Odası ve TMMOB başta olmak üzere meslek örgütlerinin etkinliğini azaltacak bir proje geliştirildi. Yetkileri Çalışma Bakanlığına devredilip, eğitimler resmen özel eğitim merkezlerinin rant kapısına dönüştürüldü. Yılların eğitimli işyeri hekimlerinin elinden sertifikaları alındı, geçersiz sayılıp Çalışma Bakanlığının verdiği yetkilerle açılan tecrübesiz, paraya endeksli, eğitimlere ve stajlara katılmadan tamamlanabilen bir yapı oluşturuldu. Bu eğitimden geçenlerin ise kolay bir merkezi sınavla sertifikalandırması yapıldı. Saha tamamen tecrübesiz ve eğitimsiz işyeri hekimleri, iş güvenliği uzmanlarına bırakıldı. Ancak çok kısa sürede zenginleşen eğitim merkezleri doldu ülke. Bunların yapılma nedeni iş kazalarını önlemekti, fakat iş kazaları artarak devam ediyordu!

OSGB: İŞ GÜVENLİĞİ HİZMETLERİ TAŞERONLAŞTI
Yeni yasayla birlikte Ortak Sağlık ve Güvenlik Birimleri (OSGB) hayatımıza girdi. Yine tarafların görüşü alınmadı. Yine bilimsel veriler, siyasal gerçekler göz ardı edildi.
OSGB sistemleri aslında yapmak istediklerinin aynası gibiydi. İş güvenliği hizmetlerini de taşeronlaştırıp, piyasanın insafına terk etmek...
OSGB firması işyeri hekimlerine tam zamanlı ücretler veya saatlik anlaşmalarla sözleşme imzalatıyor. Bu sözleşmelerdeki fiyatları belirleyen unsur ise bir ortak fiyat cetveli değil, OSGB’ler arasındaki ekonomik rekabet. Bir OSGB herhangi bir firmaya işyeri hekimliği hizmeti satmak için bir teklif götürüyor. Diğer OSGB aynı firmaya daha düşük bir teklif götürüyor. Zaman içinde bu tekliflerde yarı yarıya düşmeler başlıyor. Otomatik olarak işyeri hekiminin maaşlarındaki düşüş karşımıza çıkıyor. Kısacası bir sağlık ve güvenlik hizmeti piyasanın acımasız koşullarına terk ediliyor. İşyeri hekimleri ve iş güvenliği uzmanları taşeron bir firmada çalışır konuma düşüyor. Bu maddi ilişkilerin yarattığı ana sonuç taşeron olarak çalışan ve çalıştıran işyeri hekimleri ve iş güvenliği uzmanları olarak karşımıza çıkıyor.
Kısaca böyle bir işleyişte nitelik düşüyor. Kim daha ucuza bu hizmeti sunarsa firmalar o OSGB ile anlaşıyor. Ve bu piyasa koşulu da zaman içinde tecrübesiz, güvencesi olmayan iş güvenliği uzmanlarını ve işyeri hekimlerini sahada kullanmaya götürüyor. Devletin çalışanı olup denetleme görevini yapabilecek bu kişiler, parasını aldıkları şirketleri denetlemek ve iş güvenliği önlemleri konusunda baskı unsuru olmalarını istemek gibi imkansız bir göreve terk edildiler. Bu da zaman içinde denetlenmeyen, işleri idareten kağıt üzerinde götüren, işçilerin hiç tanımadığı, işverenle içli dışlı olan işyeri hekimi ve iş güvenliği uzmanlarını yarattı.

 

İŞ CİNAYETİNDE KORKUNÇ TABLOİşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisinin (İSİG) basında çıkan haberlerden de derlediği raporlar iş cinayetindeki korkunç tabloya işaret ediyor. İSİG’in rakamlarına göre iş cinayetinde ölen işçi sayısı resmi rakamların çok üzerinde. 301 madencinin katledildiği Soma faciasının da yaşandığı 2014 yılında 1886 işçi ölümüyle cumhuriyet tarihinin en fazla iş cinayeti gerçekleşti. İş cinayetleri 2015’te de hız kesmedi. İSİG’in raporlarına göre ocak ayında en az 128, şubat ayında en az 85, mart ayında en az 139, nisan ayında ise en az 130 işçi iş cinayetinde yaşamını yitirdi. Böylece 2015 yılının ilk dört ayında iş cinayetlerinde en az 482 işçi can verdi.

 

ÖNCEKİ HABER

Şampiyonluk Saraybosna’da kaldı

SONRAKİ HABER

‘HDP’ye ilgi artıyor sürpriz oylar gelecek’

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...