31 Mayıs 2015 00:55

Ne oldum demeyeceksin ne olacağım diyeceksin

AKP’’yi bunca yıl iktidarda tutan temel büyüme stratejisi de kentsel politikanın inşaat ve enerji sektörlerinden beslenerek büyümesi oldu. Yıllar içinde kentsel demokrasi söylemi sıfırlanırken, kent sermayesine el koymaya endeksli bir büyüme yaklaşımı merkeze oturdu.

Paylaş

DOSYA: AKP'nin 13 yılı

Fevzi ÖZLÜER
Avukat

AKP’yi 2002 yılında iktidara getiren en önemli olgulardan birisi 1999 yılında yaşanan deprem ve sonrasında ülkenin yaşadığı iktisadi krizdi. AKP öncesi iktidar, depremin yarattığı iktisadi ve sosyal bunalımı yönetememiş ve çözülmüştü. Deprem anı ve sonrasında yaşanan kaosun yarattığı hafıza, 40 binden fazla insanın ölmesi, birkaç kentin psikolojik olarak çökmesi,  merkeziyetçi yönetim gelenekleri baskın Türkiye’de yerel yönetim odaklı politikaların önemini ortaya koymuştu. Kentlerin yeniden imar edilmesi, afet yönetiminin geliştirilmesi, kentsel çevrenin korunması gerekliliği de yeniden ısıtılan gündemlerdendi. Bu anlamıyla AKP’nin 2002 seçim bildirgesinde kentsel politika önemli bir yere ve vurguya sahipti.  AKP’yi bunca yıl iktidarda tutan temel büyüme stratejisi de kentsel politikanın inşaat ve enerji sektörlerinden beslenerek büyümesi  oldu.  Yıllar içinde kentsel demokrasi söylemi sıfırlanırken, kent sermayesine el koymaya endeksli bir büyüme yaklaşımı merkeze oturdu.

KENT DEMOKRASİSİ İDDİASINDAN MERKEZİYETÇİ SİYASET DİLİNE DÖNÜŞ

AKP’nin 2002 seçim beyannamesinin en dikkat çekici ve geleneksel Türk sağından ayırıcı yönü, kentsel politikada katılımcı ve çoğulcu politika geliştirme ve bu politikayı Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı ekseninde inşa etme iddiasıydı. Bu beyannamede AKP, yerel yönetimlerin kanun tarafından belirlenen yetki sınırları içinde kalan tüm konularda faaliyette bulunmak açısından takdir hakkına sahip olacağını, özerklik şartına dayanarak taahhüt etmişti. Bu iddialı kentsel politikanın yerel demokrasi odağında inşası beyannamesi, AKP iktidara geldikten bir süre sonra karşılığını, “Kamu Yönetimi Temel Kanunu” tartışmalarında buldu. Ancak yerel demokrasi, piyasanın “yönetişimci” yeni kamu işletmeciliği tezleriyle biçimlenmişti. Hem merkezi hem de yerel yönetimlerin bir şirket gibi çalışması esasına dayalı bu kamu işletmeciliğinde, hizmetten yararlanan yeni yurttaş-müşteriler de hizmeti yakın yerden alarak piyasa temelinde demokrasiyi inşa edecekti. Yerel yönetim hakkını esas alan kentsel demokrasinin siyasal bölünmeye yol açacağına yönelik oluşan sağcı hegemonya da Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartına’na uzak durulması gerektiğini iktidara ikna etti. Yeni kabul edilen Belediye Kanunu’na göre, Belediyelerin okul öncesi eğitim kurumları açabilmesine yönelik yasa maddesinin Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmesi, AKP’ye karşı devam eden kapatma davası da işin tuzu biberi oldu ve yerel yönetim özerklik şartı gündemden düşüverdi.
AKP’nin kentsel politikada yerel demokrasi pratiğini inşa etme söyleminden kısa sürede uzaklaşması, merkez siyaset olmaktan, egemen merkeziyetçi siyasete sökün etmesi 2007 seçim beyannamesi ile biçimlenmeye başladı. Bildirgede “Anayasada belirtilen ‘yerinden yönetim’ ilkesine göre yerel yönetim bakış açısının” kabul edildiği belirtilmiş ve bu yönüyle de merkezileşmenin ilk işaretleri de verilmiştir.


YEREL YÖNETİMLERDE DEVLET DİLİNE DÖNÜŞ

2011 seçim beyannamesinde, yerel yönetimler için ayrılan paragraf şudur: “Yerel yönetimler, vatandaşların ortak nitelikli yerel ihtiyaçlarını karşılamak için oluşturulan kamu tüzel kişiliğidir.” Yerel yönetim bir devlet organı olarak görülmeye başlanmış, katılım, demokratik yönetim ekseninin oturduğu yönetişimci dilden de kopulmuştur.
Buna karşın 2015 yılına kadar tüm seçim beyannamelerinde yerel yönetimlere yetki devrinin öneminin altı çizilmiştir. Yerel yönetim politikalarında, mahalli idarelere yetki devri söyleminin geldiği düzey ise şudur: Mahalli idareler, alt yapı hizmetlerinin piyasalaştırılmasına yönelik idari ve hukuki kırtasiye işlerinden sorumludur. Bu politikaların nasıl yürütüleceğini, hizmetin nasıl görüleceğini belirleme yetkisi yoktur. Kentsel mekan, koruma ve kullanma dengesi açısından, Bakanlık eliyle planlanmaktadır. Yerel yönetimler, Büyükşehirler dahil, evin içinde bulunan eşyaları düzgün bir biçimde  yerleştirmekle sorumludur. Yerel yönetim bir marangozluk faaliyetine girip de eve mutfak dolabı falan yapamaz.
2012 yılında kabul edilen 644 sayılı Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın Kuruluşu Hakkında KHK sonrasında tüm şehirlerin politikalarının ana gelişimini, Şehircilik Bakanlığı belirler hale gelmiştir.


İNŞAAT BÜYÜCÜSÜ DOKUNURSA DİLİ ÇÖZÜLECEK ŞEHRİN

2011’de merkeziyetçi kentsel politika diliyle birlikte, yeni Türkiye ve yeni kentler söylemini bir tür yeni bir modernleşme söylemine dönüştürmüştür. Bu anlamıyla da kentsel mekânın klasik ve ideolojik işlevini ön plana çıkartan bir kentleşme politikası egemenliğini ilan etmiştir. Geleneğe, Osmanlı, Selçuklu mimarisine aşırı vurgu temelinde bir sembolizm seçim bildirgesine de yansımıştır.
2007 seçimlerinde “Dünya kenti ve Avrupa Kültür Başkenti” ekseninde bir İstanbul vurgusu yerini, 2011 yılında İstanbul’u organlarına ayıran bir “Mega projeler” söylemine bırakmıştır. Marka şehir kavramı da ithal edilerek, Türk sağının klasik “Avrupa’nın tekniğini alalım ve şehirlerimizin ahlakıyla besleyelim” ezberi de bir kez daha üretilmiştir.
Pek tabi alınan teknik yine ithal edilen bir tekniktir. 2007 seçim döneminden bakiye kalan, Marmaray ve 3. Köprüye, 2011 seçim döneminde 3. havalimanı, Galataport, Haydarpaşaport ekleniyordu.
2011 Beyannamesi bir projeler cennetidir. Bu projelerle ilgili 2015 beyannamesi ise sessizdir. Çünkü hedeflere ulaşılamamış, inşaat büyücüsü omuza dokunmamıştır.


SEN AT, TUTARSA TUTAR, TUTMAZSA HESABINI SORMAZLAR

AKP 2002 seçim bildirgesinde “istihdamın arttırılmasında emek yoğun bir sektör olması ve beraberinde yüzü aşkın alt sektörü harekete geçirmesi nedeniyle inşaat sektörünü canlandırıcı önlem alınacaktır” diyerek bir yandan TOKİ’yi yeniden teşkilatlamış, inşaat sektörünü canlandıracak yerel yönetim mevzuatını düzenlemiş, kentsel dönüşüm süreçlerinin altlığını oluşturmuştu. 2007 seçim döneminde ise tarihi kent merkezlerinde dönüşüm için yenileme alanı uygulamalarını hızlandırmıştı. Tarlabaşı, Sulukule, Ulus tarihi kent merkezi projeleri alan ölçeğinde önemli projeler olarak sunulmuştu.
2011 seçim döneminin mega projeleri olan, toplam yolculukların % 80’inin toplu taşım sistemleri ile gerçekleştirilmesi, evsel atıkların % 80 oranında geri dönüşümü sağlanması, kişi başına düşen yeşil alan miktarı 7 metrekareye ulaştırılması, 2015 seçim beyannamesine yapılamadığı için yansıtılmamıştır.
Bitmeyen mega projeler bunlar değildi tabi, binaların % 60’a varan miktarının sağlamlaştırılması veya yeniden yapılması, yerleşim ve şehircilik açısından uygun olmayan kentleri yenilemek için 10 yeni şehir kurulması, TOKİ eliyle inşa edilen konut sayısı 1 milyona ulaştırılması yuvarlak hesaplardandı.
İstanbul’un dünyanın önemli finans merkezi haline getirilmesi, şehrin yıllık 20 milyon turiste ev sahipliği yapılması, Ankara’ya 2 yıl içinde 44 kilometre metro yapılması, Ankara’daki kentsel dönüşümlerin tamamlanması, Çubuk ve Ankara Çayı ıslahı ve Ankara’ya kazandırılması, Ankara’da 5 bin adet yabancı sermayeli kuruluş ve 5 milyar dolarlık doğrudan yatırım sağlanması da havaya sıkılan diğer kurşunlardı. Başkent bu kadar vaat ile yetinir mi! Ankara’dan 10 milyar dolarlık savunma ve havacılık ihracatı yapılmasını hedefi, yılda 50 uluslararası, 50 ulusal kongre ve fuara ev sahipliği yapılması, Ankara’ya 5 milyonu sağlık turizmi için, toplam 10 milyon turist çekilmesi de tabi vaat olarak kaldı.
Lakin, kentin içindeki hastanelerin şehrin dışına taşınması projesiyle, şehir dışında hastane kuran 60’lı yılların yanlış şehircilik politikasının tekrar edilmesinin kimlere ne kazandıracağını ise tahmin edebiliyoruz. Hizmete yakınlık prensibinin, iktidara yakınlık prensibine hızlıca dönüşmesinin zeminini de döşeyen mega projelerden 2015 seçim vaatlerine ise hiçbir şey aktarılmamış.


AFET YASASIYLA OLAĞANÜSTÜ BİR KENT YÖNETİMİ DOĞDU

Başta 2 b arazilerinin tahsisi olmak üzere 2011 seçim vaadi, vatandaşı “güvenli, huzurlu ve mülkiyeti olan yaşam alanlarına” kavuşturmaktı. 2015 seçim vaatleri arasında ise ne bir 2B var!!, ne de mülkiyet güvencesi. Kentler bir “distopya” ortamı olarak sunuluyor. Bu nedenle de 2002’de kentlerde yerel demokrasi ile başlayan beyanname dili 2015’de afet yönetimi odaklı bir dile dönüşüyor.
Afet yönetimi konusunda kurumsal çok başlılığın ortadan kaldırılması AKP’nin en önemli politik başarısı olarak beyannamede ön plana çıkartılıyor. Afet sonrasında kalıcı konutların hızlıca imarına yönelmek gibi bir strateji izlendiği de bu bağlamda vurgulanıyor. Ancak, Van örneğinde olduğu gibi niteliksiz konutların hızlıca imal edilmiş olmasına getirilen eleştiriler doğal olarak son beyannameye yansımıyor.
Afet yönetiminde özellikle depremden kaynaklanan sorunların ön plana çıkması, yapı stoğunun iyileştirilmesi yerine daha çok yıkılarak yeniden yapılmasını önceleyen bir politikayı gündeme getirmiştir. Yapı stoğunun yıkılmasının yaratacağı büyük inşaat ekonomisinin gerekçesi de deprem olmuştur.
Afetle mücadele daha çok kentsel dönüşüm uygulaması biçimine dönüşmüştür.  Kentlerde deprem toplanma alanlarının yapılaşmaya açılmasıyla depremden korunma alanları küçülmüştür. AKUT verilerine göre, 1999 depreminden sonra belirlenen 480 acil toplanma alanının 270 tanesi imara açıldı. Bilgi edinmeyle ortaya çıkan verilere göre, İstanbul’da 39 ilçede belirlenen 367 alana 230 bin 315 çadır kurulabilecek ve buralarda sadece 1 milyon 151 bin 575 kişinin kalabilecek, İstanbul’un 2014 yılı resmi nüfusu ise toplam 14 milyon 377 bin 18 kişi.


KIRSAL ALANLARIN İŞGALİYLE VAAT EKONOMİSİ SÜRDÜRMEK

2015 seçim bildirgesi öncesinde AKP, kentlerde sağlık, tarih, doğa, kongre odaklı turizmi ve bu bağlamda hizmet ve inşaat sektörünü esas alan bir strateji izlemişti. 2015 seçim bildirgesinde ise “Üniversiteleri şehirlerin beyni yapacağız yaklaşımı” ile kentlerde yenilikçilik, teknoloji ve bilgi üretimi merkezli bir sanayileşme ve birikim işaret ediliyor. Hafif sanayiye dayalı büyümenin, kentsel ranta odaklı büyümenin yerini alması için ise çok şeyin değişmesi gerekiyor.  Fikri mülkiyete dayalı bir  büyüme stratejisine sahip değilken bu iddiaların hayat bulacağını ummak mümkün değil.
Mekansal düzeyde küçük ve orta ölçekli belediyeleri destekleme stratejiyle iktidara gelen AKP 2012 yılında çıkardığı Bütünşehir Yasası ile Büyükşehir sayısını 30’a çıkardı ve il sınırını Büyükşehir belediye sınırı haline getirdi. Böylece mekan düzeyinde büyüme, yoğunlaşmayla birlikte kentsel politikanın bütünlüğü açısından aşırı bir merkezileşme de beraberinde geldi.
Kırsal arazilerin planlanması, kentsel rantın da konusu haline gelmesi 2015 seçim beyannamesine yatay şehirleşme kavramının da girmesinin önünü açtı. Yatay şehirleşme ile birlikte kent merkezlerindeki nüfusun elinde bulunan mülklerin ellerinden alınarak, bunun yerine bir “gayrimenkul sertifikası” verilecek olması açıkça beyannameye girmiş. Kentin orta sınıflarının şehrin çeperlerinde arsa sahibi olmalarının teşvik edileceği de bu bağlamda seçim beyannamesine yansıdığını görüyoruz. Böylece kentsel dönüşümle birlikte alt sınıflar gibi orta sınıflarda kentten kovulacak.  Büyükşehir sınırı içinde kalan ve yatay mimarinin konusu olan kırsal araziye el konularak, şehirlerin buralara kaymasının önü açılacaktır. Büyüyen yeni şehirler yeni alt yapı yatırımlarını beraberinde getirecektir. Yeni planlama alanlarının doğması, yeni inşaat sektörü hayali coğrafyanın tamamının şantiye haline getirilmesi vaadi olarak ortaya çıkmaktadır. Ancak bu vaadin gerçekleşmesi için kent merkezlerindeki mülklere devlet eliyle el konulması sürecinin hızlıca tamamlanması gerekecektir. Bu yönüyle de seçim sonrasında AKP yeniden iktidar olursa, deprem gibi afetler gerekçesiyle riskli alan ve yapı uygulamaları hızlandırılacaktır. Bu alanlarda mülkü bulunan kişilere “gayrimenkul sertifikası” verilerek mülklerine el konulacaktır.  Bu da AKP’nin verili konut stokunun yüzde 60’ı yıkılacak taahhüdüyle uyumlu bir politika olacaktır. Kentin çeperlerinde arsa üretmek, bu arsaların alt yapı sorununu çözmek, kiracıları bu konutları satın alamaya yönlendirmek, bunun için kredi olanaklarını çeşitlendirmek ekseninde biçimlenen kentsel politikada merkezi hükümetin daha fazla konut sektörüne bağımlı bir iktisadi düzlemden gelecek hesabı yaptığını da görmek mümkün.

(Yarın: AKP = Esneklik, Güvencesizlik, Sendikasızlık…)

ÖNCEKİ HABER

Kadınların seçimi eşitlik ve özgürlükten yana

SONRAKİ HABER

Gezi'nin 2. yıl dönümünde tablo: Şiddet var ceza yok

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...