23 Mayıs 2015 00:51

İngiltere seçimleri sonrası Cameron karamsarlığı

Paylaş

İngiltere’de seçimlerin bitmesiyle şimdi verilen vaatlerin ve sözlerin nasıl hayat bulması tartışılır oldu. Seçimlerde galip çıkan Cameron’un AB’den çıkıp çıkmama üzerine yapmayı planladığı referandum bu tartışmaların başında gelenlerden. Daily Telegraph’dan çevirdiğimiz yazı bu Cameron’un bu konuda izlemesi gereken yol haritasını konu ediyor. Almanya’da bu hafta Federal Meclis  Başkanı Norbert Lammert’in Mısır Devlet Başkanı Sisi’nin haziran ayında yapacağı Almanya ziyareti sırasında onunla görüşmeyeceğini açıklaması gündemlerden biri oldu. Mısır’ın hem ekonomik hem politik açıdan iyi bir müttefik olduğuna dikkat çekilerek ilişkileri bozmamak gerektiğini yazanlar kadar “Meclis başkanı eleştirsin, başbakan görüşsün, hem eleştirelim hem destekleyelim” içerikli yorumlar da yapıldı. Fransa’da ise 2005 yılında Paris banliyölerinin 2 gencin elektrik trafosunda can çekişerek ölmesinden sonra isyan etmesinin 10. yılına denk düşen bir mahkeme konusu önemli gündemlerden birisiydi. Gençleri kovalayan polisler, “Hayati tehlikesi olan kişilere yardım etmemekle” suçlanıyorlardı, ama hafta içinde mahkeme polislere beraat kararı verdi ve banliyö gençlerinin maruz kaldığı sorunlara karşı güçlü bir adaletsizliğin olduğunu tekrar tartışma konusu etti. Çevirdiğimiz yazıda, Sorbonne Üniversitesinde Sosyoloji profesörü Didier Lapeyronnie kararın siyasi bir karar olduğuna vurgu yapıyor.


KARAMSAR OLANLARA İNANMA AB’Yİ REFORM ETME KONUSUNDA DAVİD CAMERON’UN İYİ BİR ŞANSI VAR

Raoul RUPAREL
Daily Telegraph

David Cameron yeniden seçildiğinden beri AB’yi reform etme ve referandum stratejisi konusunda büyük bir karamsarlık var. Beklendiği gibi, uç görüşlü fikirler kendi gündem çıkarları için büyük reformları imkansız olarak görüyor ve erken referandum çağrısı yapıyor. Bir grup AB’nin kusursuz olduğunu söylüyor ve bir diğer grup ise Birleşik Kraliyetin (AB’yi) değiştirme çabası göstermeden AB’den çıkmasını istiyor. Başbakan Cameron iki grubu da kale almasın.
David Cameron AB’yi reform etme ve referandum konusunda üç boyutu idare etmeli, bunlar şöyle içerik, işlem ve hızlılık. Başbakan bu konulara bu sıralama şeklinde öncelik vermeli.
Şüphesiz Cameron için en önemlisi elde edeceği reformun içeriğidir. Seçmenlerden aldığı vekalet sonucu AB’yi geniş reformlar yapması konusunda zorlayacak eşsiz bir fırsat var elinde. Reform etme ihtimalini sunduğu için Cameron eğer seçmenlere referandumda AB üyeliğini önermek istiyorsa elle tutulur değişikler sunması gerek. Bu iki sebeplerden dolayı hedefleri konusunda hırslı olmalı.
Önereceği bazı yasamalar konusunda biraz tahmin yürütebiliyoruz. Birincisi “Open Europe’un” önderdiği şekilde AB göçmenleri çalıştığı süreç içerisinde sosyal yardımlara başvurabilmeleri konusunda değişiklikler önerecek. Bu değişiklik AB kurulduğu dönem amaçlanan işçilerin serbest dolaşım hakkını elde etmemizi yeniden sağlayacak, ve böylece sosyal yardımın serbestçe dolaşım hakkının önüne geçecek.
İkinci mesele Avro Bölgesi’nin 28 devlet için kural çıkartmaması konusunda güvence verilmesi gerekiyor. Bu AB’nin geleceği açısından çok önemli bir mesele. Eğer Avro Bölgesi hayatta kalmak ve refah düzeyini yükseltmek istiyorsa değişiklik yapması gerek. Sayılı AB üyeleri bu değişikliğin parçası olmak istemeyebilir ve bu yüzden avro dışında kalıp ama avro tarafından yönetilmemek için garanti alması gerek. Üçüncü teklifse ulusal parlamentonun daha fazla rol ve önem kazanması gerek.
Aynı zamanda 2016’daki bütçe değerlendirmesinde sunulan fırsatı kullanarak, AB bütçesinin baştan tasarlanması için baskı yapmasını isterim. Mesela, bölgesel fonların sadece en fakir AB ülkelerine dağıtılması daha zengin AB üyelerin arasında gereksiz para döngüsünü engelleyebilir ve halkın vergisinden milyarlarca tasarruf elde edilebilir.
Cameron aynı zamanda AB’nin temel taşı olan ortak pazarı rekabete açmak için görüşmeler yapmalı. Asırlardır duyduğumuz  “ortak pazarı tamamlama” sözlerinin ötesinde bir başarı hedeflemeli. Detaylı ve hedefleri belli bir yol çizilmeli sınırlar arası ticaretin önündeki var olan engelleri aşabilmek için, özellikle de AB’nin geleceği olan hizmet sektörlerinde. İngiltere’yi AB karşıtlığı ile suçlayan ülkelere karşı Cameron, aslında bu suçlamaları getiren ülkeler çoğu kez tutucu yaptırımlarıyla AB’nin gerçek ekonomik potansiyeline ulaşmasını engellediğini söylemekten kaçınmamalı.
AB’nin 28 üyesi arasında bu konuda bir anlaşmaya varılamıyorsa, daha ufak bir grup ülkenin “yoğunlaştırılmış iş birliği” altında serbest ticaretin önündeki engelleri aşmak için çalışmalar yürütmeli.
Gerekli değişiklik listesi konusunda daha fazla bilgi vermek için “Open Europe” önümüzdeki hafta AB reform endeksini açıklayacak. Bu liste Cameron’nun izlemesi gerektiği ve potansiyel reform konusunda gerçek değişiklik elde edebileceği alanlara vurgu yapacak. Bu da siyasi süreci en iyi nasıl değerlendirmesi konusunda yardımcı olacak.
Reform sürecini idare etmek de çok önemli olacak. Cameron AB anlaşmasında bir değişiklik yapmaktan korkmamalı. Evet, zor olacak ama imkansız değil. AB’de de her zaman olduğu gibi, siyasi istek olduğu sürece bunları başarmanın bir yolu olur.

Çeviren: Çağdaş Canbolat


ZYED VE BOUNA’NIN ÖLÜMÜ: POLİSLERİN BERAAT ETMESİ SİYASİ BİR KARARDIR

Didier LAPEYRONNİE*
Le Monde

Tam on yıl sonra mahkeme kararını verdi: Tehlikede bulunan kişilere yardım etmeme suçuyla yargılanan iki polis beraat etti. 27 nisan 2005 tarihinde, Clichy-sous-Bois kentinde, polislerden kaçmak için elektrik trafosuna sığınan iki çocuk elektrik çarpmasıyla ölmüştü. Kuşkusuz mahkemenin bu kararı, sadece aileleri tarafından adaletsizlik olarak algılanmayacak, daha genel olarak banliyölerde de bu böyle olacaktır. Mahkemenin kararı acıları ve duyguları tekrar canlandıracaktır. Bir çeşit ayin gibi, olumsuzluk üzerinden yükselen, yani cumhuriyetin ve devlet kurumlarının olumsuz pratiği üzerinden yükselen bir kimliğin güçlenmesine neden olacaktır. Zira bu karar, toplumun tüm ahlaki ilke ve yasalarını çiğneyen mutlak bir adaletsizlik duygusuyla bütünleşecektir. Çiftte standardın olduğu fikrini tekrar güçlendirecektir: Emekçi mahallelerinde oturanlar eşit yurttaş değillerdir. Eşitsizce ve ayrımcı bir şekilde dışlanıyorlar,  sınıf adaleti, ırkçılığı ve şiddeti besleyen beyaz adaletine maruz kalıyorlar. Siyasi diskurlardan da öte, bu mahallelerde oturanlar herkes gibi aynı adalet tarafından yargılanmıyorlar. Günlük ve devamlı olan bu inkarı buralarda oturanlar yaşayarak görüyor ve buradan hareket ederek kendi koşullarını yorumluyorlar. Onlar açısından durum kelimenin tam anlamıyla yaşanmaz hale gelmiştir. [...] Bundan dolayı bu beraat kararı tamamen siyasi bir karardır. Birbirine zıt ve yabancı iki dünyanın kopukluğunun ve birisinin diğeri üzerindeki egemenliğinin ifadesidir. On yıl önce, bu dramın canlandırdığı siyasi ve duygusal mekanizmalar 3 haftalık isyana yol açmıştı. Polise ve onun ırkçılığına, küçümseyici davranışına ve başvurduğu şiddete karşı ahlaki bir isyan olarak, adalet ve gerçekten yaşama hakkını talep ediyorlardı. Bu isyan son 40 yılın siyasi manzarasının bir sonucudur. 2005 isyanların ayrı bir boyutu olmasına karşın, ondan sonra patlayan 2007 ve 2012 isyanlarından öz itibariyle farklı değildir. Dünyanın diğer yerlerinde olduğu gibi, Ferguson ya da Baltimore’u düşünelim, polisin şiddetinin yol açtığı isyanlardır. İsyan edenler ise dışlanmış, sosyal adaletsizliği, ırkçılığı yaşayanlardır. Siyasi temsiliyetleri olmadığı için, sivil düzene karşı başkaldırma ses duyurabilmenin tek yoludur onlar için.
2005’den bu yana, onca diskura, şehir yenilenme planına ve Bakan Lamy’nin çabalarına rağmen bu mahallelerde sosyal durum daha da kötüleşti ve siyasi olarak onların daha da marjinalleşmelerine yol açtı. 2007 krizi buralarda yoksulluk ve işsizliğin artmasına neden oldu ve semt ve toplumun farklı kesimleri arasında uçurumların daha da derinleşmesine neden oldu. Kadın ve gençler bunlardan en fazla etkilenenlerin başında geliyorlar. [...] Buralarda yaşayan kadınlar iş piyasasından daha fazla uzaklaştı ve koşulları, gerek yaşam düzeyleri gerekse de gördükleri şiddet açısından, daha da kötüleşti.
Son 10 yıl içinde, siyasi boşluğu doldurarak İslam, bireysel ve sosyal yaşamda merkezi bir yer üstlendi. [...] Zaten derin olan cumhuriyete karşı duygular daha da derinleşti. Kurumlar onlar açısından meşru olmayan, dışında ve üst sosyal sınıfların, ya da beyazlar lehine yabancı bir dil konuşan ve sadece onların çıkarlarını savunan yapılardır. Örneğin okullara karşı ön yargılar, büyük beklentilerin hâlâ olmasına karşın, git gide güçleniyor ve okul ile aileler arasındaki anlaşmazlık daha da yaygınlaşıyor. [...] Son yıl içinde isyana yol açan mekanizmalar daha güçlendi. Aradan geçen on yıl sorunların çözülmesi değil, tam tersi daha da ağırlaşmasına neden oldu. Halk ile polis ya da kurumlar arasındaki ilişkiler daha uzaklaştı, içe kapanmayı ekonomik kriz daha da pekiştirdi, yoksulluk ve yer altı piyasası daha da arttı ve yayıldı, kadınların yaşam koşulları daha da kötüleşti, dinin etkisi daha da arttı. Mahkemenin bu beraatının yansıttığı ve derinleştirdiği siyasi çözülme koşullarından kurtulmaya yönelik hiç bir şey yapılmadı. Banliyöler sorunu, siyasi bir çözüm olarak hâlâ çözümsüzdür.

Çeviren : Deniz Uztopal
(Sorbonne Üniversitesi Sosyoloji Profesörü)


SİSİ’NİN ZİYARETİ SALLANTIDA MI?

Stuttgarter ZEİTUNG

MISIR’da insan hakları ihlalleri Devlet Başkanı Sisi döneminde hem nicel hem de nitel olarak çok değişti. Bombalı saldırıların ve suikastlar, şimdiye kadarkinden çok üst bir boyuta erişti.  Ancak Mısır egemen sınıflarını ne bu gerçek ne de halkın yarısından çoğunun yoksul olması ilgilendiriyor. Bunun yerine Mısır egemenleri kendilerini teröre karşı mücadelede örnekmiş gibi  göstererek  Ortadoğu’daki İslamizm cehennemine karşı sözde  kararlı bir savaş sürdürüyorlar.
Mısır, Ortadoğu’da anahtar bir güç. Sadece iltica başvurusu istatistiğine bakmamız bile, bu coğrafyanın kaderine kayıtsız kalmamızın mümkün olmadığını gösteriyor. Almanya da Avrupa’nın diğer ülkeleri gibi, Mısır ile pragmatik bir iş birliğine muhtaç. Ülke, İslam diniyle ilgili teolojik tartışmalarda da ağırlık sahibi. Terör ile mücadelede değerli bir müttefik olabilen Mısır, ayrıca Arap Dünyası’ndaki çeşitli krizlerde oynadığı diplomatik rol ve İsrail ile ilişkiler açısından da önemli. Bu yüzden Federal Hükümetin Lammert’in izinden gitmemesi ve El Sisi’ye davetin geçerliliğini koruduğunu açıklaması yerinde bir adım. Berlin’e geldiği zaman insan hakları ihlalleri konusunda sessiz kalınmasına da gerek yok.
Federal Meclis Başkanı Norbert Lammert bilindiği gibi sözünü sakınmaması ile tanınır. Şimdi de el Sisi, Berlin’e geldiğinde kendisiyle görüşmek istemediğini açıkladı. Ama Angela Merkel’in, bugüne kadarki en zorlu resmi ziyaretini yapmaya hazırlanan el Sisi’ye yönelik davetinin geçerliliğini koruduğunu bildirmesi doğru. Zira bunun alternatifi, bağlantının kopması, tamamen ilişkilerin donması ve Nil kıyılarındaki gelişmeler üzerinde nüfuzun sıfırlanması anlamına gelecektir.

Çeviren: Semra Çelik

ÖNCEKİ HABER

Direnişten notlar

SONRAKİ HABER

13 yıl: Bir yanda barış eli öbür yanda ölüm ve cezaevi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...