21 Mayıs 2015 00:54

Haydarpaşa kampüsü devredilmesin

Türkiye Sağlık Bilimleri Üniversitesi (TSBÜ)’nin kuruluşunu da kapsayan torba yasanın 15 Nisan 2015 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanmasıyla, Marmara Üniversitesi Haydarpaşa Kampüsü de gündeme geldi. Zira yasaya göre Haydarpaşa yerleşkesi TSBÜ’ne tahsis edildi. Marmara Üniversitesi öğretim görevlileri ise bu karara tepkili.

Paylaş

Nur ÖZDEMİR
İstanbul

Türkiye Sağlık Bilimleri Üniversitesi (TSBÜ)’nin kuruluşunu da kapsayan torba yasanın 15 Nisan 2015 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanmasıyla, Marmara Üniversitesi Haydarpaşa  Kampüsü de gündeme geldi. Zira yasaya göre Haydarpaşa yerleşkesi TSBÜ’ne tahsis edildi. Marmara Üniversitesi öğretim görevlileri ise bu karara tepkili.

Tolga Şirin kampüsün devrinin bir özyönetim sorunu olduğunu belirtti. Tolga Şirin’e göre söz konusu süreç iki noktadan demokratik değil: “Birinci olarak, esas itibariyle Bakanlığın güdümünde üniversite kurmak şeklindeki adım, hizmet bakımından yerinden yönetim kuruluşu olan üniversitelerin özerkliğine yönelik bir soru işareti yaratıyor. İkinci olarak, üniversitenin gayrimenkulları üzerindeki tasarrufta, üniversitenin öznelerinin dışlanmış olması antidemokratik bir durumdur.”
Haydarpaşa kampüsünün hangi hizmete tahsis edileceğinden çok, bu kararın nasıl alındığının daha önemli olduğuna dikkat çeken Tolga Şirin, “Avrupa Konseyi’nin birçok metni gereğince çevresel konularda, projelendirmelerin şeffaflığı, bilginin paylaşımı, karar alma süreçlerinde ilgili halkın etkili katılımı son derece önem arz etmektedir” diyor.

‘HAYDARPAŞA PORT’UN BİR ADIMI MI?’

Öte yandan tarihi kampüs binasının sağlık bilimleri üniversitesi için elverişli olmaması devir işleminin port projesi için ön bir adım mı olduğu sorusunu akıllara getiriyor. Dr. Tolga Şirin, “Yasa bunu söylemiyor. Ama binaya yönelik müdahalenin uzun vadede Haydarpaşa Port projesinin parçası olduğu iddiası, Türkiye siyasal kültürünü tanıyan biri için sıra dışı bir iddia sayılamayacaktır. Zira bir süredir, ‘kentsel dönüşüm’ adı altında kent merkezleri ‘soylulaştırılıyor’ ve başta kültürel yapı olmak üzere, kent hakkının birçok unsuru tahrip ediliyor. Doğal ve yapay çevreye yönelik bütünsel bir müdahale mevcut.  Şu halde buna karşı duranların da bütüncül ve birleşik bir tavır içinde olması gerekir. Belli bir değere veya tarihsel geçmişe ait binaların eğitim gibi ‘kâr getirmeyen’ bir hizmete tahsis edilmemesi, bu tür yapıların kent yoksulları ve emekçilerin, emekçi çocuklarının kullanımına layık görülmemesi aslında çok yakından tanıdığımız belli bir aklı temsil ediyor. Haydarpaşa olayında ilk bakışta böyle bir pratik yok gibi görünse de bizim her halükarda o akla karşı durmamız gerekiyor” diyor.

ÜNİVERSİTE ÖZERKLİĞİ TEHDİT ALTINDA

Hülya Dinçer: Kampüsün devrini ve Sağlık Bilimleri Üniversitesi kurulmasını öngören 6639 Sayılı Kanun’daki ilgili maddeye göre, bu üniversitenin 5 kişiden oluşan mütevelli heyetine Sağlık Bakanlığı Müsteşarı başkanlık edecek ve heyet bünyesinde şahsen Sağlık Bakanının seçeceği iki üye yer alacak. Bu üyelerin kim olacağı, hangi usul ve kriterlere göre seçileceği belirtilmemiş bile. Şu durumda 4 üyeyle toplanabilecek ve salt çoğunlukla karar alabilecek heyetin 3 üyesi zaten Sağlık Bakanlığınca belirleniyor. Türkiye’de daha önce örneği olmayan, işleyişi doğrudan bakanlık nüfuzu altında bir üniversite söz konusu. Yeni kurulacak üniversitede çalışacak akademisyenin ifade ve çalışma özgürlüğünün ne şekilde olacağını bilmiyoruz. Çünkü akademisyen hukuki açıdan doğrudan idarenin icrai yetkisine bağlı kılınıyor.
Burada söz konusu olan binanın üniversitenin elinden alınması mücadelesi değil yalnızca. Aslında mekana yönelik bu müdahaleyi öğrencilerin de, diğer üniversite bileşenlerinin de ifade özgürlüğü üzerindeki, daha genel olarak da akademik özgürlükler üzerindeki engellerle birlikte düşünmek gerekiyor. Üniversitelerde kaygı duymadan var olabileceğimiz özgürlük alanları giderek daralıyor. Mekanın, üniversite mensupları sürecin dışında bırakılarak el değiştirmesi de bu resmin bir parçası. Örneğin son olarak İstanbul Üniversitesinde en çok oyu almasına rağmen, Raşit Tükel yerine bir başka adayın rektör olarak atanması üzerine üniversitede çok ciddi bir muhalefet gelişti. Öğrenciler, öğretim üyeleri, idari çalışanlar kendi iradelerini yok sayan bu karara karşı üniversiteyi hep birlikte yönetme umudunu dile getirdi. Bu örnekler bize de ışık tutabilir. Kampüsün devri de dahil olmak üzere, buradaki tüm sorunlar üzerine birlikte düşünebileceğimiz kolektif, katılımcı, açık bir forum oluşturulabilir.”

VAKIFLAR KENTE, DEVLET ÜNİVERSİTELERİ TAŞRAYA

Eren Paydaş: “Kamusal alan politikasının üniversitedeki yansımasına bakmak gerekiyor. Son 15 yıl içerisinde İstanbul’daki üniversitelerin yer değişikliğine baktığımız zaman vakıflar merkeze doğru gelirken, devlet üniversiteleri taşraya doğru gidiyor.
Siyasal elitlerin değiştiği süreçlerde yeni kadroların statü vadeden sembollerin peşine düşmesi yeni bir durum değil. Ki sembolik binaları ele geçirip bunların işlevlerini yeniden tanımlamak, bunları siyasal ve ekonomik çarklara istenilen şekilde yeniden dahil etmek  bunun bariz örneklerinden sayılabilir. Zamanında Başbakanın çalışma ofisini Dolmabahçe Sarayı’na alması da bunu bir örneğidir. Yani bir açıdan, iktidarın, arzu nesnesi olarak gördüğü sembolleri kendi ekonomik menfaatlerini ve itibarlarını perçinleyecek hale getirme süreci ile karşı karşıyayız. Peki neden Haydarpaşa kampüsü? Burası zaten 12 Eylül’ün gölgesinde kurulmuş bir üniversite ve siyasal iktidarın gölgesi hem bina hem üniversite üzerinde her zaman hissedilmiş. Kendi tarihi içerisinde buranın durumu ve niteliği hakkında söz söyleyecek iradeler hem öğrenciler hem de akademisyenler arasında oluşmuş. Ancak bu irade bir gelenek haline gelip sonraki kuşaklara aktarılmaya çalışılırken siyasal iktidarın yarattığı kesintilerle baş başa kalınmış. Belki de bu boşluk yüzünden bu kadar rahat hareket edilebiliyor.”

ÖNCEKİ HABER

‘Soma’dan elektrik kesintisine... sorumlu Erdoğan’

SONRAKİ HABER

Alman Yeşiller Partisi'nden HDP'ye destek

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa