19 Mayıs 2015 04:40

Prof. Mehmet Altan: Türkiye’yi Ortadoğu emirliğine çevirdiler

Bir yolsuzluk bataklığına yuvarlandılar, para gözlerini kör etti. Türkiye’yi hukuksuzluk ve rüşvet sarmalında bunalan bir Ortadoğu emirliğine çevirdiler. Şimdi hukuktan yakalarını kurtarabilmek için debeleniyorlar.

Paylaş

DOSYA: AKP'nin 13 yılı

 

Çağrı SARI

AKP’nin 13 yıllık iktidarı boyunca, her seçim sonrasında, otoriterliğin ve Erdoğan’ın tek adamlığının dozu daha da arttı. Cumhurbaşkanı olarak iktidar adına meydanlara çıkıp 400 milletvekili isteyen Erdoğan, seçimlerden sonra ülkeyi tek başına yönetmek istiyor. Peki, bu mümkün mü? AKP, nasıl iktidara geldi, şimdi ne durumda? Muhalefetin söylediği gibi bir ‘çöküş’ süreci mi yaşıyor? 

Tüm bu soruları İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi İktisat Profesörü Mehmet Altan’a sorduk. Altan, ilk döneminde AKP’ye destek vermiş ancak daha sonra yol ayrımı yaşamış isimlerden. Deniz Feneri, Roboskî, Gezi, yolsuzluk operasyonları bu yol ayrımının en keskin durakları... Bir zamanlar “12 Eylül düzenini yıkacak” beklentisiyle destek verilen AKP’nin, 13 yıl sonra Türkiye’yi bir emirlik gibi yönettiğini belirtiyor.  

 

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 13 yıllık iktidarını üç döneme ayırdı: Çıraklık, kalfalık, ustalık... Siz nasıl tarif edersiniz bu üç dönemi?
Tersten başlayalım. Ustalık dönemi ile her şey bitti. Benim desteklediğim, inandırıcı ve doğru bulduğum ilk baştaki dönemdi. O dönemin reçetesi de Avrupa Birliği’ydi. “MGK’yı kaldıracağız” diyorlardı mesela. Bugün HDP, “MGK’yı kaldıralım” deyince, AKP’nin yandaş gazetesi “HDP devleti bitiriyor” diyebiliyor… MGK duruyor, YÖK duruyor, 12 Eylül rejimi olduğu gibi duruyor. Dünya, AKP’den Türkiye Cumhuriyetini demokratikleştirmesini ve bir Müslüman demokrat terkibi oluşturmasını bekledi. AKP, bunu beceremedi. Bütün dünyayı büyük bir gerginliğe sürükleyen, ölümlere yol açan Müslüman-Hıristiyan sürtüşmesini, Türkiye bir dostluğa çevirebilirdi, bu çatışmaları önleyebilirdi. Demokrat-Müslüman bir kimliği oturtarak hem Ortadoğu’ya, hem bütün dünyaya örnek olabilirdi. Bugün kan içinde kıvranan Ortadoğu’nun bu hale gelmesini engelleyebilecek bir öncülüğü üstlenebilirdi. Bütün bunları gerçekleştirmeye de çok yaklaşmıştı. Ama AKP’nin nefesi yetmedi. Bu tarihi görevi taşıyamadılar. Bir yolsuzluk bataklığına yuvarlandılar, para gözlerini kör etti. Türkiye’yi hukuksuzluk ve rüşvet sarmalında bunalan bir Ortadoğu emirliğine çevirdiler. Şimdi hukuktan yakalarını kurtarabilmek için debeleniyorlar.

Çıraklık, kalfalık, ustalık; olası bir dördüncü dönemi nasıl tanımlıyor?
Ben Erdoğan’ın şu anda kendisini tanımlama gücü kaldığını düşünmüyorum. Türkiye’ye vaat edebildikleri, vaat edebilecekleri bir şey yok artık. Onun için Erdoğan elinde Kur’an meydan meydan dolaşıyor. Dini sömürmeye çalışan iktidarlar, ülkelerine verecekleri bir şey kalmayan iktidarlardır.

Başkanlık sistemi ile ‘atölyeyi kendisi almak istiyor’ diyebilir miyiz?
Neyi alıp almayacağını bilmiyorum ama hayırlı bir durum görmüyorum. Başkanlık istemeyen bir halka Erdoğan zorla başkanlığı kabul ettirmeye çalışıyor. Onun için baskı, hukuksuzluk, şiddet bu kadar artıyor. Ama bir toplumun, devlet şiddetini taşıyabileceği noktayı da geçmeye başladı AKP. Bu seçim bu açıdan da çok önemli... Seçmenler, tatsız gelişmeleri bu seçimde kullanacakları oylarla önleyebilirler.

İlk dönemi tarif ederken demokrasi söylemlerinden bahsettiniz. Bu söylemden kaynaklı pek çok isim çevresindeydi AKP’nin ama son dönemle beraber kopuşlar başladı. Neden yaşandı bu kopuş?
İnsanlar, özgürlük, barış, demokrasi, huzur ve refah istiyor. 12 Eylül referandumunda AKP’liler “12 Eylül’ü bitireceğiz” dediklerinde, aldıkları oy oranı yüzde 58’di. Normalde aklı başında biri o yüzde 58 oy oranına ulaştığında, değişimci terkibi kökleştiririr, daha da derinleştirir. Ama AKP para ve çıkar uğruna o büyük destekten vazgeçti. Bir daha da o kadar oy bulması imkânsız. Şimdi kendi taraftarlarını yüzde 40 civarında konsolide etmek için uğraşıyor. Dürüst ve demokrat insanlar, hırsız bir iktidarla yollarını ayırdılar. Bu hukuksuzluğun ve hırsızlığın bir parçası olmayı kabul etmediler. Onun için böylesine büyük bir kopuş oldu.

Kırılma noktası neydi peki?
Kopuş, İstanbul İl Başkanının “Liberallerle yollarımızı ayıracağız” demesiyle başlamıştı*. Belli ki daha o zamandan aralarında karar vermişler. Türkiye’yi hatta Ortadoğu’yu ele geçirdiklerini sanmışlar. Daha akılsızca bir yanılgı zor bulunur. Ortadoğu’daki bütün prestijimizi yitirdik. Türkiye de hırsızlığın ve hukuksuzluğun dibine battı. Gittikçe fakirleşen, güvenilmez bir ülke haline geldik.

*AKP İstanbul İl Başkanı Aziz Babuşcu: “...diyelim ki liberal kesimler, şu ya da bu şekilde bu süreçte bir şekilde paydaş oldular ancak gelecek inşa dönemidir. İnşa dönemi onların arzu ettiği gibi olmayacak.” (İstanbul Suriçi Grubu Derneği’nin 2013 Nisan ayında düzenlediği bir etkinlikte yaptığı konuşmadan)

"Türkiye’ye vaat edebilecekleri bir şey yok artık. Onun için Erdoğan elinde Kur’an meydan meydan dolaşıyor. Dini sömürmeye çalışan iktidarlar, ülkelerine verecekleri bir şey kalmayan iktidarlardır."

ROBOSKİ AYDINLATILMADAN BARIŞTAN BAHSEDİLEMEZ
Yazılarınıza baktığımızda sizin, Deniz Feneri süreci ve Roboskî katliamında yol ayrımına girdiğiniz anlaşılıyor...

Deniz Feneri; bu rezillikler orada başladı. Aslında dönüp ‘Deniz Feneri’nde kim ne dedi’ diye araştırılmalı. Deniz Feneri bir ölçüdür. Ben o sırada Star gazetesinin başyazarıydım. Oturdum Deniz Feneri’nin ne kadar kabul edilemez olduğunu yazdım. Şimdi o skandalın üstünü örttüklerini sanıyorlar. Ama bu tür hırsızlıkların, yolsuzlukların üstü öyle kolay kapanmaz. Sen bugün kapattığını sanırsın, yarın üstü yeniden açılır. Bu rezillikleri baskıyla gözden kaybetmenin bir yolu yoktur.

Roboskî?
Roboskî dehşet vericidir onların geldiği nokta açısından. Bu nasıl bir medya ve nasıl bir toplum ki Ankara’da biri düğmeye bastığı zaman, iki güne yakın susabiliyor böyle bir vahşet olduğunda. Bugün bile Roboski’den söz etmiyorlar. Roboskî aydınlatılmadan demokrasiden ve hukuktan söz edilmez. Eğer bir devlet 34 kişiyi katlediyorsa ve yargıya gitmiyorsa, orada herhangi bir güvenceli ortam, bir çözüm süreci olabilir mi? Hukuksuz ve demokrasisiz bir barış olmaz. Sanıyorum artık herkes bu gerçeği gördü. Şimdi gerçekten barış isteyen herkes demokrasiyi de istiyor. HDP bu açıdan çok doğru bir politika izliyor. Barışa da demokrasiye de sahip çıkıyor. Olması gereken de budur zaten. Öbürü bir kandırmacadır. Ama bu kandırmaca bitti. HDP de bu kandırmacanın bitmesinde çok önemli bir rol oynadı.

TÜRKİYE, BARIŞI İKTİDARIN SALDIRISINDAN KORUMAK ZORUNDA
Şu anda iktidarın çözüm sürecinde geldiği noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz?

AKP, demokrasi ve barış için büyük bir umuttu. O umudu özellikle son iki yılda tümüyle tükettiler. Şimdi Türkiye, barışı ve demokrasiyi AKP dışında arıyor. Ben bulacağını ümit ediyorum. AKP ve Erdoğan, “barış sürecini” başkanlık yolunda bir maske gibi kullandı, süreç diyerek en faşizan yasaları geçirdiler, en baskıcı yöntemleri uyguladılar. Şimdi toplumun barış isteyen güçleri, barışın yolunu demokrasiyle açmak için hareketleniyor. HDP bu yolda öncülüğü üstlendi. Seçimlerde yüzde on barajını geçmeleri bu açıdan da hayati bir öneme sahip. Barajı geçebilirlerse CHP’yi de barışa zorlayabilecek bir güç olacaklar. Türkiye, barışı hırsız bir iktidarın saldırısından korumak zorunda. Bunun yolunu açıp açamayacağımızı bu seçimlerde göreceğiz.

ORTADOĞU’NUN HALİFESİ OLMA HAYALİ GÖRÜYORDU
‘Komşularla sıfır sorun’dan sonra, komşularla aramız epey kavgalı. AKP’nin dış politikası 13 yılda nasıldı?

AKP’nin çöküşü dış politika ile hızlandı. Arap Baharı’yla birlikte Erdoğan’da ve Davutoğlu’nda, Müslüman Kardeşler üzerinden Ortadoğu’nun halifesi olma hayali başladı. Planlarına ya da hayallerine göre Mısır, Gazze ve Suriye’de Müslüman Kardeşler iktidarları oluşacak, bu üç ayağın üzerine de Erdoğan İmparatorluğu kurulacaktı. Ortadoğu’ya kimsenin sahip olamayacağını göremediler. Böyle bir planı ne Amerika, ne Rusya, ne Çin kurabilir. Kimse tek başına Ortadoğu’nun hâkimi olamaz. Plan da çöktü zaten. Plan çökünce, Türkiye, daha doğrusu AKP yönetimi bütün soğukkanlılığını kaybetti. Bir devlet gibi davranamadı. Hayallerini kaybetmiş küçük bir çocuk gibi herkese küfretmeye başladı. İlişkiler berhava oldu. Yanlış bir hayale kapıldıklarını kavrayamadılar, kavradıklarında ise artık çok geç olmuştu. Suriye’de yanlış güçleri desteklediler, öylesine büyük hatalar yaptılar, öyle canavarlar yarattılar ki dünya “Esad daha iyi” demeye başladı. Dış politika, yanlış bir hayal üzerine kurulmuş bir akılsızlık macerasına döndü. Türkiye bundan evvel İsrail ile Filistin arasında arabulucuydu. Oradan nerelere geldik...
Türkiye’nin Ortadoğu’daki asıl büyük gücünün ve etkisinin, bizim Avrupa’nın parçası bir Müslüman ülke olma ihtimalimiz bulunmasına dayandığını anlayamadılar. Ortadoğu, böyle yeni bir gelişmenin kendilerine de yararlı olacağını düşünüyordu. Aslında biz Avrupa’dan koptukça, Ortadoğu’dan da koptuk. İki tarafta da aynı zamanda saygıdeğer bir ülke olma niteliğimizi yitirdik.

HIRSIZLIKLA DARBECİLİĞİN KADERİNİ BİRBİRİNE BAĞLIYOR
Erdoğan ve AKP, Balyoz ve Ergenekon operasyonları için ‘kandırıldık’ diyor. Ne dersiniz, askerlerle yeni bir ittifak mı doğuyor?

Gayrimeşru duruma düştüğünüz vakit, gayrimeşru kişilerle ahbaplık etmeye, yol arkadaşlığı geliştirmeye başlarsınız. Meşru bir adamın gayrimeşru adamla ilişkisi olmaz. Gidip Harp Akademileri’nde konuşup, Balyoz üzerinden özür dilemesi ile şunu söylüyor aslında: “Siz 17-25 Aralık’ı görmeyin. Biz de darbeyi görmeyelim.” Hırsızlıkla darbeciliğin kaderini birbirine bağlıyor. “Hırsızlığı görmezseniz biz de darbeciliği görmezden geliriz”; verilen mesaj bu. Siyasi iktidara göre, hırsızlık yok, darbecilik de yok, “paraleller” bunları uydurdular. Ayakkabı kutularını, kasaları, rüşvetleri, Balyoz’daki o korkunç konuşmaları, “siyasi liderleri toplamak” için hazırlıklar yapan generalleri, bir “paralel” lafının arkasına saklıyorlar şimdi. Paralel lafı bu suçları ortadan kaldırmaz. Gerçek hukuk böyle laflara aldırmaz. Ayrıca, devletin içinde “paralel” bir güç oluştuysa, bunun hesabını verecek olan da o yapının oluşmasına izin veren siyasi iktidardır. On üç yıl boyunca sen iktidarda ne yaptın, nasıl kandırıldın? Niye hırsızlığın ortaya çıkana kadar bu yapıyı yakalamadın? Neden somut kanıtlarla bu paraleli hukukun karşısına götürmedin? Bütün suçları işle sonra “paralel” de sıyrıl… Bu mümkün değil. Ama AKP çok sıkıştığı için “Balyoz” üzerinden orduyla ittifak yapmaya çalışıyor. Orduyu, kendi baskı gücü olarak kullanmayı hesaplıyor. Bu çok tehlikeli bir oyun.

CUMHURBAŞKANI ‘DAHA DA TUTUKLANACAKLAR’ DİYEREK KENDİNİ YARGI YERİNE KOYAMAZ
AKP’nin bir dönem birlikte hareket ettiği Gülen Cemaati ile kavgasının temel sebebi her iki tarafın da ülkeyi yönetme arzusu mu?

Cemaat ile AKP arasında ölümüne bir kavga var. AKP, Cemaati sadece devletten değil hayattan da silmek istiyor. Bu kavga sizin dediğiniz gibi bir iktidar paylaşım kavgası da olabilir. Ama bu kavganın nedenini araştırırken iki gerçeği göz ardı etmemeliyiz. Birincisi, AKP’nin Cemaat düşmanlığı 17-25 Aralık’taki büyük hırsızlık davasıyla gün yüzüne çıktı. Bu hırsızlık gerçeğini unutmamalıyız. İkincisi de AKP “paralel” diye diye yargıyı ve hukuku yok etti. “Paralel” diye hukukta karşılığı olmayan bir suç icat edip, siyasi iktidarın hırsızlığını yakalamanın bir “darbe” olduğunu söyleyerek hukuku yok etmesine bir mazeret uyduruyor. Hâkimleri tutukladılar. Böyle bir uygulamanın eşi Nazi Almanyasında bile görülmedi sanıyorum. MİT TIR’larını yakalayan, görevini yapan savcıları tutukladılar. Bizim böyle bir tablo karşısında görevimiz şunu ya da bunu değil hukuku savunmaktır. Cemaat’e bağlı olduğunu söylediğin insanların hukuku çiğnediğini mi iddia ediyorsun, somut kanıtlarla yargıya gidersin. Cadı avı başlatmazsın, cumhurbaşkanı “daha da tutuklanacaklar” diye kendini yargı yerine koymaz. Gerçek bir devlette her türlü suç iddiasını mahkemeler yargılar ve neticelendirir. Suç işleyen Cemaat mensuplarını da, hırsız hükümetleri de yargı yargılar. Ama siyasi iktidar yargıyı yok etti. Bu, devleti de, toplumun güvencesini de yok etmek anlamına gelir. Siyasi iktidarın somut suçlarının yargılanmasının engellenmesine hangi mazeretle, hangi bahaneyle olursa olsun razı gelmek anayasayı çiğnemektir. Cemaat’le ilgili somut kanıtlar varsa yargılayın. Ama siyasi iktidarı da yargılayın. Cemaat’le ilgili iddialar, ancak bu iddialar siyasi iktidarın yargıdan kaçmasının bahanesi olarak kullanılmadığında ciddiye alınabilir.

SİYASİ İKTİDAR BÜYÜK BİR ŞAMAR YEDİ GEZİ’DE
Biliyorsunuz AKP iktidarında yaşanan en önemli süreçlerden biri Gezi direnişi oldu. Türkiye’yi Gezi’ye iten süreç neydi sizce ve yeniden bir Gezi olur mu?

Freni patlamış bir iktidar sarhoşluğunun kendisini Türkiye’nin tek sahibi sanmasının ve yetmiş beş milyon insanın yaşama biçimini kendisinin belirleyebileceğine inanmasının yarattığı patlamadır Gezi bence. Siyasi iktidar büyük bir şamar yedi Gezi’de ve sarhoşluğundan bir ölçüde ayıldı. Türkiye’nin kendi oyuncağı olmadığını fark etti. İnsanların özel hayatına karışmaya kalkmanın, kendisine benzemeyenleri köleleştirmeye kalkmanın toplumsal bir karşılığı olduğunu gördü. AKP Türkiye’nin iktidarı, geçici bir süreliğine ülkeyi yönetme hakkı kendisine verildi. Ama AKP seçimlerle “bir süreliğine yönetme hakkının” değil, Türkiye’nin toptan kendisine verildiğini sandı. “Burası benim, herkes benim istediğim gibi yaşayacak” demeye başladı, sonuçlarını da gördü. Türkiye AKP’nin değil, bu ülkede yaşayan yetmiş beş milyon insanın. Aynı aymazlığı yeniden denerse, gene aynı cevabı alır.

YARIN: Gezi Direnişi / Nuray Sancar

 

ÖNCEKİ HABER

Bursa'da metal işçileri Valilikte görüşme yaptı

SONRAKİ HABER

'Türk Ocağı', Ülkü Ocakları'na saldırdı: 1 kişi silahla yaralandı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...