7 Mayıs 2015 00:55

Kuzey ışıklarının düştüğü yerde Bakur’un anlattığı

Ertuğrul Mavioğlu ve Çayan Demirel’in belgeselinin İstanbul Film Festivali’nde son anda sansürlenmesinden sonra Bakur’un (Kuzey) en çok izlenmek istenen film olduğunu iddia edersek yanlış yapmış olmayız.

Kuzey ışıklarının düştüğü yerde Bakur’un anlattığı

Nuray SANCAR

Ertuğrul Mavioğlu ve Çayan Demirel’in belgeselinin İstanbul Film Festivali’nde son anda sansürlenmesinden sonra Bakur’un (Kuzey) en çok izlenmek istenen film olduğunu iddia edersek yanlış yapmış olmayız. Film bir türlü seyirci karşısına çıkamadı henüz. Geçtiğimiz hafta sonu Boğaziçi Üniversitesinde duyurusu yapılmayan özel gösterim ise, salon kapasitesi nedeniyle sınırlı sayıda seyirciyle gerçekleşti. Dolayısıyla bu filmi izlediği için kendisini şanslı hisseden çok az hâlâ!
2013 Newrozu’nda Öcalan’ın mektubuyla başlayan “geri çekilme” sürecinin belgeselini yapmak üzere gerilla kamplarına doğru yol alan yönetmenler çekilmeyi resmetmekten çok daha fazlasını yapmışlar aslında. Film 30 küsur yıl süren silahlı mücadelenin içinden, kamplardaki gündelik hayatı yansıtarak geçerken olağanüstü bir şey yapıldığının altını kalın kalın çizmeden, göze sokmadan anlatıyor. Sakin bir dili var filmin. Gerillaların ve Kandil’deki PKK yöneticilerinin anlatımlarının da eşlik ettiği bir belgeselde ajitatif bir söylemin hakim olması beklenir ister istemez. Ancak Bakur bıçak sırtı bir çizgide yol alarak farklı niteliklere sahip seyircilerin duygularını ve aklını peşin peşin ipotek altına almaya çalışmaktansa seyirciyi kendisiyle yürümeye davet ediyor usulca.
Şehitlerine mezarlık hazırlayan gerillalar, birbirlerinin saçını ören kadınlar, yemek hazırlayan erkekler, üzerine Öcalan’ın fotoğrafının yapıştırıldığı bir dikiş makinesinde üniforma diken terziler, kampın reviri, haberleşme sistemleri, bellerindeki kuşakla voleybol neti yaparak oynayanlar, toplu eğlenceler, atış talimleri ve son derece az malzemeyle geçirilmeye çalışılan bir gündelik hayatın arkasında büyük bir mücadele var. Bu mücadelenin tarihsel seyrini, “paradigmadaki değişiklik”lerin kamplarda nasıl tartışıldığını ve hayata ve mücadeleye dair nasıl bir düzenlemeye yol açtığını bu gündelik yaşam örüntülerinin arasında yansıtıyor Bakur. Bazen Karayılan veya Bahoz ile yapılan bir söyleşiyle, bazen de öylesine kullanılmış sözcükler aracılığıyla gerillanın şimdi nasıl bir söylem düzleminde politika yaptığını anlatıyor. Her şeyin politik bir süzgeçten geçmek zorunda olduğu, her anını politikanın kapladığı bir disiplin alanı bu zaten.  
Ölümle burun buruna, her an tetikte ama mizahsız olmayan bir yaşam ama bu, aynı zamanda. Savaşın sert coğrafyasında çelikleşmiş kadın ve erkeklerin; yeğeninden “Halacığım seni çok seviyorum” yazılı küçük notlar alan kadın gerillanın yüzünden değil, o notu tutan elinden okunan duygularla birlikte yaşadığı bir insan olma hali. Birçok arkadaşının şehit olduğunu anlatan gerillanın filmin son karesine yerleşen hüznü bir de.

GERİLLA KAMPLARININ EN MAHREM ALANLARINDA GEZİNİYOR SEYİRCİ

Gerilla “Bizim şehitlerin üstünden fazla bir şey çıkmıyor” diye anlatıyor, bir şehitten geride kalan yıpranmış bir sakız, pas tutmuş bir iki çakmak, bir diş fırçası görüntüsü perdeye geldiğinde. Burada isterseniz gözyaşlarınızı tutun.
Bu film sayesinde gerilla kamplarının en mahrem alanlarında geziniyor seyirci. Kış aylarının geçirildiği mağaralarda sonraki kışı bekleyen eşyalar, asgari sınıra çekilmiş ihtiyaçlar, ekmek yapmak için önce üzerinde pişen sacı yoktan var etmek zorunda kalan erkekler ile çimento karan kadınlar; cinsiyet rollerinin alt üst olduğu bir dolu iş.
Uzun süren ve on binlerce cana mal olan bu savaştan geriye kalan bir savaşın kendisi bir de artık hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağı insan hayatları. Silah arkadaşlığının ve bir davanın değiştirip dönüştürdüğü bir nesil ve bu neslin uğruna öldüğü taleplerin gerçekleşebilme imkanının doğuşu. Ve bu neslin hayatı mücadeleyle ne denli modernleşirse modernleşsin Kürt’ün kadim kültürüne temas etmekten imtina etmiyor. Gömü törenleri, geleneksel ritüeller bu değişimin elinden geçip işlevselleşerek yaşıyor gerilla hayatında.
Bakur bir ilk değilse bile en güzel gerilla belgeseli diyelim. Sizi sarsma iddiasında bulunmadan sarsmayı başaran, bir şeyi bir çırpıda ve büyük sözlerle değil bir kolektifin gündelik hayatı içinden geçen, geçerken temiz göndermelerde bulunan bir film. Kameranın kullanılış biçimindeki estetik kaygının da üstünden atlamayalım aman ha. Çok başarılı.
Film oldukça yüklü ve seyircisine bıraktığı yük de ağır. Bir yandan çok uzun bir geçmişi olan bir mücadelenin kendini ifade etmesi için seçilen zaman dilimi çoklu anlamlara açık, diğer yandan da zamansız bir film bu. Yıllar sonra izlendiğinde de veya dünyanın bir başka yerinde, bu tarih hiç bilinmeden seyredildiğinde bile meramını aynı biçimde anlatmaya devam edecek. Yaşandı ve bitti denilemeyecek hiçbir şeye. Çünkü hakikaten yaşanan ve anlatılan sadece Kuzey Kürtlerinin yani sadece bir halkın değil herkesin hikayesi bir parça.

Evrensel'i Takip Et